Çocukluğumdan beri seyahat etmeyi, gezmeyi ve görmeyi çok severim. İlkokul çağlarımda güreşmek için arkadaşlarımla birlikte komşu köylerdeki düğünlere giderdik. Ortaokulu komşu köyümüz Tekir’de okudum. Tekir’de okurken ders çalışmak için Gösteren, Hacıveliler ve Kurucaova gibi yakın köylerde oturan arkadaşlarımın evlerine misafir olurdum. Tabi ki arkadaşlarımda kimi zamanlar bizim eve misafir oldular. Tekir- Döngel yolunda gidip gelirken yaşadığım maceralar, tanık olduğum olayları anlatsam gözyaşlarınız sel olur akar. Kahramanmaraş Endüstri Meslek Lisesinde okurken okulun güreş takımına girdim. Okulun güreş takımında iken bölge şampiyonalarına katılmak birçok farklı şehre gitme imkânım oldu. Güreş müsabakası için gittiğim şehirlerin tarihi ve turistik yerlerini gezme şansı yakaladım. Erciyes Dağını, Harput Kalesini bunlar arasında sayabilirim.
Niğde’de üniversite okudum. Bu vesileyle İç Anadolu Bölgesinin kadim şehirlerini bir seyyah misali baştan sona dolaştım. Kapadokya Bölgesini ve Ihlara Vadisini onlarca kez ziyaret etme imkânı buldum. Konya’daki Mevlana Külliyesini ve Bor’daki Şeyh Kudüs’ü türbelerini ziyaret ederek dualar okudum. Hasan Dağından çiçek topladım. Okulumuzun düzenlediği “Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgesi Tarih ve Coğrafya İnceleme Gezisine” katılarak Samsun’dan Sarp Sınır kapısına kadar Karadeniz Bölgesinin bütün şehirlerini dolaştım. Dönüş yolunda Çıldır Gölü kıyısındaki Alparslan Hanın yazlık tahtını görünce içim büyülendi. Erzurum’daki Aziziye Tabyalarını, Sivas’taki Çifte Minareli Camiyi nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Mensubu olduğum sivil toplum kuruluşlarının organize ettiği toplantılara katılmak için Ankara, Kayseri, Tokat gibi şehirlere yaptığım seyahatlerin sayısını hatırlamıyorum. Anlayacağınız öğrencilik yıllarım sosyal ve kültürel geziler bakımdan oldukça verimli geçti.
Memuriyet hayatına öğretmen olarak serhat şehri Van ilimizin yeşil Erciş ilçesinde başladım. Erciş’te öğretmen iken Hakkâri’den Kars’a, Gaziantep’ten Erzurum’a Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki şehirlerimizin tamamını gezdim, dolaştım. Şanlı Urfa’nın Balıklı Gölü, Van’ın Akdamar Adası, Ahlat’ın Selçuklu Mezarlığı hafızama unutamadığım eserler arasında yer alır.
Van’dan Adıyaman’ tayin olunca göreve Nemrut Dağını ziyaret ederek başladım. Ülkemizin önemli eserleri arasında yer alan Atatürk Barajı Hidro Elektrik Santralini inceledim. Cendere Köprüsün üzerinden geçtim. Gölbaşında bulunan İnekli, Azaplı ve Gölbaşı Gölleri uğrak yerim oldu. Tatil için Akdeniz ve Eğe kıyılarını tercih ettim. Hizmet içi eğitim kursları nedeniyle Ankara başta olmak üzere pek çok şehri ziyaret ettim. Katıldığım kurslarda birçok yeni dostlar, kıymetli arkadaşlar edindim. Üniversiteye intisap ettikten sonra seminer, panel ve benzeri etkinlikler kapsamında Antalya ve Adana başta olmak üzere onarca şehir dolaştım ama çok istememe rağmen o güne kadar Aydın Kuşadası’nı görememiştim.
Sütçü İmam Üniversitesinde satın alma müdürü olarak görev yaparken kurum yöneticilerimiz tarafından iş arkadaşım satın alma şefi Osman Karpuz ile birlikte Aydın Kuşadası’nda düzenlenecek olan satın alma seminerine katılmak üzere görevlendirildik. “Kulun istediği bir göz Allah verdi iki göz” atasözümüz misali bu görevlendirme işine çok sevindim. Çünkü hem mesleki alanda yeni bilgiler öğrenecektim hem de görmeyi çok arzu ettiğim Kuşadası’nı görecektim. Görevlendirme onayımız otobüs ile olsa da biz Kuşadası’na hususi otomobil ile gitmeye karar verdik. Yolculuk esnasında uğrayacağımız yerler, ziyaret edeceğimiz kişilerle ilgili bir plan hazırladım. Hazırladığım planı Osman Beyle paylaştım. Planda Osman Beyle mutabık kalınca hazırlık yapmaya başladık. Hafta sonu yola çıkacağımız için bir günde valizlerimizi hazırladık. Ziyaret edeceğimiz kişilere takdim etmek için hediyelerimizi aldık. Cumartesi günü sabah namazından sonra benim arabaya binip hareket ettik.
Gün doğmadan evvel Nurdağı’na ulaştık. Nurdağı’ndan otobana girip rotamızı Adana ‘ya çevirdik. Viyadükleri geçip, rampaları çıktıktan sonra Gâvur Dağının zirvesine çıktık. Dağın zirvesinde sessizce dönen rüzgârgülleri karşıladı bizi. Zirveden aşağıya doğru inip, tünelleri geçtikten sonra Osmaniye’nin Bahçe ilçesine ulaştık. Bahçe’yi geçtikten biraz sonra sağ tarafımızda kalan Düziçi ilçesindeki dostlara uzaktan el sallayıp, Dumanlı Yaylasını selamladık. Yolumuzun solunda kalan Osmaniye’ye yaklaşırken Çukurova’nın nemli havası bütün gücüyle üzerimize çöktü. Ceyhan’dan geçerken bir anda can kardeşim, yakın arkadaşım Mutlu Toygar’ı hatırladım. Evine uğrayıp bir bardak çayını içmek istedim ama vakit çok erken olunca düşüncemden vaz geçtim. Adana’ya varınca Balcalı Hastanesinde amcamın oğlu Celal’in başında refakatçi olarak kaldığım günler geldi aklıma. Yeniceden sonra sağ tarafa Toros Dağlarına doğru kıvrıldı yolumuz. On dakika sonra Çukurova’nın bunaltıcı ikliminden kurtulup Toros Dağlarının temiz havasını teneffüs etmeye başladık. Yolculuk esnasında bir taraftan gittiğimiz yolun çevresinde kalan güzellikleri seyrederken bir taraftan da muhabbet etmeyi ihmal etmiyorduk. Osman Karpuz nüktedan bir insan olduğu için yolculuğumuz coşkulu geçiyordu.
Pozantı’ya varmadan önce Gülek Geçidi yakınlarında yakıt ikmali için durduğumuz tesislerde acıktığımızı hissederek kahvaltımızı da yaptık. Toros Dağlarının derinliklerinde gelen buz gibi su ile yüzümüzü yıkayarak yolumuza kaldığımız yerden devam ettik. Pozantı’ya varınca gençlik yıllarım geldi hatırıma. Birden bire duygulandım. Yaşar Sağlam Abi ve Pozantı’da misafir olarak geçirdiğimiz geceler geldi gözümün önüne. Biz İbrahim Sağlam ile Niğde’de okurken Yaşar Abi Pozantı’da Orman İşletme Şefi olarak görev yapıyordu. İbrahim Pozantı’ya abisinin yanına giderken bazı hafta sonları yanında beni de götürüyordu. Pozantı da Yaşar Abi bizi en iyi şekilde ağırlıyor, harçlığımızı da vererek Niğde’ye uğurluyordu bizi. Anlayacağınız her gelişimizde Pozantı’dan mutlu olarak ayrılıyorduk. Şeker Pınarına varınca su içmek için arabayı sağ tarafa çekip durdum. Şeker Pınarından suyumuzu içtik. Yanımızdaki boş şişeleri doldurduk. Şeker Pınarından ormanların içine bir hançer gibi saplanan Çamardı karayolunun beni Yavuz Soyluya götüreceğini biliyordum ama zaman darlığı nedeniyle kalbim o tarafa doğru dönse de arabayı o yöne döndüremedim. Bitmek tükenmek bilmeyen Çakıt geçitleri bittikten hemen sonra Çiftehan Kaplıcalarına ulaştık. Dışarıdan baktığımda Çiftehan Kaplıcaları her zamanki gibi yine kalabalık ve haraketli görünüyordu.
Zaman darlığı nedeniyle Çiftehan Kaplıcalarında da mola verip şifalı sularında banyo yapma imkânımız olmadı. Zamanımız dar olduğu gibi yolumuz da çok uzaktı. Çiftehan’ı geçtikten sonra Hasangazi Köyü yakınlarında sağ taraftan kuzeye doğru Niğde yolu ayrıldı. Niğde levhasını görünce birdenbire duygulandım. Gözlerim yaşardı. Osman Beye üniversite öğrencisi iken Niğde de yaşadığım hatıralardan bir tanesini anlattım. Osman Bey üzülüp başladı ağlamaya. Benim ağlamam gerekirken ben Osman Beyi teselli etmeye başladım. Ulukışla’ya vardığımızda Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” şiiri geldi hatırama. Osman Beye Han Duvarları şiirini baştan sona kadar ezbere okudum. Hikâyesini anlattım. Hikâyeyi bitirdiğimde Ereğli’ye vardığımızı fark ettim. Ereğli’den sonra Konya yolu bitmek tükenmek bilmedi. Yolun kenarındaki elma bahçeleri ve pancar ekili yerler yeşil, buğday tarlaları sarıydı. Karapınar’a varınca Konya’da öğretmen olarak görev yapan sınıf arkadaşım Tamer Küçüksüle’yi aradım. Tamer “Konya Otogarı civarında bulunan bir kafede seni bekliyorum Teyfik” dedi ve telefonuma randevu yerinin konumunu attı. Karapınar Konya arasında gittiğimiz yol bir saatten fazla sürdü. Öğle namazının ezanı okunurken Selçuklunun payitahtı Konya şehrine giriş yaptık. Şehre girerken Mevlana hazretlerinin ve aziz şehitlerimizin ruhları için Fatihalar okuduk. Tamer ile buluşacağımız yeri elimizle koymuş gibi bulduk.
Tamer bizi kafenin önünde karşıladı. Birbirimize sarıldık. Mezuniyetten otuz yıl sonra yüz yüze ilk karşılaşmamız olunca o ağladı ben ağladım. Birlikte öğle namazımızı eda ettik. Yemek yedik. Çay içtik. Öğrencilik yıllarımızı yâd ettik. Konya’da bir buçuk saat kadar zaman geçirdikten sonra Tamer ile vedalaşıp yolumuza devam ettik.
Konya şehir merkezinden çıktıktan sonra yönümüzü Afyonkarahisar tarafına çevirdik. Osman Bey bana Tamer’den ayrıldıktan sonra ” Hocam Kuşadası’ndan dönerken de bu lokantada bir öğün yemek daha yiyelim ”dedi. Ben ise “ Niçin yiyelim Osman Bey “dedim. Osman Bey “Hocam siz sırtınız dönük olduğu için görmediniz. Lokantacı yemekleri kuyumcu terazisinde tartarak verdi. Ayrıca yemekler çok lezzetliydi” dedi. Ben de “ Olur Osman Bey” dedim ve yolumuza devam ettik. Ilgın’ı geçip Nasrettin Hocanın diyarı Akşehir’e intikal ettik. Nasrettin hocanın mayaladığı Akşehir Gölünü gördük. Akşehir’i çıkınca yolun sağında ve solunda yer alan kiraz bahçelerinin bereketi dikkatimizden kaçmadı. Kiraz bahçelerinden toplanan binlerce kasa kiraz traktörlerle yol kenarındaki toplama alanlarına getiriliyor, toplama alanındaki kirazlar ise soğuk hava zinciri bulunan tırlara yükleniyordu. Akşehir’den Afyonun Çay ilçesine kadar kiraz yükleyen yüzlerce tır ile karşılaştık. Gördüğümüz manzara karşısında bu memleketin bir evladı olarak hem sevindim hem de gururlandım.
Konya il sınırından sonra düz ovaların yerini dağlar ve engebeli araziler almaya, coğrafi şekiller değişmeye başladı. Afyon'un Çay ilçesini geçer geçmez sol taraftan Denizli’ye döndük. Afyon'un Dinar ilçesinden geçerken Dinar depremini çağrışım yaptı zihnimde. İlçe merkezine girerek binaları, evleri ve yolları can alıcı gözle inceledim. İlçede depremden eser kalmamıştı. İlçede can veren deprem şehitlerimiz için üzülürken şehrin yeniden modern bir tarzda imar edilmesine sevindim. Dinar'dan sonra yolumuza devam ederken sol tarafımızda kalan Acıgöl’deki tuz üretim tesisleri dikkatimi çekti. Gölün çevresine tuzdan yapılan tepeler ve bu tuzları mamul hale getiren tesislerin olduğu yere vardım. Tuz fabrikasındaki yetkililerden tuz üretimi konusunda bilgi aldım. Denizli’nin Bozkurt ilçesinden geçerken yolun çevresinde gördüğüm insanları bozkurt selamıyla selamdım. Akşam ezanı okunurken Denizli’ye vardık. Denizli’nin girişinde devasa bir horoz heykeli karşıladı bizi.
Denizli’de mola vermeden şehrin batısında yer alan Pamukkale bölgesine geçtik. Arkadaşım Necmettin Günder Pamukkale’deki askeri bir kaplıcada görev yapıyordu. O gece Necmettin Günder çalıştığı tesiste misafir etti bizi. Yemekten sonra tesisin bakır kokulu kaplıcasına girince sıcak su günün bütün yorgunluğunu üzerimizden attı. Necmettin Bey ile Adıyaman’daki hatıralarımızı yâd ettik. Sabahleyin erkenden kalkıp kahvaltımızı yaptıktan sonra Sarayköy istikametine doğru yolumuza devam ettik. Nazilli Aydın üzerinden Söke’ye gittik. Programımızda Söke Kaymakamı Tahsin Beyi ziyaret etmekte vardı. Tahsin Bey bizim vardığımız saatte Bafa Gölü civarında bir açılış programında olduğu için görüşemedik. (Sağ olsun sonra kendisi seminer yaptığımız otele gelerek bizi ziyaret ederek onurlandırdılar.) Tahsin Beyi bulamayınca Söke’den Kuşadası’na geçtik. Kalacağımız otele giderek odalarımıza yerleştik. Otelin lobisinde otururken seminer için Sivas’tan gelen bir gurup arkadaş ile tanıştık. Onlarla muhabbet ederek öğle yemeğine kadar zaman geçirdik. Öğle yemeğimizi yedikten sonra Kuşadası’ndaki tarihi ve turistik yerleri görmek için gezmeye çıktık.
O gün önce Güvercin Adayı, Efes Antik Kentini ve şu anda ismini hatırlayamadığım birkaç tarihi mekânı ziyaret ettik. Kuşadası sahilindeki plajlarda yüzen binlerce insanın yanından geçtik Karadeniz’den Akdeniz’e, Akdeniz’den Karadeniz’e doğru hareket eden Türk ve yabancı bayraklı devasa büyüklükteki yüzlerce gemiyi aynı anda görme şansımız oldu. Güvercin Adadan çıplak gözle görünen Yunan adalarını içimiz burkularak temaşa ettik. Hava kararınca biraz mutlu, biraz hüzünlü şekilde otelimize döndük. Duşumuzu alıp yemeğimizi yedikten sonra yorgun olmamız nedeniyle erkenden yattık.
Sabahleyin seminer başladı. Seminer salonu ağzına kadar kursiyerlerle doluydu. Maliye Bakanlığından emekli olmuş üst düzey yöneticiler seminere eğitimci olarak gelmişlerdi. Eğitimciler ihale mevzuatı, taşınır kayıtları, iş sağlığı ve güvenliği gibi konularda sunum yapıyorlar, kursiyerler ise kurumlarındaki uygulamalarla ilgili örnekler vererek konunun daha iyi anlaşılması hususunda katkı sağlıyorlardı. Bizim Osman Karpuz ortaya attığı aykırı görüşlerle seminere ayrı bir renk katıyordu. Bu şekilde seminer amacına en iyi şekilde ulaşmış oluyordu.
Seminerde günlük altı ders saati eğitim veriliyordu. Eğitim blok ders olarak yapıldığı için saat birde bitiyordu. Biz de eğitimden arta kalan zamanı gezi ve ziyaretlerle değerlendiriyorduk. Bu kapsamda bir gün Osman beyin Selçuk’ta yaşayan ilkokul öğretmeni Senem Gencay Hanımefendiyi ziyaret ederek elini öptük. Senem Gencay Hanım Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızdan Senem Ayşe’nin torunuymuş. O yaşlı haline rağmen bize yemek hazırlaması bizi o kadar minnettar bıraktı ki anlatamam. Bir gün Söke Kaymakamı değerli büyüğümüz Tahsin Kurtbeoğlu Bey ziyaretimize geldi. Kaymakam Bey ile güncel aktüel konular üzerine iki saat kadar muhabbet ederek vakit geçirdik. Bir gün Esma halamın Milas ve Bodrumda yaşayan oğullarını ve torunlarını ziyarete gittik. Bu vesileyle Bodrum ve Milâs’ın tarihi ve turistik yerlerini görme imkânımız oldu. Diğer günlerde Kuşadası’nın plajlarında denize girerek zaman geçirdik. Denizde yüzerken gördüğümüz martılar, güvercinler ve ilk defa gördüğümüz adını dahi bilmediğimiz kuşların Kuşadası’ndan Eğe Denizindeki diğer adalara doğru uçmaları dikkatimizden kaçmadı. Osman Beye kuşların hareketliliğini göstererek “Şefim şu kuşlara bak. Bir plan dâhilinde bir ileri bir geri uçuyorlar. Demek ki buraya boşuna Kuşadası dememişler” dedim. Osman Bey de “Benim de dikkatimi çekti müdürüm” dedi.
Bir haftalık seminer için gittiğimiz Kuşadası’nda bir yandan görev alanımızla ilgili bilgi birikimimizi artırırken, bir yandan da yeni insanlarla tanışarak dostluklar kurduk. O yörede yaşayan tanıdıklarımızı ziyaret ederek silahı rahim görevimizi yerine getirdik. Ayrıca da Kuşadası ve civarındaki turizm merkezlerini gezerek merakımızı giderdik.
Seminer cuma günü sona erdi. Seminer sürecin de bilgi, dostluk ve kültür gibi konularda önemli kazanımlar elde ederek cumartesi günü erkenden Kahramanmaraş istikametine hareket ettik. Kuşadası’na giderken Konya da öğle yemeği yediğimiz lokantada dönüş yolunda da mola vererek öğle yemeği yedik. Bu vesileyle yol arkadaşım Osman Karpuz’un arzusunu yerine getirmiş olduk.
Konya’dan sonra Toros Dağlarını Gülek Boğazından geçerek Adana’ya intikal ettik. Adana’da yakıt ikmali yaptıktan sonra memleketimiz kazasız ve belasız bir şekilde yolculuğumuzu tamamlamanın huzuru içinde memleketimiz Kahramanmaraş’a kavuştuk.
Kuşadası’nda yedi yıldız bir otelde bir hafta günlerimiz çok güzel geçse bile Kahramanmaraş’a geldiğimizde “Bülbülü atın kafese koymuşlar vatanım demiş” atasözümüzün haklı olduğuna inandım. Kahramanmaraş il sınıra girdiğimizde hava kararmış, göz gözü görmüyordu. Aksu Köprüsünü geçerken Abdülhamit Caminin minarelerinin ışıkları gözüme çarptı. Minarelerin ışıklarını gördüğüm anda, gayri ihtiyari içimi baştan sona kadar güzel bir mutluluk kapladı. Sevinçten gözlerim yaşardı.
Rabbim kimseyi sılasına hasret bırakmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder