Gölbaşı; göklere yükselen karlı dağları, dünyanın en kaliteli çerezlik üzümlerinin yetiştiği üzüm bağları, binlerce çeşit kuşa ve onlarca çeşit balığa ev sahipliği yapan gölleri ve Mezopotamya topraklarına can veren ırmaklarıyla ülkemizin saklı cennetlerinden bir köşedir. Doğuyu Akdeniz’e bağlayan karayolu ve demir yolu Gölbaşı’nı bir bıçak gibi tam ortadan ikiye bölmektedir. Gölbaşı önemli doğalgaz boru hattı ve NATO petrol boru hatlarının geçtiği jeopolitik bakımdan önemli bir coğrafya yer almaktadır.
Kısmet oldu bende bu şirin ilçede faaliyet gösteren Gölbaşı Meslek Yüksekokulunda on bir yıl Yüksekokul Sekreteri olarak görev yaptım. Göreve başladıktan sonra 4 yıl süreyle Türk Dili Derslerini de ücretli öğretim görevlisi olarak okuttum. Derse girdiğim yıllarda okulun öğrencilerini daha yakından tanıma ve diyalog kurma imkânım oluyordu. Öğrenci mevcudumuz çok azdı. Derse girdiğim sınıflarda öğrencilere “Maddi ve manevi sıkıntısı olan öğrenciler hiç çekinmeden yanıma gelsin. Sorunlarının çözümünde, dertlerinin giderilmesinde yardımcı olurum” diye tembihte bulunuyordum.
Öğrencilerde beni sınıfta yakinen tanıyınca; babacan tavırlı, yardımsever bir insan olduğuma inanıyorlar, odama gelerek okulla ilgili veya şahıslarına münhasır özel sıkıntılarını bile çekinmeden benimle paylaşıyorlardı. İlçede Kredi ve Yurtlar Kurumuna bağlı öğrenci yurdu yoktu ama yüksekokulumuzun bünyesinde yüz kişilik bir kız öğrenci yurdu bulunuyordu. Yurt dediğimiz yer aslında bir artı bir, on sekiz adet apart daireden oluşan tatil köyü sitesiydi. Bu yurduda bizler alt yapı ve fiziki imkanların yetersiz olduğu halde, öğrencilerimiz açıkta kalmasın diye el yordamıyla işletiyorduk. Yurt olarak kullandığımız apart dairelerin tam arkasında demir yolu vardı. Demir yolundan ağır tonajlı maden taşıyan yük tenleri geçtiği zaman binalar dört şiddetinde deprem olmuş gibi sallanıyordu. Sarsıntı nedeniyle aparatların tavan betonlarında çatlaklar oluşuyor, çatlayan yerlerden de yağmur ve kar suları sızıyordu. Kaldığı apart ta musluğu bozulan, camı kırılan, ampulü patlayan veya başka bir arızası bulunan öğrenciler yanıma rahatlıkla gelip sorununu anlatıyordu. Bende derhal okulun teknisyenine talimat verip onarım işini yaptırıyordum. Apart daireler yurt olarak kullanılmakta işlevsiz bile olsa kız öğrencilerin barınma ihtiyacını karşılamaya yetiyordu. Erkek öğrencilerimiz ise barınma hususunda oldukça perişandı. Kiralık ev bulma konusunda zorlanıyorlardı. İlçe halkı hiç kullanmadıkları, işlerine yaramayan gece kondu bölgesindeki boş evleri bile erkek öğrencilere kiraya vermek istemiyorlardı. Bu defa devreye ben veya okulun yerli memurları girip kiralama konusunda öğrencilere kefil oluyorduk. Okulda görev yapan öğretim elamanları o zamanlar çok genç ve yabancı oldukları için ilçe halkı ile sosyal ilişkileri pek yoktu.
Öğrencilerin çoğu Adıyaman’dan veya Adıyaman’a komşu illerden geliyordu. Batıdan gelen öğrenci mevcudu bir elin parmakları kadar azdı. Okulumuzu kazanan öğrenciler ise genellikle fakir ailelerin çocuklarıydı. Hali vakti yerinde olan ailelerinin çocukları ise bir dönem sonra yatay geçiş yoluyla başka üniversitelere gidiyorlardı. Fakir öğrenciler devletten aldıkları kredi ve yaz tatillerinde inşaat veya tarım işlerinde çalışarak kazandıkları az miktardaki harçlıklarla geçinmeye çalışıyordu. Ben Türk Eğitim Vakfı Adıyaman Üniversitesi Temsilcisi olarak görev yaptığım için mülakat esnasında öğrencilerin ekonomik yönden ne kadar işler acısı durumda olduklarını görüyordum. Bir defa Fen Edebiyat Fakültesinde öğrencileri mülakat yaparken bir öğrencinin durumundan etkilenip göz yaşlarımı tutamadım. Ağlamaklı halimi kimse görmesin diye kendimi yaydan fırlamış ok gibi dışarı attım. Lavaboda on dakika kadar ağlayıp, elimi-yüzümü yıkayıp, gözyaşımı sildikten sonra mülakat salonuna geri gittim. Adıyaman merkezde okuyan öğrenciler fakir dahi olsalar, Gölbaşı’nda okuyan öğrenciler gibi barınma sorunları yoktu.
Kendimde ekonomik yönden zor şarlar altında okuduğum için Gölbaşı Meslek Yüksekokulunun öğrencilerini açta açıkta bırakmamak için vicdani bir sorumluluk olarak çok gayret sarf ediyordum. Bu nedenle “Başın düşerse dara, Mustafa Taşar’ı ara” misali başı dara düşen, sıkıntısı olan öğrencilerin tamamı sıkıntısı gidermem, işlerine yardımcı olmam için yanıma geliyorlardı. Atalarımızın “Köşker kendi söküğünü dikemez” dediği gibi sıkıntısı olan bazı öğrencilerde mahcup olurum düşüncesiyle kendi dertleri pek anlatamazlardı. Böyle durumdaki öğrencilerin durumlarını bana başka öğrenciler veya okul çalışanları naklederdi. İstisnalar kaideyi bozmaz tabi. İşte günlerimiz dert babası gibi dert keder çözme gayretiyle gelip geçerdi.
İlk bahar mevsimi gelmiş söğüt, çınar ve akasya ağaçları yeşermeye başlamıştı. Bir gün idari binadaki odamda tek başıma oturmuş penceremden hem canlanmaya başlamış doğayı inceliyor hem Gölbaşı Gölü üzerinde uçan kuşları seyrediyordum. Bazen göl üzerinden uçan bir turna, bazen topraktan çıkan bir papatya çiçeği bana ilham kaynağı olabiliyordu. İlham yakaladığım anda bir şiir yazıyor, an itibariyle dünyanın en mutlu insanı ben olabiliyordum. Bu anda elimdeki kupa bardak içindeki çay hafiften soğumuş yudumlama kıvamına gelmişti. Üniversitede okurken eğitim yönetimi dersine gelen Bekir Türkmen Hocamız “Meslek hayatınızda okul müdürü, milli eğitim müdürü hatta bakanlık müsteşarı gibi idari görevlere atanabilirsiniz. İdari bir göreve atandığınız zaman makamınıza bir bayan girdiğinde kapınız açık kalsın. Mümkünse yanınızda bir insan daha bulunsun” diye bize nasihat ederdi. Biz bu konuda hocanın başına nasıl bir iş, nasıl bir sıkıntı geldiği bilmezdik ama hoca arada bir bu nasihatini tekrar ederdi. Bekir Hoca biraz aykırı bir insandı. Bu nedenle öğrencilerin çoğu onu sevmezdi ama ben çok severdim. Derslerini can kulağıyla dinlerdim. Genç yaşta yöneticilik görevine başladıktan hocamızın bu nasihati doğrultusunda odamın kapısını disiplin soruşturması, toplantı gibi gizlilik arz eden haller dışında sürekli açık tutmaya başladım. Belören İlköğretim Okulunda müdür yardımcısı olarak görev yaparken odamın kapısı doğrudan koridora açılırken yüksekokulda benim odama girmeden önce sekreter hanımın odası vardı. Sekreter hanıma sürekli olarak “bizim okulun çalışanları ve öğrencileri geldiği zaman benim odama doğrudan girsinler. Zorluk çıkartma” diye sözlü talimat verirdim. Bu nedenle işçiler, güvenlikçiler, memurlar ve öğrenciler yanıma rahatlıkla gelip giderdi. O gün odama önceden tanıdığım fakat fazla bir samimiyetim olmayan Merve isimli bir öğrenci geldi. Merve kısa boylu, esmer tenli ve tesettürlü bir öğrenciydi. Merve içeri girdiğinde gözlerinden bulgur bulgur yaş akıyordu. Bu akan yaşlarda hafif şiddette yağan bir yağmur gibi odanın tabandaki halıyı ıslatıyordu. Merve’nin lisanı halinden önemli bir derdinin olduğu anlaşılıyordu. Ben “Buyur otur Merve kızım” diye yer gösterdim. Merve “Hocam kapıyı kapatabilir miyim?” dedi. Ben “Kapat” dedim ama o anda aklıma acaba birileri bu kızı taciz mi etti diye bir kuşku geldi.
Merve kapıyı kapattı. Gösterdiğim koltuğa oturup hıçkıraraktan iki gözü iki çeşme ağlamaya başladı. Merve ağlarken ben istemeyerek te olsa Merve’nin kılık kıyafetini inceledim. Merve’nin üzerindeki hâkî yeşili ceket eskimiş, bir ipliğini çeksen bin parçaya bölünecek hale gelmiş. Giydiği siyah etek yıkanıp, ütülene, ütülene siyahtan griye dönmüş renk değiştirmişti. Triko kazağı yıkana, yıkana iyice genişlemiş Merve’nin üzerinden çıkacak gibi duruyordu. Ayakkabısını anlatmaya gerek yok. Dilenciye versen ayağına giymez durumdaydı. Fakirliğin bütün emareleri Merve’nin üzerinde mevcuttu. Merve’nin bu halini görünce yüreğimin başı cız etti. Ortaokul yıllarımda komşunun verdiği ikinci el elbiseyle okula gittiğim günler geldi aklıma. Merve on dakika kadar ağladı. İyice rahatlasın diye Merve ağlarken ben Merve’ye hiç müdahale etmedim. Ağlaması kesilince göz yaşlarını benim verdiğim peçetelerle sildi. Bir bardak su içip kısık bir sesle başladı anlatmaya. “Hocam ben Adıyaman’ın falan ilçesinin falan köyündenim. Köyün ilkokuldan sonra okula giden tek kızıyım. Babam beni ilçedeki ortaokula kayıt ettirince tüm köy halkı babama başımıza iş çıkartma diyerek tepki gösterdi. En yakın akrabalarımız senin kızın kötü yola düşer diye babamla alay ettiler. Köy halkının hepsi babamı dışladı. Babam ise her şeye rağmen benim arkamda karlı dağ gibi durdu. Ortaokulu ve liseyi kendi ilçemizde yatılı olarak okudum. Bazı zamanlar köyden ilçeye, ilçeden köye gidecek yol parası bulamadım. Minibüse borca bindim. Borcumu babam tütünü satınca ödedi. Sonra bu okulu kazandım. Okulun yurdunda kalıyorum. Aldığım krediden başka gelirim yok. Okulun yemekhanesinde öğle yemeği yiyorum. Diğer öğünler genellikle aç duruyorum. Geçen ay yarıyıl tatiline memlekete giderken kardeşlerime küçük hediyeler aldım. Yol parası ödedim. Bu ay için yemek fişi alacak param kalmadı. Üç günden beri açım ben Hocam. Durumumu senden başka kimseye söylemedim. Seni babam gibi gördüğüm için yanına geldim Hocam” dedi ama yeniden göz yaşları nisan yağmuru gibi akmaya başladı. Merve’nin üç gündür aç olduğunu duyunca bende göz yaşlarımı tutamadım. Lisede okurken aç kaldığımda bir haftalık bayat ekmeği sıcak su ile haşlayıp yediğim günler geldi hatırıma. Merve ağladı. Ben ağladım. Ağlarken üniversite öğrencisi olduğum yıllarda yakın arkadaşım olan Ercan ile cebimizdeki son para ile bir ekmek üç kar Per peynir alıp akşam öğününü geçiştirdiğimiz gün gözümün önünden film şeridi geçti. Birdenbire o zaman altı yaşında olan büyük kızım Damla Nur’un üniversite yıllarındaki durumunu hayal ettim zihnimde. O anda sanki gök yüzü üstüme yıkıldı. Yalan dünya zindan oldu başıma. On, on beş dakika kadar ağlayınca Merve’n inde, benimde hırsımız bir anda indi. Birdenbire gözlerimizin yaşı kesildi. Durumumuz normale döndü.
Maaş almamıza az bir zaman vardı. Cebimde kalan paranın tamamı yirmi milyon liraydı. (O zaman paradan altı sıfır silinmemişti daha) O günlerde parayı çay parası falan ödenirken arkadaşlara mahcup olmayayım diye oldukça temkinli harcıyordum. Elimi cebime soktum. Cebimden çıkarttığım yirmi milyon lirayı Merve’ye verdim. Merve’ye “Sen git. İyi bir yemek ye. Karnını doyur. Öğleden sonra yanıma yeniden gel” dedim. Merve yarı mutlu, yarı üzüntülü vaziyette odamdan dışarı çıktı. Kıtlıktan kurtulmuş insan misali hızlı adımlarla çarşı tarafına doğru yol aldı. Ben biliyorsam karnını doyurmak için kardeşler lokantasına kadar gitti. Kardeşler lokantasının sahibi Mustafa Usta hem bizim öğrencilere bol kepçe yemek verir, hem de az para alırdı. Ben Merve dışarı çıkar çıkmaz telefonla Kaymakam Numan Beyi arayıp Merve’nin durumunu anlattım. Sağ olsun Kaymakam Beyde bana “Hocam Merve’ye bir öğrenci belgesi ver. Öğleden sonra yanıma gönder. Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Vakfı Mütevelli Heyeti yüz milyon liraya kadar yardımları tek başıma yapabilmem için bana yetki verdi. Bu öğrencimize hemen yüz milyon lira yardım vereyim. İleriki tarihlerde de dosya hazırlatır. Daha çok yardım yaparız inşallah” dedi. Allah devletimize, milletimize zeval vermesin. Adaletli, vicdanlı yöneticileri başımızdan eksik etmesin.
Merve karnını doyurmuş. öğleden sonra yanıma yeniden geldi. Bana “Hocam hakkınızı helal edin. Benim yüzümden sizde üzüldünüz. Bu kadar yufka yürekli bir insan olduğunuzu bilmiyordum” dedi. Bende Merve’ye “Hakkım helal olsun kızım. Bende senin gibi açta açıkta kalarak okudum. O günler aklıma geldi. Onun için ağladım. İnşallah sende bu kötü günleri atlatır, ileride mutlu ve müreffeh bir hayat yaşarsın” dedim. Merve’ye bir öğrenci belgesi düzenletip acele olarak Kaymakam Beyin yanına gönderdim.
Kaymakam Bey Merve’nin elinden nüfus cüzdanı, banka hesap numarası gibi belgelerin fotokopisini de alarak Sosyal Dayanışma ve Dayanışma Vakfından Merve’nin hesabına derhal yüz milyon lira para göndermiş. Merve’nin ailesinin yaşadığı ilçenin Kaymakamını aramış. Oraya da Merve’nin belgelerini faks ile gönderttirmiş. İlçelerinin kaymakamı da aynı gün Merve’ye beş yüz milyon lira yardım gönderttirmiş. Anlayacağınız Merve’nin hesabına bir günde yıl sonuna kadar yetecek para gelmiş. Merve Kaymakamlıktaki işlerini tamamlayınca mesai bitimine doğru yanıma tekrar geldi. Öğleden önce birlikte ağladığımız, birlikte göz yaşı döktüğümüz Merve’nin yüzünde bu sefer gülücükler açıyordu. Sevincinden gözlerinin içi dahi gülüyordu. Merve’yi böyle mutlu görünce bende mutlu oldum. Bana “Allah razı olsun. Allah ne muradınız varsa versin Hocam” diyerek dualar ediyordu. Mutluluk heyecanını üstünden attıktan sonra kaymakamlıktaki yaşadıklarını bana baştan sona kadar harfi harfine anlattı. Yardım konusunda Kaymakam Beyin göstermiş olduğu gayrete en az bende Merve kadar memnun oldum. Mesai biterken ben evime Merve yurduna gitti.
Merve benim yanıma geldiğinde mezun olmasına üç aydan daha az bir süre vardı. Merve’nin durumundan haberdar olduktan sonra ben ve benim aracılığımla okulumuzun yardım sever, hayır sahibi iki hocası Merve’nin üzerinden yardım elimizi hiç çekmedik. Hocalar maaş aldıkça, ek ders ücreti çektikçe sadaka niyetiyle bana para verdiler. Bende hocaların ismini söylemeden bir hayır sahibinin yardımı diyerek Merve’ye verdim. Merve dürüst ve namuslu bir insan olduğu için ihtiyacından bir lira bile fazla yardımı kabul etmedi. Yıl sonuna yani Merve’nin mezun olmasına bir ay kalmıştı. Bir esnaf arkadaşım ihtiyaç sahibi öğrencilere annesinin hayrına dağıtmam için bana hatırı sayılır bir miktarda para verdi. Ben bu paranın bir miktarını Merve’ye vermek istedim. Merve bana “Hocam benim yıl sonuna yetecek kadar param var. Ben bu parayı kabul edemem. Siz bu parayı ihtiyaç sahibi başka bir arkadaşımıza verin” dedi. Benim Merve’nin bu vakur davranışı karşısında kanım dondu. Şapka çıkarttım. Merve gözümde Nene Hatun, Kara Fatma kadar büyüdü. Merve parayı benden alıp muhtaç durumda olan ailesine götürebilirdi. Kendisine yeni kıyafetler alabilirdi. Parayı kabul etmedi. Allah onu yetiştiren annesinde ve babasından ebediyen razı olsun.
Merve sene sonunda bütünlemeye kalmadan dereceyle mezun oldu. Çıkış belgesini aldı. Yanıma geldi. Helalleşerek köyüne gitti. Köyüne gittikten sonra benim Merve ile irtibatım kesildi. Taki beş yıl sonra evimin telefonu çalıncaya kadar.
O gün akşam yemeğini yedikten sonra haberleri dinlemek üzere kanepenin üzerine uzanmıştım. Haberleri dinlerken uyumuşum. Ben uyurken hanım eliyle omuzuma dokunarak “Teyfik kalk. Merve diye bir kadın arıyor seni “dedi. Ben Rektörlükte sekreter olarak çalışan Merve Hanım diye tahmin ettim. Herhalde önemli bir durum var. Rektör Bey benimle görüşecek sandım. Yerimden kalktım. Yarı uykulu bir vaziyette, heyecanlı bir şekilde ahizeyi elime alarak “Alo buyurun Merve Hanım size nasıl yardımcı olabilirim” dedim. O anda karşımdaki bayanın sesinin Sekreter Merve Hanım’ın sesi olmadığını fark ettim. Bu sırada büyük ihtimal Mehmet Hoca beni işletmek istiyor, okey oynayacak dördüncü adamı bulamadılar. Beni kahveye çağırmak için bir plan yaptılar sandım. Karşımdaki bayan “Hocam ben Merve Hanım değilim. Ben öğrenciniz Merve’yim” dedi. Benim jeton yine düşmedi. Bu sırada okul büyümüş öğrenci mevcudu bir hayli artmıştı. Mevcut öğrencilerden ismi Merve olan üç beş öğrenci daha vardı. Ben bu defa hafiften sinirlenip “Kızım sen hangi Merve’sin” dedim. Karşımdaki bayan “Hocam ben cebinizdeki son yirmi milyonu verdiğiniz Merve’yim” dedi. Ben “Kızım kusura bakma. Biraz uykuluydum. Senin arayacağın hiç aklıma gelmedi. Rektörlükteki Merve Hanım arıyor sandım. Yirmi milyon liranın cebimdeki son para olduğunu nasıl anladın. Şimdi sen ne yapıyorsun ne diyorsun anlat bakalım” dedim. Merve” Hocam ben sizin oradan mezun olduğum yıl dikey geçiş sınavıyla Harran Üniversitesi İşletme Bölümünü kazandım. Öğrenci iken burada özel bir bankada işe başladım. Hem okudum. Hem çalıştım. Şu anda bankada şefim. Yirmi milyon lirayı bana verirken elinizi cebinize soktunuz. O gün ayın on üçüydü. Cebinizden yirmi milyon liralık tek banknot çıktı. Başka para çıkmadı. Ben memur olarak göreve başladıktan sonra o paranın son paranız olduğunu anladım. Öbür hafta sonu pazar günü aynı bankada birlikte çalıştığımız bir memurla evleniyorum. Düğünüm var. Sizi düğünüme davet ediyorum” dedi. Ben ise “Merve nazik davetin için çok teşekkür ederim. Katılmak isterdim ama aynı gün amcamın oğlunun düğünü var. Bu nedenle düğününe katılamam. Yüce Mevla’dan sana ömür boyu mutluluklar dilerim” dedim. Merve ise” katılabilseniz mutlu olurdum Hocam” diyerek konuşmayı bitirdi.
Bu görüşme Merve ile son görüşmemiz oldu. Bundan sonra ben Kahramanmaraş’a tayin oldum. Muhtemelen Merve’de Şanlıurfa’dan başka yere gitmiştir. Evlendikten sonra soyadı değiştiği için Merve’ye sosyal medyadan bir türlü ulaşamadım ama Merve’nin üst düzey bir banka yönetici olarak çalıştığını ve köyündeki eğitim gören kendi gibi muhtaç öğrencilere el uzattığına inanıyorum.
Bir gün mutlaka ve mutlaka bir hayır işinde bir araya geleceğimizi umut ediyorum.
Oğuz Karakoç ; Yüreğine ve kalemine sağlik, duygu yüklü, etkileyici ve anlamlı, Allah hayrınızı kabul etsin
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim
Sil