TEFEÜL SAATLERİ /Hidayet BAĞCI

 -6-

“Ekmek nimetti, tuz nimetti, su nimetti ve bahçedeki ağaçların yaprakları arasında yavrusunu gagasıyla besleyen serçenin sesinin de birer nimet olduğunu bu köy evinde öğrenmişti.

Hayat, bir nimetti.”

Nimetin nimet olduğunu bilmek ancak iyi insanlara denk gelmekle mümkündür. İyi insanların sahip olduğu zarif ve adaletli düşünceler onların davranışlarına nasıl sirayet eder? Bunu ancak iyi insanlara denk gelen nimetkâr insanlar bilir. Şiir Naz bu zamana kadar tanıdığı bütün kişileri bu düşüncelerle kendi eleğinden geçirdi. Heyhat, düşünce eleğinin üstünde elene elene bir kaç kişi kalmıştı. Sanırım onlar da bu köy evindeki Nureddin’in ailesiydi. Bir kuşluk vaktinde toprağa dokunan yağmur kokusunu kuşlara, ağaçlara ve kainâta ifşa ederken bir damla suyla değişen sadece toprak değildi. Bu köy evine geleli iki gün olmuştu ve yarın bu kiremit çatılı tahta evde Şiir Naz’ın düğünü olacaktı. Nureddin’in annesine ana, babasına baba diyecekti. Genç kız da yavaş yavaş değişmeye başlamıştı.

Genç kız sabahın güzelliği olan seher vaktine uyandığında odanın tahta tavanını seyre dalmış, son iki yılda olan biteni düşünüyordu. O anda kulaklarına bir türkü sesi geldi. Bu, Nureddin’in sevdiği türkülerden “Deniz üstü köpürür” türküsüydü. Radyo sesi mutfaktan geliyordu. Onun sözlerini sanki Nureddin kendine hitaben söylüyormuş gibi gülümseyerek dinlemeye başladı. Diğer taraftan sıcak yatağından yavaşça gerinip doğrularak: “Sanırım Nureddin de uyandı. Ben de hazırlanayım. Sabah sofrasını kurmak için Çeşmi Naz anaya yardım edeyim. Bu kadar uyuduğum için Nureddin söylenmiştir.” dedi kendi kendine gülümseyerek.

Hazırlanıp yalın ayak misafir odasından mutfağa doğru yürümeye başlayan genç kıza yumuşak tonda bir ses sahip çıktı: “Gızım ayağına çorap giymemişsin. Senin için misafir odası kapısının kenarına patik bırakmıştım. Buraların sabah serinliği insanın kemiklerine işler, alışık değilsin.” dedi yaşlı kadın. Mutfakta şömine ateşine nefesiyle har vermeye çalışan Nureddin, annesinin sesine gülümser bir edayla eşlik etti: “Zamanla Şiir Naz da alışır ana.”

Yaşlı kadın misafir oda kapısının kenarındaki kırmızı çiçekli krem tondaki patiği genç kıza uzattı. “Bu akşam kına gecen olacak. Üşütmeyesin gızım. Buraların çam kokusu insanın ciğerlerine işler lakin soğuğu kemiklerini çürütür.” dedi.

Genç kız eline verilen patiğe baktığında ona yapılan emeği gördü. İpliğin renkerinden ziyade onu işleyenin hayallerinin neler olabileceğini düşündü kendince. Mutfak kapısının sütununa boylu boyunca yaslanıp sevdiği kıza aşk dolu bakışlarla gülümseyen Nureddinle göz göze geldi. Sanki genç kızın kalbindeki sese dil olmuş gibi “Benim annem bir melek, anladım Şiir Naz. Bu kadar söze ne hâcet.” dedi, genç delikanlı gülümseyrek. Nureddin genç kızın duygulandığının farkındaydı.Gözleri buğulanmış bir şekilde Nureddin’in gözbebeklerine bakarak söylenen genç kız.

-“Sen beni ağlatmaya niyetlisin sanırım Nureddin. Çeşmi Naz ana, ona bir şeyler söyle de bir zahmet mutfaktan çıksın.” dedi genç kız.

-“Yok gızım, oğlum sana hayatın boyunca hep yardım etsin. Sen sofrayı kurarsın o da şöminenin ateşini yakıp çayı demlesin.” dedi yaşlı kadın gülümseyerek.

-“Ekmeğin hamurunu da ben yapayım mı, ne dersin ana” dedi genç delikanlı gülerek.

-“Şimdilik hayır. İki gün sonra gınalı elleriyle gelinim ekmeği yapar sen de ateşi yakıp pişirirsin merak etme oğlum.” dedi yaşlı kadın.

