TÜTÜN KÂĞIDI KABUKLARINDAN ÇIKANLAR/Fazlı BAYRAM

Şaire hanım çıktı dükkân-ı Gülhanın ortasında zuhur etti. Yanında bir hanım efendi daha.  Dostunun şailiğinin şuurunda kırılgan ince ve zarif. Dükkân-ı Gülhan için hayırlı olsun dileklerini ilettikten sonra sözü tütün kâğıdı kabuğu şiirlerine getirdiler. O gün şaire hanıma tütün kâğıdı kabuğu ikram etme inceliğini ihmal ettim.
Kaç zaman sonra şaire hanım orta yerde yeniden zuhur edince ona bir kabuk sundum buyurun sizde yazın bir şiir dedim. Belli ki bu kâğıt meselesine imrenişti. İyice inceledi kâğıdı kalem ver öyleyse dedi. Şimdi burada mı yazacaksınız efendim dedim. Evet, ne var ki dedi.
 Bu şair milletinde hakikaten bir keser kaçkınlığı var. Oturduğu yerde hemen oracıkta anında öyle bir şiir yazmış ki hanımefendi. Yüreğinden adeta ırmaklar akıtmış kâğıda. Şair olmakla olmaya çalışmak arasındaki fark bu azizim. Kimi şiirimsi üç cümle yazabilmek için yırtınır durur. Kimi de bu hanım efendi gibi bir çırpıda kağıdı yer ile yeksan eder. Tanırsınız üstadı şiirlerinden. Ben âcizane kendileri ile yüz yüze tanışma şerefine de nail oldum. “Yoldaki kalemler”in keskin kılıçlarından Sibel KÖK…
Tütün kağıdı kabuklarından yedincisine şu şiiri perçinledi. 
Şaire Sibel KÖK Hanımın şiirini dostlara sunuyorum.

Üşüyen ellerin vardı
Saçaklar altında titreyen bedenin
Ve
Soğuktan mı?
 Ağlamaktan mı bilinmez
Islanmış yüzün çocuk!
Sen bunca hüznü hangi şehrin sokaklarında biriktirdin
Biriktirdin de dağıtırsın gözüne
Her değen bakışa
Kaç gündüze düşer geceden ödünç aldığın gözlerin senin
Yağmur kirpiklerinden damlarken şehre
Avutmak seni kaç ninniyle mümkün
Ah çocuk!
Kirli kentlerin yitik sevinci
Masumiyet ülkesinin son kalesi
Avucunda bir dünya kurulu senin
Dağları hasret, yolları hasret, ırmakları hasret
Bunca hasreti çoğaltan gülüşünün kıvrımından
Bir öpsem çocuk
Diner mi sızısı hüzne hasret kalmışlığımın
Çocuk…
Ah çocuk… !

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder