SONBAHAR YAPRAKLARININ TEDİRGİNLİĞİNDE/Hidayet BAĞCI

"Şûle-rîz ettin yine vaktiyle yanmış gönlümü,

Eyledin mecrûh-i nev gûya kapanmış gönlümü."

Tahir’ul Mevlevi

 

Sonbahar yapraklarının tedirginliğinde kaldı Belkıs’ın kalbi. Ya hep yazmalıydı ya da hep yazmalıydı. Okumakta olduğu Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” kitabının arasına kurşun kalemini bırakarak mektup arkadaşına mektup yazması gerektiğini düşündü. Bu mektup arkadaşlığının bir ölçüsü sınırı olsa da o kendince mesafesini koruyarak sınırlarını aşmalıydı. Öyle değil mi ki mektup yazmak iki kişi arasında mevzu bahis olan mahrem bir iletişim yoluyken soğuk mesafeler de ne’yin ne’siydi? Pastel tonlarda aldığı zarflardan sarı renkteki zarfı seçti. Yazılmayı bekleyen beyaz sayfa tam da önündeyken inci inci dizmeliydi kelimeleri, içinden geldiğince. Belkıs içindekini sesli düşünürcesine cümlelere dökmeliydi.

İnsanın hayatına giren her şey yol alıp ilerlese de bir durağı elbette vardı. Gönül bağı kurulan her kalpten sorumlu olan insan bu yolda daha duyarlı adım atmalıydı. Belkıs için mektuplaşmak bir nevi insanın kendini dinlemesi ve zihinden süzülüp berraklaşan düşünceleri not etme işiydi. Aynı zamanda muhatabındaki insanının düşüncelerini dinlemeye değer görerek farkında olmadan karşısındaki kişiyi onurlandırmaktı. Bir zamanlar muhatabında kimse yokken kendince zarfı açılmamış mektuplar yazıyor ve biriktiriyordu. Şimdi ise her şey başlı başına dikkat ve özen isteyen bir meşguliyet halini almıştı.

Belkıs önündeki beyaz kağıda “Bugün” dedi ve yazmaya başladı. “günlerden pazartesi ve mevsimlerden sonbahar… Ağaçların dallarındaki yapraklar rüzgarın kolları arasına düşmemek için yaprak uçlarına kadar üşüse de sımsıkı sarılıyordu dalına. Yağmur, bu mevsimin yağdığı son mevsim olmadığını bilse de yine de sağanak bir şekilde yağıyordu toprağına. Her yağmur yağmak istediği toprağı da bilir mevsimini de. İşte her kalem yazmak istediği kağıdı da bilir yazılmak istediği adresi de. “ diye devam eden cümleleri sıra sıra yazıyordu ki kapının zili çaldı. Kapıyı açtı ve gelen kadının ellerinde rengarenk bir çiçek demeti gibi duran, Murad’a yazdığı mektupların zarflarını gördü. Gelen kişi mektup arkadaşı Murad’ın kız kardeşi Melike’ydi. Belkıs misafirini evine aldı, odasına buyur etti. Mutfakta misafiri için kahve hazırlarken heyecandan taşırdı iki kişilik kahveyi. “Acaba neden geldi?” gibi sorularla zihni meşgul olurken Melike de odanın duvarında asılı duran söğüt ağacı tablosuna dalmış bir şekilde Belkıs’ın gelmesini bekledi. Belkıs odaya girdiğinde Melike, elindeki mendil ile kirpiklerinden yanağına doğru kayanların, kucağında bir demet çiçek gibi duran mektuplara düşmesine engel oluyordu. Melike söze ve öze nereden başlayacağını bilemese de gözyaşları eşliğinde bir hafta önce kardeşi Murad’ı elem verici bir trafik kazasında kaybettiklerini ve onu toprağa sırladıklarını ifade etti. Melike ve ailesi de Murad’ın değerlerinin mahrem olduğunu bilerek bu emanetleri Belkıs’a vermeyi uygun bulmuşlardı.

Belkıs duyduğu acının varlığı ile tuzla buz olmuş gibiydi. Gözleri bir noktaya sabitlendi ve oturduğu yerde taştan bir heykel gibi durdu. Melike elindeki rengarenk mektupları Belkıs’ın ellerine bir çiçek edasıyla bıraktı. O anda Belkıs’ın gözlerinden yanağına yuvarlanan kocaman bir göz yaşı uçurumdan yuvarlanan bir kaya gibi düştü zarfların üzerine. Belkıs bu acıyı sessiz bir şekilde kucaklarken taştan bir heykel olmadığını, gözyaşlarını ellerinin kenarıyla silerken anladı ve kendine geldi.

Melike, Belkıs’tan müsaade isteyip ayrılırken masada duran beyaz kağıda baktı ve kardeşine yazılan son mektubun sadece son cümlesini okudu…

“…Sonbahar yaprakları gibi baharı üşüyerek bekliyoruz ve her yaprak ilkbaharda açmak için sonbaharda dökülerek kendine aşı yapıyor. Onlar iyileştirmeyi ne de güzel beceriyor, değil mi? Oysa biz insanlar iyileşmeyi bilmiyoruz, bilemiyoruz. Kendine dokunarak iyileşen kaç kişi var bu dünyada? Peki bir başkasının acısına dokunarak iyileşen kaç kişi var?”

1 yorum:

  1. Toprağa sirlanilacak bir yaşamda mevt ve ba's tellerine böyle güzel dokunmak...

    YanıtlaSil