70'li yılların başlarına tekabül eden çocukluk zamanlarımdaki mahalle hocalarından ve mahallenin çocuklarının okul öncesinden başlayıp, uzun süren bir kuran eğitimi sürecinden bahsetmek istiyorum naçizane.
Mahalle kültürünün olmazsa olmazlarından biri de “okuma” diye adlandırdığımız kuran öğretilen, çok sayıda çocuğun bir araya geldiği ev ortamlarıydı. Genelde yalnız yaşayan yaşlı kadınların ekmeğini çıkarmak için kendine göre bulduğu geçim kapısıydı bu bir nevi. Dini bilgi olsun olmasın, kuran okumayı ve 33 farzı bilmek yeterliydi hoca olmak için. Bazıları “eskimez Türkçe” de okuyabiliyorsa eğer bu işi master düzeyinde yapıyor demekti ve bu durum halk arasında tabiî ki tercih sebebiydi.
Henüz dört beş yaşındayken "gözü karayı alsın, kulağı dolsun, yolunu yolağını öğrensin…" tabirleriyle ablasının abisinin yanına katılarak daha Türkçeyi öğrenmeden Elifba’yı büyüklerinden işiterek akıllarına kazınması sağlanırdı çocukların. Eğlenceli melodisi, harflerin şekillerle kodlanışı, ritmik hareketletiyle hala dün gibi aklımdadır ve bugün bile içimden mırıldanırken, engel olamadığım müziğiyle gözlerimin önünde uçuşur Elifba...
Elif deynek gimi (değnek gibi)
Be böyrek gimi (börek gibi)
Te ona benzer
Se ona benzer
Cim garnı yarık
Ha ona benzer
Hı ona benzer
Del semer gimi
Zel ona benzer
Ra orak gibi
Ze ona benzer
Sin üç dişli
Şın ona benzer
Sad bir kulaklı
Dad ona benzer
Ta eli deynekli
Zı ona benzer
Ayın ağzı ayrık
Ğayın ona benzer
Fe kuzu başlı
Gaf koyun başlı.
Kaf eğri büğrü
Lam çangal gimi (çengel gibi)
Mim tepiz gimi (topuz gibi)
Nun çanak gimi
Vov(vav) çomçaamı (çomça gibi)
He iki gözlü
Làmelif sındı gimi (makas gibi)
Ye deve boynu.”
Bütün harfleri bu şekilde tanıdıktan sonra sırasıyla, hece hece, kelime kelime, giderek bütünleştirerek bu uzun yolculuğun ilk adımları atılmış olurdu. Yarım gün okul, yarım gün okuma şeklinde çocukları olabildiğince sokaklardan ve yaramazlıktan uzak tutmak günün şartlarında en güzel yöntem idi.
Yaşça büyük olanlar küçüklerini çalıştırır, beş on çocuk aynı anda hocanın huzurunda uzunca bir rahlenin etrafına dizilir, sabaklarını (ders) okur, hoca onaylarsa bir sonraki sabaklarınageçerlerdi. Bir kaç çocuğu bir arada dinleyen hoca aralarından birinin yanlış okuduğunu fark ediphemen müdahale eder onu çalıştıran galfesini (kalfa) tekrar öğretmesi için yanından uzaklaştırır, o anki psikolojisine göre ikisinin de ensesine tokatı basardı. Onca ses arasında yanlış olanı fark edebilmesi benim için hala muammadır.
“Okuma”nın en muzip talebesi derse hocanın dizinin dibinde başlar, sıkıldıkça bir yan mindere geçe geçe sonunda kapıya kadar ulaşır, usulca kaçıp yaramazlığını yapar tekrar bir minder bir minder derken hissettirmeden yeniden hocanın dizinin dibine yanaşırdı. Şimdi düşünüyorum da, hoca muhtemelen bu durumu fark ediyor da görmezden geliyordu.
Sırasıyla ebcet, elif cüzü, elham cüzü diye devam eden bu yolculuğun her aşamasını geçtikçe çocukları motive etmek için başlarına şeker atılır, kulakları çekiştirilerek şu tekerleme yüksek sesle söylenir, bir mahalle inletilirdi.
“Kulağın kutluuuuu olsun
Çöreğin tatlııııı olsun
Hocaya hediyelik getirmezsen
Yüzün karaaaaa olsun
Amiiiiinnn …”
Arkadaşları tarafından bir sağa bir sola çekiştirilen çocuğun başından dökülen şekerler abartılı hareketlerle patırdayarak kapışılır, kulağı çekilen çocuk bir taraftan canının yangısı diğer taraftan aşama katetmenin mutluluğuyla şekilden şekle girerek hocaya hediyesini takdim ederdi. Bu hediye ailenin durumuna göre kimi zaman nakit para, bazen altın veya nakışlı bir bohçaya itinayla yerleştirilmiş çamaşır, başörtüsü, havlu, elbiselik, terlik vs. olurdu.
Boyunlarına astıkları cüz torbalarıyla, boylarından büyük başörtüleriyle minicik kız çocuklarının neşe içinde, hoplaya zıplaya okumaya giderkenki görüntüleri, okuma dağılınca erkek çocuklarının hunharca bağırıp çağırarak koşuşturmaları görülmeye değer bir manzara oluştururdu. Herkes minderini evinden getirdiği için gün sonunda o minderleri toplamak yine kız çocuklarına düşerdi. Bu işler için seçilen nöbetçi kızlar onlarca minderi bir kenara yığıp ortalığı süpürür, hocanın başka bir isteği varsa – bakkala gitmek, bulaşık yıkamak, çamaşır asmak- gibi, onları da yerine getirdikten sonra evlerine herkesten sonra dönerlerdi.
Cuma günleri ders işlenmez, hep bir ağızdan yüksek sesle hocanın sorduğu “Müslümanlık” diye tabir ettiğimiz sorulara cevap verilir bilenler bilmeyenlere öğretmiş olurdu.
“Hoca: Müslümanmısııız?
Talebeler: Müslümaaanız elhamdülillah
Hoca: Ne zamandan beri müslümansıız?
Talebeler: Galubeladan beri müslümaaanız elhamdülillah
Hoca: Galubela diye neye denir?
Talebeler: Hak Teâlâ ruhlarımızı sarı karınca suretinden halkedip, hitap buyurup "Ben sizin Rabbiniz miyim?” deyip, “Bela, rabbimizsin” denildiği günden beri müslümaaanız elhamdülillah.
Hoca: 33 farz neyde neyde?
Talebeler: Beşi islamda, altısı imanda, üçü gusülde, üçü teyemmümde, dördü abdestte, onikisi namazda. “
Bütün bu soru cevaplar arasında her rüknünü işaretlerle tarif ederek her hafta bilgiler tazelenir,en son da hocanın “cumalık” dediğimiz ücreti takdim edilirdi. Bazı hocalar kim ne kadar verirse kabul eder fiyat kesmeyi makbul saymaz, kimisi de belirlenen fiyattan kuruş eksik kabul etmezdi. Kendilerince özel eğitim isteyen, daha disiplinli katı kuralları olan bir okuma olsun dileyen aileler için de her gelen kişiyi kabul etmeyip, seçici davranan, hem ücret olarak çok farklı hem de eli değnekli zalim hocalar da vardı ki onlar eğitmesi zor olan deli dolu, şimdiki tabirle hiperaktif çocukların korkulu rüyası idi. Yalan söyleyen, birine ait bir şeyi izinsiz alan, hoş görülmeyecek davranışlarda bulunan çocuklar için de evin altında kuytu bir köşede içinde yılanların olduğu bir kuyunun varolduğu söylentisi kulaktan kulağa yayılır bu sayede en ıslah olmaz çocuklar bile yaptıkları yanlışlardan döndürülürdü. Bu kuyuyu gözleriyle gördüğünü iddia edenler bile olurdu. O hocada yetişen çocuklar gözle görülür bir şekilde değişim gösterirler, diğer çocuklar için de; “bak seni …. hocaya gönderirim haa” şeklinde tehdit unsuru olarak kullanılırlardı. Ve gayet tabi o hocanın tedrisatından geçen çocuklar toplumda falanca hocanın elinde yetişti diyerek takdir edilirlerdi.
Her çocuk mutlaka bu yola başlar, kimi namazlık surelere kadar gelir kimi mızraklı ilmihal okur, sesi güzel olanlar mevlüd-ü nebeviye yönlendirilirdi. Bazıları ahmediye muhammediye gibi“eskimez yazı”yla yazılmış kitapları okuyarak, hocayla birlikte mevlütlere katılır, hocanın gittiği bütün toplantı sohbet mukabele tarzı yerlerde hocaya eşlik ederdi. Yeri geldiğinde kuran tilaveti,yeri geldiğinde ilahi kaside mevlüd okuyarak hocaya asistanlık eder, vakti gelince kendisi de aynı vazifeyi devam ettirmek üzere toplumun gözünde “okumuş” diye tabir edilir ve manevi diplomasını almış olurdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder