Cennet mekân annesinin yokluğu içinde, dünyayı küçücük omuzlarına
yükledi. Yürüdü, yürüdü ve ilerledi. İnananların dünyasında mekânsal bir ruh
olacağını bilmeden toprağa dokundu. Küçücük avuçlarındaki toprak,
parmaklarının arasından yere doğru bir damla edasıyla süzülürken gül kokmaya başladı. Gül kokulu toprak, ahh gül kokulu
toprak! O’nun dokunmasıyla tabiatı bir anda değişti. O’nun uğruna yaratıldığını ve O’nun adına kendisine dokunan
her fidanının yeşereceğini o anda öğrendi.
O, küçücük ama dünyalar kadar geniş kalbiyle annesizliğin hüznünü yaşadı. Gül cemâl annesinin elleri yoktu
artık minik avuçlarında. Şimdi saçlarını kim okşasa da anne sıcaklığını hissettirse ve yeniden canlansa
bedeni.
Ancak O, ileriki yaşlarında bu hüzünlü zamanlarını
unutmayarak bir yetimin başına dokunmanın mutluluğunu kutlu bir cümleyle ifade edecekti.
"Bir kimse sırf Allah rızası
için bir yetimin başını
okşarsa,
elinin dokunduğu
her saç teline karşılık
ona sevap vardır".
(Ahmed ibni Hanbel, Müsned, V, 250.)
Bu kutsal cümle çağlar aşıp, kim bilir hangi öksüzün yanmış yüreğine su serpecek ve hangi yetimin
saçlarını cennet edecekti? Ama O biliyordu, kendisini görmeden iman eden bir
neslin bu kutsal cümleyi iki dudak arasında bırakmayacağını. Bu nesil O’nun müjdeci olduğunun farkındaydı. Onlar, her bir
yetimin cennet için bir fırsat olduğunun bilinciyle hareket edecekti.
Peki şimdi yetim kim, öksüz kimdi?
Bir yetim olarak O’nun dünyasında gülmek ve ağlamak iki ayrı duygu gibi dursa da
birbirine candaştı. Her ikisinin de bam teli başka başka olsa da ikisinin de asıl kaynağı candı, insandı. Bazen ağlamak insanda en kirli duyguları
temizleyen olsa da aşırı kullanıldığında kalbe zarar verirdi. Keza gülmek
de ağlamak gibiydi. Gül kokulu toprak, O’nun
kendisine dokunmasıyla ne ağlayabildi mutluluktan, ne de gülebildi. Sadece onun bir
simyacıdan da öte toprağa dokunması, içindeki madenlere anlam kazandırmıştı. O daha küçücük çocuktu, ama toprak
için ondaki gül kokusu tohuma umut olmuştu. İşte O da yıllar sonrasında söylediği kutsal cümlesinde bir yetimin başını okşamanın onun dünyasındaki tüm değerlere anlam kazandırdığını ifade edecekti. Bir yetimin başını okşamak sadece onun saçlarına dokunmaktan
ibaret olamazdı. Bu olsa olsa ilgilenmekti. Aslında bu cümle ile ifade edilen
yanı başınızdaki bir insana dokunun ve
kendinizi iyileştirin demekten başka karşınızdaki bir insanı insan olduğu için değerli bulun, dünyanızı cennete çevirin,
bakış açınızı sağduyulu olmaya davet edin ve kendinizi
mutlu edin demek olabilirdi. Toprak toprakken gül kokuyorsa, anlam ve değer buluyorsa, değil mi ki bir yetimin başını okşayan el onun gül kokusundan izler
almasın?
Artık gül kokulu toprak O’nun gül kokusunu hep içinde
saklayacaktı. Can olacaktı bakımı yapılan fidanlara. Belki de bu sırrı O’nun gül
kokusunu hissedenler yaşayacaktı. O’nun toprağa dokunması bir nesnenin işlevini değiştirse de bir insanın hayata olan bakış açısına da yön verecekti.
Cennet mekân annesinin yokluğu içinde, dünyayı küçücük omuzlarına
yükledi. Yürüdü, yürüdü ve ilerledi. İnananların dünyasında mekânsal bir ruh
olacağını bilmeden toprağa dokundu.
Ve yağmur!... Bir vâhiy edasıyla toprağa düştüğünde gül kokusunun toprakta olduğunu tüm kainâta hep ifşa edecekti.
Ve insan!... O’nun varlığına bir kez daha inanacaktı…
Maşallah çok güzel bir yazı kalbinize ve kaleminize sağlık
YanıtlaSilYüreğinize sağlık 👏👏👏
YanıtlaSil