Tahta pencerenin camını kırbaçlayan yağmur damlaları cam üzerinde birer gözyaşı gibi süzülürken odadaki radyodan Dilek Türkan’ın sesi “Nihayet karşımdasın” şarkısını söylüyordu. Şiir Naz Amine Şuarâ’nın sesiyle kendine geldi.

-“Anne, babam geldi.”


-7-


“Bana kollarını uzatsan biraz, sana kul olurum, seven ne yapmaz?

Gel, öldür, bu ömür böyle tükensin, sana bin can feda, seven ne yapmaz?”

Odadaki radyodan gelen bu şarkı sözlerine karşı kayıtsız kalamayan Şiir Naz’ın kalbi biraz da olsa yumuşamıştı. Sahi kalbe dokunmadan insandaki her hali değiştiren neydi? Elindeki hamuru yoğururken gördüğü hayalden belki de az önce dinlediği şarkının sözlerinden olsa gerek, kadının bakışları yağmurda ıslanan Nureddinin bakışlarına bir rahmet edasıyla aktı.

“Ellerine sağlık Şiir Naz, hamuru hazırlamışsın.”

“Sağolasın Nureddin, sen de hoş geldin. Elim hamur, kızım babana havuluyu ver ve babanın elindeki poşetleri al istersen”. Nureddin, kızının poşetleri almasına gerek duymadan elindekileri divanın yanına bırakarak “Bilin bakalım size ne aldım.” dedi saçlarını havluyla kurularken. Amine Şuarâ hemen tatlı bir merakla poşetlerin içini karıştırdı ve “Portakal, elma ve bir de paket.”diyerek tek tek sıraladı.

“Hayrdır inşallah, getir bakalım kızım o paketteki nedir?” dedi kadın.

Kına paketini görünce duygularına hakim olamayan Şiir Naz, birden heyecanlandı. Nureddin, hanımının tepkisini göz ucuyla izledi. Kadın, kına paketini eline aldı ve burnunun ucuna değdirerek pakete sinen kına kokusunu ciğerlerine çekti.

“Güneş tepeden aşmadan evvel Nureddin’in babası İhsan, kına gecesinde kıyılacak olan imam nikâhının hazırlıklarını yapmıştı. Şahitler ve nikâhı kıyacak olan caminin müezzini hali hazırda bekliyordu. Resmi nikâh daha evvel kıyıldığı için imam nikâhı son güne bırakılmıştı. Çeşm-i Naz, gelin süsleme görevini kızı Ebru’ya vermişti. O da abisinin heyecanına yoldaştı. Nureddin’deki heyecan şöminenin içinde çıtırdayıp yanan odunların alevinden daha canlı ve parlaktı.

İmam nikâhının düğün gecesinden evvel kıyılmasına rıza göstermeyen Şiir Naz, Çeşm-i Naz ve Ebru’nun ikna çabaları neticesinde nikâhın kına gecesi kıyılmasını kabul etmişti. Çünkü kına gecesi gelinin ellerine yakılan kınayı ertesi günün seher vaktinde damat yıkayacaktı. Bu üzerinde düşünülmesi gereken hassas bir durumdu. Bu sebeple her iki ailenin de rızasıyla imam nikâhının kına gecesinde kıyılmasına karar verilmişti. Şiir Naz’ın Edirne’den gelen ailesi böyle gelenek ve göreneklere yabancı da olsa kızı ve damadının mutluluğuna gölge düşmesini istemiyorlardı. Bu sebeple her şeyin dört dörtlük olmasından ziyade düğünün iki gencin rızası doğrultusunda olmasına özen gösteriyorlardı. Her iki ailenin karşısında yıllarını harcayan iki güzel ömür vardı ve bu ömür güzel bir düğünle teklenecekti.

“Kınamı yoğurdular hamur ettiler anam. Gözlerimin yaşını yağmur ettiler anam” türküsü eşliğinde gecenin karanlığı toprağa inen yağmurla aydınlanıyordu.”

Nureddin, Şiir Naz’ın gözlerine bakarak;

“Şiir Naz, elimde olsaydı seni kırdığım o zamanı, sobaya attığın o kâğıt parçası gibi tek tek yakardım. Söylenen sözlerin telafisi olur mu bilemem ama bu gece ellerini bu köy evinde ben kınalamak isterim.”

“Bana kollarını uzatsan biraz, sana kul olurum, seven ne yapmaz?

Gel, öldür, bu ömür böyle tükensin, sana bin can feda, seven ne yapmaz?”




- 8-

“Şiir Naz, bazen unutmak şifa gibi gelir kalbe ve akla. Unuttuğumuzu sandığımız birçok söz ya da olay aslında kendimize yaptığımız bir teselliden ibarettir. Unuttuk mu sence? Bence hayır. Unuttuğumuzu sandığımız o şey aslında tahtaya çakılan bir çivi gibidir. Çiviyi söksen de izi kalır. Unutmadık ama gel bu gece şifa niyetine unutalım, unutmak istediklerimizi. Hem yarın da bayram. Bak kınayı da ben yoğurdum, ellerini ver bana.” diyerek Nureddin hanımının ellerini avuçlarının arasına aldı. Şiir Naz, eşinin kınayı vurması için yavaşça avuçlarını açtı.

“Bu parmaklar neyi ifade eder bilir misin, ya bu avucun?” diyerek, Nureddin türkü söylemeye başladı.

“Sen bir aysın ben kara gece. Gel derim gel derim gel derim.

Bu can senin sersebil ettim. Al derim al derim al derim.

Sorsan bağın yaresini de Gül derim gül derim gül derim

Şerbet diye zehirde versen bal derim.”

Türküyü söyledikten sonra Şiir Naz’a “Kına nasıl vurulur? Tarif et bakalım.” diye soran Nureddin bir diğer yandan da göz ucuyla hanımının gözlerine baktı. Kadın biraz heyecanlıydı yanakları al al oldu bir anda ve başladı konuşmaya:

“ Öncelikle yoğurduğun kına çok sert olmuş, su katarak biraz yumuşatabilirsin. Çeşmi Naz anam “Evinde her ne yaparsan yap, una da aşa da su katacaksan suyu ölçülü kullan. Fazla una su katarsan misal, hamurun cıvık olur, suyunu az kullanırsan taş gibi sertleşir. Hamuru yoğururken ellerin bu sertlikten kızarır” derdi. Kömbe hamurunu biz onunla öyle yoğurduk. Tabi bu kınayı yalnız başına sen yoğurmuşsun.” dedi kadın içinden gülümseyerek.

Başını öne eğdi genç adam ve elindeki kına tasına biraz su kattı. Başladı parmaklarıyla yavaş yavaş kınayı yoğurmaya.

“Babam da oyma yapacağı tahtaları güneşte iyice kuruturdu, tarhana kıvamında olsun isterdi. Tahta nemli olursa motifleri yapması zor olurdu. Sanırım su her yerde ölçülü olmalı. Sen anamın yaptığı ekmek kokusunu aldın bu kınada, bense hızarhanedeki babamın sorusuyla birleşen üğüntünün kokusunu duydum.

Biliyor musun? Rahmetli babam seni sevdiğimi söylediğim gün ceviz ağacından sana çeyiz sandığı yapmaya başladı “ Gelinim hangi motifi sever?” diye sordu bana. O an şaşırmıştım bu soruya. Babam aslında bu soruyla seni tanımak istiyordu, ben o anda sen olmuştum. Beğeneceğin motif hangisi olur diye düşünmüş ve motifler içerisinde en sade ama en güzel olanı seçmiştim.

Şimdi, yoğurduğum kına kıvamında oldu mu?” diye sordu genç adam.

Genç kadın, başını oldu der gibi yaptı. Genç adam “ Ben kına yakmasını bilmem tarif et bakalım, gelin hanım” dedi gülümseyerek.

“ En son kına gecesinde yakmışlardı ellerime kınayı. Çeşmi Naz anam hediye olarak avucumun içine altın bırakmıştı.” dedi genç kadın. “Şimdi anam yok, ben varım. Yeter mi?” dedi gülümseyerek genç adam. Kadın da kocasının gözlerine şefkatle baktı ve başladı anlatmaya:

“Öncelikle işaret parmağını suya batır, sonra da kına yakacağın parmağımı ısla. Fındık büyüklüğündeki kına tek bir parmağı kınalamak için yeterli. Ancak şöyle bir mesele vardır ki bilir misin?”

“Ne gibi?” dedi genç adam.

“Baş parmak annemizi ve babamızı temsil eder. İşaret parmağı kardeşlerimizi, orta parmak kendimizi, yüzük parmağı eşimizi ve serçe parmağımız çocuklarımızı ifade eder. Kına gecemde tüm bunları Ebru anlatmıştı” dedi genç kadın.

“Peki avucunun ortası neyi ifade eder, onu da söyledi mi Ebru?” diye sordu genç adam, gülümseyerek.

“Aşkımızı” dedi genç kadın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder