NİHANSI AŞK SENDROMU / Ahmet Özmen KILIÇ


Kahır ettiğimiz genç yaşlarımızda yola beraber çıktığımız arkadaşlarla o kadar yabancıyız ki, gülmekle geçen sohbetlerimizi şimdi buğulu göz pınarlarımızla anımsıyoruz. Anımsadıkça inceden inceye hayıflanıyoruz. Hayıflandıkça yanıyoruz.

Çayımızın, kahvemizin, sigaramızın, dumanımızın, şiirlerimizin, sözlerimizin yarım kaldığı sokaklara çıkıyoruz. İçimize hüznü sıkıştırıyoruz.

Sevda kapı komşumuz, aşk parklarda oynadığımız çocukluğumuz. Geçmişte yakalandığımız amansız birkaç sevda serüvenlerimizin ardından, yalnızlığımızın uygun adım kortejinde yürüyoruz. Çiseleyen yarım kalmış aşk damlacıkları savruluyor. Saçımızı, yüzümüzü, yüreğimizi, hüznümüzü en derin hikâyelerimize kadar ıslatıyor.

Kimi zaman hayata dargınlığımız, üniversite yıllarındaki kırık dökük aşk sendromlarımız olmuştur. Kimi zaman da tozpembe silik umutlarımızı, o yıllara uzanan nihansı aşk sancıları doldurmuştur. İçimizden bir teselli diliyoruz.

Her seferinde ertelediğimiz ideallerimiz, umutlarımız, aşklarımız, bir bölgesel hayat telaşı arasında gözlerimizin önünden kayıp geçiyor. Beynimize ve kalbimize uygulanan bu hayata dair telaş, bizi nihansı aşk sancıları çektiğimiz yıllara sürüklüyor. Anılarımızı karıyoruz…

Yalnızlık yine kapımızda…

İyi oluyor diyorum bazen, iyi oluyor diyorum. Sonra vazgeçiyorum. Bir tren istasyonu geçiyor gözlerimden, bir şehir otobanı, uçağa binmek için koşar adım yürümeye çalıştığım bir apron… Hepsi o gönlü kamaştıran uzun metrajlı mutlu sonla biten aşk filmlerini andırıyor. Adımlarımızı hızlandırıyoruz.

Aksanı bozuk iç çekişlerimizle sessiz sessiz birbirimizin yüzüne bakarak gülümsüyoruz. Dudaklarımızı ısırıyoruz. Feri sönmüş gözlerimizle ıslak ıslak sağa sola bakınıyoruz. Bir mahcupluk, bir nahiflik, bir serkeşlikle parmaklarımız telefon tuşlarına gidiyor. Kendi yüzümüze kapatıyoruz.

Aşk yine kapımızda…

Siluetimize gizlenmiş duygularımız vuruyor ayışığına… Nice heveslerle besleyip büyüttüğümüz umutlarımızı, aşkımızı, hala zulamızda saklıyoruz. Gece karanlığında onmaz bir tek başınalıkla çıkartıp usul usul kimselere göstermeden gözyaşlarımızla okşuyoruz.

Ömür sayacımızı geçmiş senelere ayarlıyoruz. Yalnızlığımızı herhangi bir zaman dilimine kuruyoruz. Ve nerden bulup çıkartmışsak geçmiş senelerden buruşmuş mektup kâğıtlarında yalnızlığımızın kokusu saklı, derinimize çekiyoruz.

Saatlerimizi yaşam ve ölüm ikilemine kuruyoruz. Kimsesiz yaşantımızda yeni bir ilk olarak bütün buhranlarımızı “çok yalnızım” sözlerine vuruyoruz.

Pamuk ipliğiyle örülmüş yaşam parçasında kumral bir sevi için yıllarca çırpınıp durmuşuz. Her şeyin bir bedeli olduğu kadar, aşkında bir anlamı olduğuna inanıyoruz. Bu bedeli ağır pahasına olsa da ödüyoruz.

Ve bugün yoğun yalnızlık hengâmesi münasebetiyle bütün aşklara gönül dehlizlerimizi kapatıyoruz.

11.06.2007

1 yorum: