“Mutluluğu gökyüzünde arıyorsan, peki yeryüzünde ne duruyorsun?”
Kimi mutluluklar
ayrıntılarda gizlidir ve onları görebilen bir bakış gerek. Kimisi ise göz
önünde bulunur fark edilmez. Nihayetinde her iki durum da fark edilmeyi ister.
İnsan bir kez şükretse mutluluk da ayrıntılara gizlenmez.
Şiir Naz, ibriğe su
doldurdu. Valizden çıkardığı dantelli beyaz havluyu da kızının ellerine verdi.
“Baban abdest alacak
kızım, onu dikkatle izle olur mu? O abdest aldıkça sen de onun ellerine azar
azar su dökersin derdim amma daha küçüksün. ” dedi Şiir Naz, kızına. “Bir
zamanlar ben, köye gitsem de İhsan babam namazını eda etmek için abdest alsa da
ellerine su döksem, havluyu kendisine uzatsam, hayır duasını alsam derdim
kızım” dedi içinden Şiir Naz.
“Eee, herkes hazır
olduysa ben de abdestimi alayım da babamızla annemizi ziyarete gidelim. Onlar
da bizi bekler.” dedi Nureddin.
“Babacığım, ben buradayım,
abdest suyun yanımda ve havlun bende.” dedi küçük kız gözlerinin içiyle
gülerek.
“Düğünün ertesi günü
Nureddin’in annesi Çeşmi Naz gelinine usulünce “Kızım, suyu azar azar dökersin
babanın ellerine. O, Besmele-i Şerife okumaya başlayınca avucunu açar sen de
azar azar suyu dökersin. İhsan baban her bir uzvunu yıkama hareketinde dua okur.
O avucunu açtıkça yavaş yavaş suyu akıt.” Diye anlatıyordu. Şiir Naz ilk defa
böyle bir usulle karşılaşmıştı. Bir elinde su ibriği diğer elinde havluyla kayınatası
İhsan için kendisine tarif edileni yaptı. Nureddin’in babası İhsan yüzünü
havluyla kurularken gelini Şiir Naz için “ Bahtın, günün ak olsun kızım” dedi.”
Şiir Naz daldığı hayalden kocasının sesine uyandı.
“Aman da kızım bana
havlu uzatırmış, bahtın günün ak olsun güzel kızım” dedi Nureddin, afacan Amine
Şuara’ya.
Ailece kabristana
geldiklerinde Ebru’nun oniki yaşındaki hafız oğlu İsmail Hakkı Vakıa suresini,
Amine Şuara da annesinin ezberlettiği şekilde Fatiha suresini okudu. Şiir Naz
kayınataları İhsan ve Çeşmi Naz’ın aziz ruhlarına okuduğu Fatiha ve İhlas
surelerini bağışladıktan sonra kirpiklerinden yanağına doğru kaymaya başlayan
gözyaşlarına engel olamadı. Başladı onlarla rabıta-ı bir hal ile konuşmaya:
“Sizlerle değişti
hayata olan bakışım.
Biliyor musun Çeşmi Naz
ana? Nureddin ile nasıl tanıştığımızı sorduğun da sessiz kalmıştım. Çünkü Nureddin
size beni nasıl anlattığını bilemediğim için o gün, tanıştığımızı bu
suskunluğuma teslim etmiştim. Ben Edirne’den, Nureddin ise Akdeniz bölgesindeki
Kahramanmaraş’ın Sırbarajını kendine mesken eden bir köydendi. Bildiğiniz gibi
aynı üniversitede farklı bölümlerde okuyorduk. Onunla yeni tanıştığımızda ben
edebiyat öğretmenliği ikinci sınıf öğrencisi, Nureddin ise peyzaj mimarlığı bölümü
üçüncü sınıf öğrencisiydi. Kütüphanede derslerimize çalışırken iki dönem
boyunca birbirimizden habersiz aynı masayı kullanmışız. Benim derslerim
sabahları, onun dersleri öğleden sonra olurdu. Bir gün ikimizin de boş vakti
aynı saate denk geldi. Kendimiz için ayırdığımız çalışma masasına ikimiz aynı
anda sahip çıktık. Sanırım bizim aşkımız işte o masada başladı. Sonrası mı?
İşte buradayım.
Nureddin’in haberi yok
ama ben şu an ikinci çocuğumuza hamileyim.”
Kirpiklerinde asılı
durup da yanağına düşen her bir damlayı parmaklarının ucuyla silen Şiir Naz,
Ebru’nun sesiyle kendine geldi “Yenge, birazdan yağmur yağacak, ıslanmadan
arabaya gidelim. Ağabeyim seni bekler.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder