DÜKKÂN MEKTUPLARI-28 / Hasan KEKLİKCİ


Hasan Ejderha Eliyle Ahmet Doğan İlbey Abi'ye

Pek muhterem Ahmet Abi; evvela üzerime farz olan selamlarımı sunarım. Şahsınızda cümle Dükkâncılara da selam ederim. Kaç zamandır dostlarınızın canhıraş bir şekilde size mektuplar yazması, tebrikler atması, birbirleriyle haberler salması ve en sonunda son teknolojiyi kullanarak, sizinle canlı bağlantılar yapması karşısında, kendimi bu mektubu yazmaya mecbur bırakılmış hissetim ve siz:

“Hasan bir mektup da sen gönder bana
Gerçeklerden, yalanlardan haber ver.
Varsın bulunmasın içinde mânâ
Falanlardan-filanlardan haber ver.”

Demeden ben bilgisayarın başına geçtim. Gerçi yazmasam da; yarın bu kara bulutlar dağılıp üzerimize güneş doğduğunda, gözü olanın ışığı gördüğünde siz, “Bir mektubunuzu da değmedik Hasan Bey” diye kahretmezsiniz; ama olsun, bunca yıllık emeğiniz var üzerimizde.
Aslına bakarsanız bu salgından dolayı uygulanan kısıtlamalardan korkarak, kaçak-göçek bir şekilde köye gelmiştim. Buradan size bir mektup yazmak fikri oluşmuştu zihnimde. Ancak köyden şehirdeki adama ne yazılır diye birkaç gün düşündüm durdum. Malum; sizin istediğiniz medeniyet, fikir gibi şeyler köy yerinde fazlaca bulunan şeyler değildir. Köylü milleti onları pek bilmez, görse tanımaz, yolda bulsa almaz. Öyle çok okuyana, yazana, çalgı çalıp türkü çığırana, davulun önünde mendil sallayıp oyun oynayana “yeyni” denir köy yerinde. Çok konuşana, lafı sündürene, döndürene, övünene “özeme” derler buralarda. Hele hele bu mevsimde, elinde kazma olmayan adama selam bile verilmez. “Bağı bahçesi bor adamda ekelik beş beş.” diye birbirlerine laf verirler.
            Hasan Ejderha Emmimin bir Gelinbacı Hikâyesi vardı Ahmet Abi: “Sen de hatırlarsın herhal; seferberlik zamanını anlatırdı babam. İrbaham’ım babamın durumuna düşecek. Hani köyde heç erkek kalmamış da babam kadınları toplayıp köyün bağlarını kazdırmaya gitmiş… İki gözü iki çeşme anlatırdı babam. Kadınlar bağı kazarken, bu arada da kazdıkları yeri ve üzüm tiyeklerini tepelerlermiş. Tepelemedikleri kazılmış yerleri de kendi aralarında boğuşurken tepelerlermiş. İşte o zaman babacığım, tepenin arkasına gider, ağlar, ağlar geri gelirmiş. Bir süre bağ kazan kadınlara şöyle yapın böyle yapın diye uğraşır, sonra gider tepenin arkasında bir daha ağlarmış.”
Bu sene Koronavirüs belasından bağlar yine bor kalıyor Ahmet Abi. Bağ kazacak adam bulunmuyor köylerde. Şimdiki zamanın kadınları seferberlik zamanındaki kadınlar gibi kazma, kürek işinden de anlamıyor. Hatta modern çağın kadınları hiçbir şeyden anlamıyorlar. Allah’tan sosyal medyada resim paylaşma işi var da yemek yapılıyor evlerde. Yoksa o da yok. Diyeceğim o ki, bağ-bahçe kazma işi bize kaldı bu yıl. Bir köye, bir şehre gelip gidiyorum onun için. 
Ahmet Abi iyi haberlerinizi alıyorum. Hane-i saadetlerinizin bulunduğu cadde üzerindeki fırına kadar gidip geldiğinizi duydum. Sizin adınıza sevindim. Güzel ekmekleri olur o fırının. Bir zaman Hasan Ejderha Emmimgile küncülü somun almıştım oradan. Çok beğenmişti. “Allah, Allah” demişti, ekmeğin üzerine bakarak. Sıvama küncüydü aldığım ekmeğin her yeri Ahmet Abi.
Beş kilo kitap ısmarladım internete Ahmet Abi. Ben size mektup yazıncaya kadar
kitaplar da geldi yetişti. Tabi ben internetçiye “Bana iyisinden beş kilo kitap gönder.” demedim. Bizim çocuklara kitapların ne zaman geleceğini sordum, onlar da kargo firması, “Beş kiloluk paketiniz yolda diyor.” dediler bana. Yemedim içmedim -orucum tabi- İhsan Şahin’in “Tunceli’den Ay’a” isimli kitabını okuyup bitirdim. Kusuruma bakmayın Abi, size kitap lafı vermek değil meramım. Bildiğimiz ülkücülük kitabıymış. Hal bu ki ben kitabın kapağındaki resim için ne hayaller kurmuştum. Bildiğimiz ve yaşadığımız ülkücülerin ezilmesinden, devletin onlara kol kanat germemesinden; bir kısım ülkücünün ihale, makam ve mevki peşinden koşmasından yakınıyor. Kitabın sonunda kronolojik olarak hayatını tekrar veriyor. “Yirmi yedi yaşında il sağlık müdürü oldum, devletten ayrılıp hastane açtım, medikal fabrikası kurdum.” diyor.
Köse Dayım geçen hafta bazlama göndermiş sağ olsun. Köyde hala bu gelenek yaşıyor Ahmet Abi. O’nun evi yolun altında bizimki üstte. Kendinin sesi bize kadar ulaşır ama ben duyuramam. Telefonla arayıp teşekkür ettim. Aşağıdan yine sesi geliyor. O hep bağıra bağıra konuşur. Zamanında muhtarlık yapmış. Belediyede de beraber çalışmıştık. Meclis üyesiydi. Gene kiminle tartışıyorsa, birine “Ben eşşek değilim sen onu Ç. Cuma’ya yuttur.” diyor.

“Yok Hasan, vazgeçtim, koy beni rahat
Neşeli şeyler yaz, götürmez hayat
Viskiden, briçten, twist'ten anlat
Reklâmlardan, ilânlardan haber ver.”

Hepimizin yolunda ışığı olan cennet mekân Abdurrahim Karakoç Abinin şiirinin ilk dörtlüğünden aldığım cesaretle başladığım mektubumu, son dörtlüğüyle bitiriyorum. Bâkî selamlar Ahmet Abi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder