İLİMİN MAKSADI/Mohamud Mohamed Sheikh Ali

Hani şairi âzam,  mütefekkir Necip fazıl bir mısrasında “Ve ayrılık, anneden,  vatandan, arkadaştan.”  Diyor ya! Sene 2011’in sonlarındayız, liseden yeni mezun oluyoruz, etrafımdakiler de benim gibi üniversiteye gidecekleri için sanırım heyecanlıydılar. Türkiye de olduğu gibi üniversiteye gitmek için ağırlaştırılmış bir sınavımız yok. Malumunuz Somali uzun vakittir iç savaşa maruz kaldı, bu da aşiretler arasındaki anlaşmazsızlıktan kaynaklanıyor; yanı güçlüyü güçsüze, zenginlerin fakirlere küvetlerini gösterdikleri mekân oldu Somali. Olay orada kalmadı her dönem olduğu gibi bu sefer de dini İslam adına kuranı ve sünneti seniyye’yi kendilerine göre yorumlayan işlerine geleni kabul eden, işlerine gelmeyeni görmemezlikten gelen bir grup ortaya çıktı. Yine olay daha vahım oldu demek istedim ki birbirlerini vuruşurken her iki taraf Allahu ekber diyor. Kim doğru yolda, kim yanlış yolda millet epeyce kafası karıştı, öyle duruma geldik ki kardeş kardeşten şüphelenmeye başladı Evden dışarı gideni sağ mı ölü mü nasıl döneceğini herkes Fatihalarla, dualarla bekler oldular. Belki sağ gelir ona bir kurban kesmek isterler ama ne yazık ki kurban kesmek aklından geçse de bunun için kimsenin takati yok…
Aslında benim anlatacaklarım bunlar değildi, varmak istediğim nokta ise: Biz o haldeyken; Türkiye’nin reisi cumhuru (tabii o dönemde başbakandı), Somali’ye gerçekleştirmiş olduğu ziyaret, Somali halkına bir diriliş, dünyaya da örnek dolu bir ziyaret oldu. Evet, Türkiye’den birçok yardım geldi, batılılar gibi sadece gıda dağıtmadılar, Somalilerle kardeş olduklarını gösterdiler, öyle kaynaşma oldu ki, daha önce batılılar tarafından sömürülen Somaliler, beyaz tenlilere karşı bir korku, bir direniş içindelerdi. Hata eskiler: “bu beyazlar var ya, topraklarımıza girerlerse, kadınlarımız hamile kalmaz, gökten rahmet yağmaz.” gibi ifadeler kullanırlardı. Nitekim sömürgecilerin keşif amacıyla Somali’ye geldiklerinde kıyıdan geçmeden bir kaçı bıçaklanarak öldürülmüştü. Evet, büyüklerimiz  “bir beyaz adam yolda gördüğümüz zaman pencereden bakıyorduk”  dediklerini unutmadım. Eskiler böyleydi, şimdi Türk kardeşlerimiz Somali’ye geldiklerinde o bakışlar değişti, hatta yoldan geçen batılı biri olsa, gâvur olsa da Milet kendi aralarında “ha bak orada bir Türk!” var demeye başladılar. Neredeyse gidip “aselamun aleyküm” diyecekler. Türkiye, Somali’ye her türlü yardımda bulundu, yardımlardan biri de ilim yardımı. Hem hükümet hem de çeşitli hayırsever kuruluşlardan eğitim desteği geldi. Aziz Mahmut Hüdayi vakfi, da o kuruluşlar arasında yer alıyordu. Bir gün öğlenvaktinde benim lise okul müdürümden telefon geldi, Mahdudum, sınav var, kazanırsan Türkiye’ye gideceksin. Girmek ister misin? Ben de memnuniyetle diyerek yanıt verdim. Sınava girdim önce yazılı, sonra mülakat, mülakatta yaklaşık yirmi kışı vardık, benden önce girenler hemen çıkıyorlardı. Sıra bana geldi içeri girdim bir tek adam var, nasıl anlaşırız diye endişe duyacaktım, ama hemen ilk sorusu da hangi lisan konuşmaya arzu edersin dediğin de Arapça ya da İngilizce ikisi de dedim. Epeyce sordu bende cevaplamaya çalıştım. Benden önceki arkadaşlar benim kadar kalmamıştı salonda. Öyle muhabbet içine girdik ki hatta oradayken dünya ahvalinden de konuştuk, hatta öyle güzel sohbet ettik ki senin buraya gelmenin kim tesviye etti?. diye sorunca, “benim lise okul hocalarım sağ olsunlar, onlar tesviye etti” dedim, üstelik bir öğretmenim de şimdi benimle bu mekanda hazır dedim. Hemen hocan çağır dedi. Hoca aramıza iştirak etti, biraz konuştular, hemen onun vazifesine döndü yani bana sorular sormaya tekrar başladı. Unutmuyorum hatta sorulardan bir tanesi hocam bana kopya vermişti, tabii Veysel bey anlamıştı, gülüştük, yani o ortam mülakat ortamına benzemiyordu. Sanki kırk yıldır ahbaptık.; öylesine hoşbeş ettik. Ertesi gün sonuçlar açıklandı, yirmi kişiden beşi isteniyordu biri de bize kısmet oldu.
 İmtihandan sonra yaklaşık iki ay süreli diğer işlemler sürdü. O zaman esnasında biraz kendimce Türkiye hakkında düşünmeye başladım. Türkiye’den gelenlerle görüştüm onlardan bilgi edindim. Ama yetmiyordu, daha sağlam bilgi elde edeyim diye, dünyada da olduğu gibi Türk diziler Somali’de de meşhurdur. O dönemde de Somalıcaya tercüme edilmiş “Asi” dizisi vardı, ben de seyretmeye başladım, Türkiye’ye gelince, gerçek Türk kültür ve medeniyetini tanıyıp anlayınca, baktım ki Türk dizisi diye seyrettiğim bu dizilerin gerçek Türk kültürü ile alakası yok idi..
Nitekim Türkiye’ye geldikten sonra, bazı arkadaşlarım, dizi oyuncular dün akşam İstanbul’a gittiler, sen onlarla görüşme şansın var mı diye soranlar da olmamış değil. Hal bu ki dizi 2007 senesinde çekilmişti.
Evet, “ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan”.
Türkiye’ye geldim. İlk gün Ankara’da kaldık, ertesi gün İstanbul’a geçtik, uzun yoldan geldiniz bir kaç gün istirahat edelim demeden Türk dili eğitimini almaya başladık. İstanbul’da bir hafta olmadan, hava aşırı derece de soğuktu. Belki de bana öyle geliyordu. Bir akşam yokuştan doğru aşağı inerken kaydım ve yere düştüm, aslında çok acıdım ama soğuktan dolayı hiç fark etmemişim. Kitaplarımı toplayıp sağıma soluma baktım ve yoluma devam ettim.
O dönemler yatsı namazına sabırsızla bekliyordum. Hemen namazımı kılıp uyumak istiyordum. Gecenin bir vaktinde sanki düş görüyormuş gibi, hüngür, hüngür  ağladığımı hiç unutamıyorum. 
Sadece Türkçe eğitimi görmüyorduk, Türkiye’nin sahip olduğu kadîm tarihî eserler ve mekânları da ziyaret ettik. Çanakkale ziyaretimizde ne kadar Türkçemiz az olsa da rehber ağabeyimiz öyle güzel anlatıyordu ki hiç Türkçe eğitimi görmemiş olan da anlardı, hal buki ben bir buçuk ay Türkçe eğitimini almıştım. Birçok yerlere ziyarete bulunduk. Vakit ilerledi ve geldik üniversite dönemine.
Kahramanmaraş diyarına geldim. Hemen okul başladı. Meğerse dışarıda kullandığımız Türkçe ile okuldaki Türkçe benzemiyordu. Sanki hocalar Türkçe değil de başka dil kullanıyorlardı. Tabii birinci sınıfta herkes düzenli olarak geliyordu, hatta devamsızlık hakkımız olduğunu bile sağ olsunlar hocalarımızdan öğrendik hani diyorlar ya dört haftadan fazla devamsızlık hakkınız yok diye. Ama öğrenciler olarak çok heyecanlıyız ve derse devamlı geliyoruz, ama benim durum farklı. Sınıfta herkes not tutuyor ben hariç. Yine not tutmaya çaba göstermekten usanmıyordum. Bazen de sanki kopya çekiyormuşçasına yanımda oturan arkadaşımın kâğıdına bakarak yazmaya çalıştığım anlar hiç de aklımdan çıkmıyor. Hatta her gün farklı yerlerde oturdum ki belki de bu arkadaş daha okunaklı yazar diye. Bazen de ders o kadar ağır geliyordu ki uykum dahi gelirdi ama hoca var diye de uyuyamıyordum. Dersten sonra bir arkadaşla kırtasiyeciye gidip onun yazdığı notları fotokopi çektiriyordum, ama aldığım notlar da okumakta güçlük çektim.
Epey bir vakit geçti şehr-i Kahramanmaraş’ı keşfettim. Öğrendim ki şairler şehridir.  Hem hocalarım hem de ağabeylerim olan kıymetli ve gönül dostlarla tanışma fırsatı nasıp oldu. Onların yazıları bana ilham kaynağı oldu. Hasan EJDERHA ağabeyim, (aslında baskıcı Hasan Ağabey) diyorum. Zira bani her gördüğünde “Yazı yaz! Yazı yaz!” Diyordu. Somali’ye döndüğün de elin kalem tutan biri olarak dönmelisin diye, öğütler ve nasihatler de bulunuyordu.  Velhasıl-ı kelam şimdi son sınıftayım ve yazı yazar oldum artık. En azından birkaç makale yazdım ve günlük tutmaya başladım Hasan Ağabey’in baskılarıtla. Birkaç öykü ve yazı projem  de var.

Elhamdülillah bu yola ilim için düştüm, inşallah bu vasile ile ve hiç bire şeyle mukayese edilemeyecek, Efendimizin müjdesine nail olanlardan rabbim nasıp eylesin. “İlim tahsil etmek maksadıyla yollara düşen kimseye Allah Teâlâ cennete giden yolu gösterir.

2 yorum: