“Nasıl
olmuştu ana?” dedim. “Baban askerdeydi. Çok ağladım. Zaten doğru dürüst bir
yemek olmazdı, ben olanını da yemedim günlerce. Bağdan bahçeden bir şeyler
deşirirken ne ağzıma attıysam o öğünüm oldu. Gündüz ben kendim için ağlardım,
geceleri babanın yerine… Her gece düşüme girerdi baban; Selver Hacı’nın yaptığı
tahta valizi yerde, kendi Konak Taşının üstünde. Köye girmezdi. Eve gelmezdi.
Konuşmazdı. Ben yanında çok durursam asker tıraşlı başını yerden kaldırmadan
‘Kızı n’ettin?’ derdi. Uyanırdım o zaman. Etrafımı yoklardım. Oğlanlar uyuyor
olurdu yanı yanına. Kız… Harmancık mezarlığında.”
Okuyucu düğün davetiyesi dağıtıyordu. Eve girdi bir kibrit bıraktı ev sahibine. Düğün sahibinin selamını söyledi sonra. “Düğün davullu” dedi, davulcuların parasını kendisi veriyormuş gibi övüngen bir edayla. Ev sahibi okuyucunun torbasına bir tabak bulgur koydu. Evin oğlu okuyucudan önce çıktı evden. Hiç öylesine yürüyormuş gibi okuyucunun yoluna doğru yürüdü. Okuyucu yanından geçerken usçalık -yavaşça- “Düğüne Berduş da davetli mi.” dedi.
Ekim ayıydı. Hatta ilk günleriydi ekimin. Bir
kar yağmıştı bir iki gün önce. Elif Anamgile gitmiştim. “Nasılsın Elif Ana.”
dedim. Sevindi “İyiyim oğlum.” dedi. “Akşam namazdan sonra dua ettim, Allah’ım
yeşil yaprağın üzerine kar mı olurmuş, bu karı al ta şu dağların başına götür
dedim.” dedi, değneğiyle; karlı, karşı dağları göstererek.
Omar
derler bizim köyde Ömer’e. Yiğit adamdı Ömer Emmi. Dik kafalıydı ama. Ben
yanındaydım saradı içindeki afarayla birlikte fırlattığında. Sarattaki buğdayın
samandan ayrılması için rüzgâr esmeliydi. O saradı salladıkça buğday ayağının
dibine, saman ve ot çöp harmanın kenarına doğru savrulup gitmeliydi. Esmedi
rüzgâr… Mekânı cennet olsun Ömer Emminin. Yeğeni Hasan Ejderha şair oldu, yazar
oldu. Kitap yazdı. “Dünya çocuklarının amcası” oldu.
Bereketsiz olur harman” dedi.
Gün oldu:
“Harmanı
yanan bir ihtiyarın
Yoksulluğunca
yanıyorum”
dedi.
“Ana” diyorum “bize,
çocuklarına hakkını helal ediyor musun?” “Aman oğlum çocuklarım bana haklarını
helal etsinler, ben sizlere ne yapabildim ki?” diyor anam. Allah uzun ömürler
versin. Anamın yeğeni Cafer Keklikci de şair oldu. Çeşit çeşit kitaplar yazdı.
“Herşey uzak: ellenmiş
bir can çıkacak herşey uzak
bir kurdelâ takılmayacak
bir kızın saçlarına herşey uzak” diye şiirler yazdı.
Berduş’suz davullu düğün
olmazdı. Davulcudan önce kalkar davulcudan sonra yatardı, düğün günlerinde.
Halayın başına o geçerdi. Davulcu gözüne bakardı. Oyun ismi söylemezdi, her
oyunu bilirdi “Üstündekini vur, altındakini vur.” derdi. Bazen mendil elinde
beklerdi. Biraz daha… Biraz daha. Bir adım atardı sonra. Sol tarafında dizilmiş
tor halaycılara bakardı. Aşka gelirdi kendi kendine. “Atalım atalım” derdi.
“Her kime” diye karşılık verirdi oyuncu arkadaşları. Ve hep birlikte öne doğru
eğilerek “Damadın şerefine heyyy” diye bağırırlardı… Mekânı cennet, makamı âli
olsun Berduş’un da.
Berduş’un -Berduş
Berduş’tur, ona emmi, dayı, abi yakışmaz- oğlu Hüseyin Burak US'da okudu yazdı şair oldu. O da
kitap çıkardı. Şiir tamirine başladı. Tiyatroya can verdi, ruh verdi.
“Provasız ağladım replik
replik mezarları
Baş tutmayan yarasıydım
perdenizin oğlum
Şimdi aklınızdan alt
yazı olarak geçiyorum” dedi.
Sonra:
“Açılmaktan utanan
oruçlar tutuyorum
Yorganım yok oğlum
ayağımı kafama göre
uzatıyorum”
dedi -kim geldi penceresi- kitabında.
Elif Anam iki çocukla
ortalık yerde kaldığı zaman, onu ikinci hanımı olarak alan herifi, “Ben
çocuğunun birine bakabilirim, ötekine karışmam.” demiş. “Dört yaşındaymışım”
diyor karışılmayan çocuk... Elif Anama, önünden ardından gidenlere de rahmet
olsun.
Ve Elif Anamın torunu
Meryem (Yardımcı) Küçük de şair oldu. Kitabının ismini “Dil ve Lâl” koydu.
“Yapraklar serilir
Sonbahar denilir
Karla bahar olur” dedi.
Cafer Keklikci İspat
adlı şiirinde;
“hepimiz bir türkünün
soyup düzelttiği yerden
hepimiz bir aşkın
kanatıp bıraktığı yerden” diyor.
Evet, yukarıda
isimlerini zikrettiğim ve hepsini tanımakla şerefyab olduğum şair ve yazarlar
aynı köyden, Karadere’dendir. Hasan Ejderha ve Cafer Keklikci Harmancık,
Hüseyin Burak Us Karadere, Meryem (Yardımcı) Küçük Kocaseki’den. Bu arada
burada zikretmem gerekir ki, Kocaseki’den bir hikâyecinin daha kitap müjdesi
gün sayıyor. Emine (Yardımcı) Abacı kardeşimizin Vesselam ve diğer dergilerde
yayınlanan hikâyelerini de kısa zamanda bir kitapta toplanmış olarak görmeyi
murat ediyoruz. Yine Harmancık’tan Şair Şeyhşamil Ejderha’nın yakın zamanda
çıkması muhtemel şiir kitabı da heyecanımızı arttırmaktadır.
Meryem Küçük; Yoldaki
Kalemler, Vesselam Dergisi, Usare Dergisi, Tebriz’de (İran) Azerbaycan
Türkçesiyle yayınlanan Köprü dergisinde şiirler yazıyor. Gülnar Yayınlarından
Ağustos 2021’de çıkan Dil ve Lâl ilk kitabıdır. Kitapta hepsi birbirinden güzel
kırk bir adet şiire yer verilmiş. Bir parmak bal misali:
Şehir ve İnsan
“Aşkın ve sabrın tahammülünde gönül
Hala umut var kuşlar uçuyorsa göğünde.”
…
“Sürgünlerini kucaklar yücelik duygusuyla
Durulana durulana/ yunur şehir…”
Bağıra Bağıra Susan Bu
Medeniyet Bizim
“…
Yeniden kuramadık
bu asrın inşasını
avuçlarımızda can verdi
öz benliği tarihin
…
Koca bir devrin padişahını/
Sürgün ederken/gömdük
Biz şanlı medeniyeti”
Tövbem Kırık
“yazarak ölsem/yazarak dirilsem
kader olur mu/sussam
şiir yorulur mu”
Meryem
Küçük kardeşimizin kitabının hayırlı uğurlu olmasını, okurunun bol ve kitaplarının
devamının gelmesini diliyorum. Erzurumlu şair dost Muhammet Hanefi İspirli
geçenlerde, “Büyük bir emek ve bir kitap… Öncelikle yakının, arkadaşın, dostun
kitabı hediye etmeni bekliyor… Ya hu gidin alın.. Siz sahip çıkın.” demişti.
Muhammet Hanefi İspirli’ye canı gönülden katılıyorum. Size zahmet gidin alın bu
kitabı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder