DÜŞLERİN DEHLİZİ/Azize BATİ

 

Fotoğraf:Yasin MORTAŞ


Aylar sonra Yaşlı Bilge’nin son gün dedikleriyle uyandı günün rüzgârlı sabahına. Yıllar önce yaşadığım kasabandan ayrılmış olmanın ağırlığı birkaç saat içinde bütün bedenini ve zihnini etkisi altına almıştı. Bilgenin evinden ayrılmadan önce posta kutusuna bıraktığı iki satırlık mektupla hayatında yeni bir pencere açılmıştı. Çocukluğu boyunca merak ettiği bir sırrın kapısı yeniden aralamış gibiydi.

“Neyi istemediğini bilirsen istediğin yerde kendini bulursun.”

                                                                     Yaşlı Bilge

Oyun arkadaşlarımla oynarken sıkılınca bir kenara geçip onları izlerdim. Birkaç saat içerisinde kendi başıma oturduğum köşede hangi oyunu arkadaşlarımla oynamayı daha çok istediğimi belirledikten sonra onları sıkılmayacağım bir oyuna nasıl daha kolay bir şekilde ikna edebileceğimi düşünürdüm. Nihayetinde her akşamüzeri güneş battıktan sonra eve giderken mutlu dönmeyi başarır yüreğimde mutluluğun bütün renklerini taşıyarak evime dönerdim. Yıllar sonra büyüdüğümde istediğim yerde kendimi bulmam gerektiğini Yaşlı Bilge sayesinde hatırlamıştım. Niçin çalıştığımı bilmeden geçirdiğim bir gün ayakkabımın acımasız saldırısına uğradığımdan ayak tabanlarımın altında acı bir sızıyla evin yolunu bulmaya çalışıyordum. Durakta indikten sonra zamanın geçmek bilmeyen on dakikasından sonra artık yürüyemez halde olduğum için köşede duran bankın üzerine yığılır vaziyete oturunca bütün sabah boyunca Bilge’nin gitmeden önce evimin posta kutusuna bıraktığı tek satırlık mektubunu hatırladım. İrkilerek bunun için olmalıydı üzerinden yıllar geçmesine rağmen ayakkabımın bana bütün gün çektirdiği bunu hatırlatmak içindi. Düşünceler beynimin içerisinde birbirini kovalarken çocukluğumun oyunları mutluluğuma yeniden ilham olmuştu.

Güneşin doğuşuyla, yeniden tek düze hayatıma uyandıktan sonra çalıştığım kurumun üniformasını giyinip saçlarımı her zamanki gibi ensemin altında siyah bir toka yardımıyla esir ederken bir önceki günün etkisinden çıkmaya çalışıyordum. Tanımadığın bir şehirdeysen kurallara uymak zorunluluğunu bilmeliydim. Şayet saçları dağınık açık olan bir personellin verdiği mücadeleye şahit olduğumdan siyah kelepçeye benzer tokayı saçlarıma vururken onları rüzgârın esintisinden mahrum bıraktığım için üzülür bir yandan da özgürlüğe imtiyaz olmadığı için bütün kural koyuculara kızardım. Bir yanda da fikirler hür olduktan sonra toplu veya dağınık olmanın bir farkı olmadığına inanırdım. Yeter ki dağınık olan fikirler olmasın yoksa gayet düzgün görünenlerin zararlarını da görmüştü. İşe gitmeden önce sabah rutinin tamladıktan sonra artık günün yapılacak olan işleri düşünmeye gelmişti. Yıllarca hiçbir noktası bile değişmeyen düşünceler sabahın ilk saatlerinde güneşin ufuktan yükselişini izlerken korkunç hissettiriyordu. Diğer çalışanların günlük iş raporları, yapılacaklar ve yapılmaması gerekenler... Sanki bugün son okuduğum romandaki kurgunun içinde hayatımı geçirdiğimin farkına varmış ve buna karşı savunmasız kalmıştım. Her yerden gözetleyen birisinin varlığı bitmeyen kurallar dizgesi ruhumu sarsıntıya uğratıyordu. Niçin diyebilmeyi yeniden öğrenmiş olmalıydım. Niçin insanların tek bir şekilde varlığını sürdürme çabası içerisinde olduklarını merak ediyorken kendime yaşantımın griliğine rastladım. Önce kendinden başlamam gerektiğini fark edince çaresiz bir kabullenişle iki gündür aklımdaki her şeyi tekrar bertaraf edercesine kapının koluna uzanarak kendimi dışarı atarak soluklanmıştım. Sabahın serin rüzgârı yanaklarımı okşarken bir önceki günün ağrılarını da ruhumdan yok ediyordu. Her sabah evden çıkarken kafamın içerisinde aynı tiyatro sahnesi, herkes çoktan oynanacak perdede yerini almaya başlamıştı. Pastanenin kasasında erkenden uyandığı için kafasını masanın üzerine koymuş olan on yedi yaşındaki çırak uyuklar vaziyetteyken hemen köşede ki marketin reyonlarına yeni gelen ve raflarda tükenen ürünleri yerleştiren sarı saçlı kız ve durağın içerisindeki benim gibi üniformalılar. Oyuncular değişme uğramadıkları gibi buradaki herkes her gün aynı tiyatro sahnesinde birbirlerinden habersiz birlikte oynuyordu.

Bilge seninle konuşmayı ve dünyada henüz hiç bilmediğim konular hakkında şaşırmayı özledim. Bazen bildiklerim hakkında da hiçbir şey bilmiyormuşum gibi davranırken acemice suskunluğa teslim olmayı. Ben, Hasan’ın çektiği yabancılığı çektiğimi yeniden öğrenirken sen ağzındaki çivilerle ayakkabılarımı tamir ediyordun. Konuşmak istiyorken çoğu zaman susmanın hikmetini öğretiyordun. Ayakkabımı tamircisi Hasan’a gurbette olduğunu unuttururken senin varlığın ruhumun bana seslenişini duyururdu. Hasan’ın garipliği şu an bütün ruhuma nüfuz etmişken bu gün ayakkabı tamircisini bulmak için sokakları dolaşırken karalar ve griler içinde insan suretlerini görüyorum. Tepelerindeki güneşin etkisiyle çölde susuz kalmış bedevileri, divaneleri andırıyorlar. Renklerinin farklı oluşu beni korkutmuyordu ayrıca konuştuklarında ağızlarından çıkan sözler de beni korkutan hepsi aynı düşüncelere biat etmesiydi. Düşlerin hiçbir anlam taşımadığı koca bir dehlizin karanlığında hep aynıydılar. En korkunç olanı da benim zaman içerisinde saati tersine akan biri olarak çaresiz kabullenişimi fark etmemiş olmamdır. Hatta kimi zaman farklı sözcüklere meyil ederek kendi özgürlüğümü esarete sürüklememdir.

Mihra’nın yeniden kaçışı başlamış olacak ki saatin geç olduğunu ve herkesin evlerine dağılmak için toparlandığını fark etmesiyle masasında duran dosyaları aynı hizaya getirdi. Hızlı adımlarla düşüncelerinden kaçarcasına elindeki anahtarların şıngırtısıyla odasının kapısını kilitleyip yeni bir yaşama adım atmıştı. Günlerce ruhundaki rahatsız edici uyarışlara kulaklarını tıkayarak yaşamını sürdürürken bir sesin onu rüyasından uyandırmasını bekledi ama ondan başka aynı sızıyı çeken kim varsa sessizliğe bürünmüş olduğundan aradığı her yerde kendisinden başka kimseyi bulamadı. Elindeki yaşamı ile kaybettiği arasındaki renkleri yeniden arama telaşına girmişti. Kolundaki saatini hangi zamana doğru aktığını bir türlü çözemiyorken rastlantıların ve tesadüflerin hayatın bir armağanı olarak gördüğünü tekrar edip duruyordu. Kalbindeki saati ile kolundaki saatinin akrep yelkovanı aynı zamanı gösterip aynı yöne akmadığı sürece kendini bulamayacağını da biliyordu. Yaşlı Bilge’ye adresini unutmuş muydu? Huzur sokak ama sonrasını bir türlü çıkaramıyordu. Hafızası ona oyun oynarcasına her düşündüğünü reddedip yeni bir adrese yönlendiriyordu. Adresin yanlış olmasını korkması cesaretini kırıyor onu sessizliğe hapsediyordu.

Rüzgârın ona Yaşlı Bilge’nin sözlerini fısıldadığı sabah ayağındaki ayakkabılarının canını daha az acıttığının farkına varmıştı. Nisan ayının son sabahında yıllarca misafiri olarak yaşadığı evin kapısından evin sahibesi olarak çıkmıştı. Bir hafta öncesinde müdüriyet görevine yükselmiş olduğu işinden istifasını vermiş olması yıllarca kaybettiği zamanı yeniden bulmuştu. O gün maviliğini unuttuğu denizin ve gökyüzünün ahengini aynı dakikalarda yakalamış olmanın verdiği mutlulukla yürüdü tüm kaldırımlardan. Gözlerinin gördüğü gri taşlar bu sefer yere serilmiş bir gökkuşağı rengindeydiler. Düşlerini dehlizin karanlıklardan kurtarmış olması yüreğinin yeni bir ritimde seslenişini duyuyordu. Zamanla sıradanlaşan hayatı griden rengârenk bir kartpostaldaki renklere kavuşmuş olacaktı ki yağmur bulutlarının geldiğini görmeseydi.

Sayın Bilge burada herkes aynı kaygı içerisinde kutu gibi evlerde yaşama korkusundan dolayı yaşama olan tutkularını kaybetmiş. Sanki hepsi bir idam mahkûmunun bir suçlunun hayatını sürdürmekle yükümlülermiş gibi davranıyorlar. Denizin ve göğün benim gördüğüm renkte onlarında görüp sevineceğini düşünerek hata yapmış olduğumu farkına vardım. Gri kimliklerle hep aynı döngüde yer alanların birbirlerine olan saygı duruşlarına benim duruşumun aykırı kaldığını aldığımda içimi burkan bir anlaşılmazlık doğdu. Kafka’nın bulantıları ben hissederken onlar örümcek ağlarına asılı duruyorlar. Zaman sevgili Bilge kimliklerimizi her gün yeniden şekillendiriyor. Vadilerde yok oluşlarımızı izlerken küllerimizden yeniden doğmamıza izin veriyor. Bu kente geldiğimden ilk günden bu güne kadar sayısız suretin içinde ruhların esir oluşunu izliyorum. Kalabalıklar ürkütürdü ilk başlarda fakat şimdi alışmış olmalıyım bütün yabancı seslere ki zaman zaman ben de rengini kaybeden bulutlara benzediğimi fark ediyorum. Gökkuşağını sadece çocukların gülüşlerinde ve suretlerinde buluyorken onların saf tertemiz duruşları renkleri unuttuğumda bana kimliğimi hatırlatıyorlar. Belki de ben her zaman onların yaşlarında olduğum günleri özlüyorum. Göğün maviliğini, onların siyah, kahverengi, yeşil gözlerinde ve gülüşlerinde bulurken suretleri ışıklı ufuklar seriyor önüme o anlarda dünyanın en mesut insanı oluyorum sanırım.

Ağaçların dallarında toplu gezen kuşlar da aynı döngü içerisinde midir? Geçen hepsinden uzakta kahverengi bir pervazın önünde tek başına duran sürüden ayrılmış bir kuş gördüm. O da benim gibi renklerin keşfine çıktı diye düşünürken onların dünyasını merak ettim. Pazar günü sekiz kırk beş vapuruyla adaya seni ziyarete geleceğim lütfen bana kuşları anlatır mısın? Bu sefer sadece seni dinleyeceğime ve sözünü kesmeyeceğime söz verebilirim. Çünkü bu konu kaç gündür zihnimdeki bütün meselelerin önüne geçmiş durumda ruhumu gıdıklıyor.

Mektubunu özenle zarfın içerisine yerleştirdikten sonra çekmecenin ilk gözüne yerleştiren Mihra artık hayatındaki renklerin anlamını bulma çabasıyla çırpınıyordu. Sadece kendinden başlayarak çıktığı bu yolculukta kimleri tanıyacak yahut hangi insanlardan vazgeçecekti. İşinden ayrılması onun için ilk günlerde zorluklara neden olsa da artık alışmış olsa da çözemediği bir durum vardı. Bütün alışılmışların dışında bir hayatın varlığı mümkün olabilir miydi? Düşleri saatlerin zamanla olan kavgasına o da katılmıştı.

Bilge’ye gönderilen mektup soluk sarı zarfın içerisinde geri geldiğinde Mihra yağmurun pencerelere vurduğunu hissetmişti. Çocukken oynadığı oyunlar değişmişti artık Bilge’den sonra nereye hangi rotaya gitmesi gerektiğini belirlemek için sessizce koltuğunun üzerine oturdu. Yıllarca hiç yağmadığı kadar yağmur yağmıştı o akşam bir yandan şimşekler bir taraftan da akşamın karanlığı her şeyi sessizliği ile örtüyordu. Kutu gibi gri evlerin duvarlarını aydınlatan lambalar yanıp sönüyorlardı. Sabahın ilk ışıkları penceresinden yüzüne vurunca yüreğindeki sızıyı tekrar hissetmişti. Masasında yarım kalmış kitabının sayfalarında kaybolmak isterken dışarıda süren hayatın bir parçası olma zamanın tekrar geldiğini fark etmişti. Sahte seslerin ve yüzlerin soluk renklerini kabul etmek ona yeni olan neyi verebileceğini düşünürken bu sefer düşlerine takılmıştı. Ayaklarının sızısı henüz yeni geçmişken merdivenlerden yeniden çıkıp bilmediği yollarda yürümesi gerekecekti. Bu sefer neyi istemediğini bildiğinden gelecek ile geçmiş zaman arasında kaybolmayacağı umuduyla tekrar hayat sürgününe çıkma zamanını geldiğini anlamıştı. Bulacağı her köşe gideceği her yolda adımları olmak istediği yere vardıracaktı. Bilge’nin sesi onun içerisinde oyun oynarken hep var olmuştu ve yıllar sonra yine buğulu pencereler arkasında sıkışmış ruhu yeniden sesini duyurmuştu. Akrepler ve yelkovanlar aynı zamanı göstermeye başlamış gibiydi. Mihra için yağan yağmurdan sonra güneşin ışıkları yeniden doğarken Bilge’nin üzerine de gün yeniden doğmuştu.



                                                                                                        


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder