Hani şairi âzam, mütefekkir Necip fazıl bir mısrasında “Ve
ayrılık, anneden, vatandan,
arkadaştan.” Diyor ya! Sene 2011’in
sonlarındayız, liseden yeni mezun oluyoruz, etrafımdakiler de benim gibi
üniversiteye gidecekleri için sanırım heyecanlıydılar. Türkiye de olduğu gibi
üniversiteye gitmek için ağırlaştırılmış bir sınavımız yok. Malumunuz Somali
uzun vakittir iç savaşa maruz kaldı, bu da aşiretler arasındaki anlaşmazsızlıktan
kaynaklanıyor; yanı güçlüyü güçsüze, zenginlerin fakirlere küvetlerini
gösterdikleri mekân oldu Somali. Olay orada kalmadı her dönem olduğu gibi bu
sefer de dini İslam adına kuranı ve sünneti seniyye’yi kendilerine göre
yorumlayan işlerine geleni kabul eden, işlerine gelmeyeni görmemezlikten gelen
bir grup ortaya çıktı. Yine olay daha vahım oldu demek istedim ki birbirlerini
vuruşurken her iki taraf Allahu ekber diyor. Kim doğru yolda, kim yanlış yolda
millet epeyce kafası karıştı, öyle duruma geldik ki kardeş kardeşten
şüphelenmeye başladı Evden dışarı gideni sağ mı ölü mü nasıl döneceğini herkes Fatihalarla,
dualarla bekler oldular. Belki sağ gelir ona bir kurban kesmek isterler ama ne
yazık ki kurban kesmek aklından geçse de bunun için kimsenin takati yok…
Aslında benim
anlatacaklarım bunlar değildi, varmak istediğim nokta ise: Biz o haldeyken;
Türkiye’nin reisi cumhuru (tabii o dönemde başbakandı), Somali’ye
gerçekleştirmiş olduğu ziyaret, Somali halkına bir diriliş, dünyaya da örnek
dolu bir ziyaret oldu. Evet, Türkiye’den birçok yardım geldi, batılılar gibi
sadece gıda dağıtmadılar, Somalilerle kardeş olduklarını gösterdiler, öyle
kaynaşma oldu ki, daha önce batılılar tarafından sömürülen Somaliler, beyaz
tenlilere karşı bir korku, bir direniş içindelerdi. Hata eskiler: “bu beyazlar
var ya, topraklarımıza girerlerse, kadınlarımız hamile kalmaz, gökten rahmet
yağmaz.” gibi ifadeler kullanırlardı. Nitekim sömürgecilerin keşif amacıyla
Somali’ye geldiklerinde kıyıdan geçmeden bir kaçı bıçaklanarak öldürülmüştü. Evet,
büyüklerimiz “bir beyaz adam yolda
gördüğümüz zaman pencereden bakıyorduk” dediklerini
unutmadım. Eskiler böyleydi, şimdi Türk kardeşlerimiz Somali’ye geldiklerinde o
bakışlar değişti, hatta yoldan geçen batılı biri olsa, gâvur olsa da Milet
kendi aralarında “ha bak orada bir Türk!” var demeye başladılar. Neredeyse
gidip “aselamun aleyküm” diyecekler. Türkiye, Somali’ye her türlü yardımda bulundu,
yardımlardan biri de ilim yardımı. Hem hükümet hem de çeşitli hayırsever
kuruluşlardan eğitim desteği geldi. Aziz Mahmut Hüdayi vakfi, da o kuruluşlar
arasında yer alıyordu. Bir gün öğlenvaktinde benim lise okul müdürümden telefon
geldi, Mahdudum, sınav var, kazanırsan Türkiye’ye gideceksin. Girmek ister
misin? Ben de memnuniyetle diyerek yanıt verdim. Sınava girdim önce yazılı,
sonra mülakat, mülakatta yaklaşık yirmi kışı vardık, benden önce girenler hemen
çıkıyorlardı. Sıra bana geldi içeri girdim bir tek adam var, nasıl anlaşırız
diye endişe duyacaktım, ama hemen ilk sorusu da hangi lisan konuşmaya arzu
edersin dediğin de Arapça ya da İngilizce ikisi de dedim. Epeyce sordu bende
cevaplamaya çalıştım. Benden önceki arkadaşlar benim kadar kalmamıştı salonda. Öyle
muhabbet içine girdik ki hatta oradayken dünya ahvalinden de konuştuk, hatta
öyle güzel sohbet ettik ki senin buraya gelmenin kim tesviye etti?. diye sorunca,
“benim lise okul hocalarım sağ olsunlar, onlar tesviye etti” dedim, üstelik bir
öğretmenim de şimdi benimle bu mekanda hazır dedim. Hemen hocan çağır dedi.
Hoca aramıza iştirak etti, biraz konuştular, hemen onun vazifesine döndü yani
bana sorular sormaya tekrar başladı. Unutmuyorum hatta sorulardan bir tanesi
hocam bana kopya vermişti, tabii Veysel bey anlamıştı, gülüştük, yani o ortam
mülakat ortamına benzemiyordu. Sanki kırk yıldır ahbaptık.; öylesine hoşbeş
ettik. Ertesi gün sonuçlar açıklandı, yirmi kişiden beşi isteniyordu biri de
bize kısmet oldu.
İmtihandan sonra yaklaşık iki ay süreli diğer
işlemler sürdü. O zaman esnasında biraz kendimce Türkiye hakkında düşünmeye
başladım. Türkiye’den gelenlerle görüştüm onlardan bilgi edindim. Ama
yetmiyordu, daha sağlam bilgi elde edeyim diye, dünyada da olduğu gibi Türk
diziler Somali’de de meşhurdur. O dönemde de Somalıcaya tercüme edilmiş “Asi”
dizisi vardı, ben de seyretmeye başladım, Türkiye’ye gelince, gerçek Türk
kültür ve medeniyetini tanıyıp anlayınca, baktım ki Türk dizisi diye
seyrettiğim bu dizilerin gerçek Türk kültürü ile alakası yok idi..
Nitekim
Türkiye’ye geldikten sonra, bazı arkadaşlarım, dizi oyuncular dün akşam İstanbul’a
gittiler, sen onlarla görüşme şansın var mı diye soranlar da olmamış değil. Hal
bu ki dizi 2007 senesinde çekilmişti.
Evet, “ve
ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan”.
Türkiye’ye
geldim. İlk gün Ankara’da kaldık, ertesi gün İstanbul’a geçtik, uzun yoldan
geldiniz bir kaç gün istirahat edelim demeden Türk dili eğitimini almaya
başladık. İstanbul’da bir hafta olmadan, hava aşırı derece de soğuktu. Belki
de bana öyle geliyordu. Bir akşam yokuştan doğru aşağı inerken kaydım ve yere
düştüm, aslında çok acıdım ama soğuktan dolayı hiç fark etmemişim. Kitaplarımı
toplayıp sağıma soluma baktım ve yoluma devam ettim.
O dönemler yatsı
namazına sabırsızla bekliyordum. Hemen namazımı kılıp uyumak istiyordum.
Gecenin bir vaktinde sanki düş görüyormuş gibi, hüngür, hüngür ağladığımı hiç unutamıyorum.
Sadece Türkçe
eğitimi görmüyorduk, Türkiye’nin sahip olduğu kadîm tarihî eserler ve mekânları
da ziyaret ettik. Çanakkale ziyaretimizde ne kadar Türkçemiz az olsa da rehber
ağabeyimiz öyle güzel anlatıyordu ki hiç Türkçe eğitimi görmemiş olan da
anlardı, hal buki ben bir buçuk ay Türkçe eğitimini almıştım. Birçok yerlere ziyarete
bulunduk. Vakit ilerledi ve geldik üniversite dönemine.
Kahramanmaraş
diyarına geldim. Hemen okul başladı. Meğerse dışarıda kullandığımız Türkçe ile
okuldaki Türkçe benzemiyordu. Sanki hocalar Türkçe değil de başka dil
kullanıyorlardı. Tabii birinci sınıfta herkes düzenli olarak geliyordu, hatta
devamsızlık hakkımız olduğunu bile sağ olsunlar hocalarımızdan öğrendik hani
diyorlar ya dört haftadan fazla devamsızlık hakkınız yok diye. Ama öğrenciler
olarak çok heyecanlıyız ve derse devamlı geliyoruz, ama benim durum farklı.
Sınıfta herkes not tutuyor ben hariç. Yine not tutmaya çaba göstermekten
usanmıyordum. Bazen de sanki kopya çekiyormuşçasına yanımda oturan arkadaşımın kâğıdına
bakarak yazmaya çalıştığım anlar hiç de aklımdan çıkmıyor. Hatta her gün farklı
yerlerde oturdum ki belki de bu arkadaş daha okunaklı yazar diye. Bazen de ders
o kadar ağır geliyordu ki uykum dahi gelirdi ama hoca var diye de
uyuyamıyordum. Dersten sonra bir arkadaşla kırtasiyeciye gidip onun yazdığı
notları fotokopi çektiriyordum, ama aldığım notlar da okumakta güçlük çektim.
Epey bir vakit
geçti şehr-i Kahramanmaraş’ı keşfettim. Öğrendim ki şairler şehridir. Hem hocalarım hem de ağabeylerim olan
kıymetli ve gönül dostlarla tanışma fırsatı nasıp oldu. Onların yazıları bana ilham
kaynağı oldu. Hasan EJDERHA ağabeyim, (aslında baskıcı Hasan Ağabey) diyorum.
Zira bani her gördüğünde “Yazı yaz! Yazı yaz!” Diyordu. Somali’ye döndüğün de
elin kalem tutan biri olarak dönmelisin diye, öğütler ve nasihatler de
bulunuyordu. Velhasıl-ı kelam şimdi son
sınıftayım ve yazı yazar oldum artık. En azından birkaç makale yazdım ve günlük
tutmaya başladım Hasan Ağabey’in baskılarıtla. Birkaç öykü ve yazı projem de var.
Elhamdülillah bu
yola ilim için düştüm, inşallah bu vasile ile ve hiç bire şeyle mukayese edilemeyecek,
Efendimizin müjdesine nail olanlardan rabbim nasıp eylesin. “İlim tahsil etmek
maksadıyla yollara düşen kimseye Allah Teâlâ cennete giden yolu gösterir.
Tek kelimeyle muhteşem bir yazı...
YanıtlaSilEline, Diline sağlık başkan.
YanıtlaSilKeyifle okudum...