Eskiden Bir Hocam Anahtarla Girerdi Dükkâna-1 / Melih ERDEM


İlham kalabalıkları sevmez.
Bir Hocam’dan Bir’i

Anadolu lisesini ilk kazandığımda başıma geleceklerden habersiz, aklı başında olmayan bir gençtim. Dersler birbirinin ardı sıra biterken şimdi hangisi olduğunu hatırlayamadığım ama hayatımın ilk keskin dönemecinin başlangıcı olan gün, yani ilk Almanca dersinin olduğu gün bahçede iki devre üstlerimizle konuştuğumuz şu muhabbeti kolay kolay unutamam:

“Matematiğe girdik Abi. Dur bakayım, hah Muttalib Hoca.”

“He, iyi hocadır. Kafa adamdır, iyi geyik yapılır.”

“İngilizce, Serap Hoca.”

“O da iyi hocadır. Üzmezsen üzülmezsin.”

“Tarih, Ergun Hoca.”

“Bak Ergun Hoca dediğinde biraz duraksa. Azıcık sinirlidir. Ama aynı zamanda çiçek gibidir. Çok güzel anlatır Tarih’i. Keyif alırsın dinlerken.”

“Abi her şey güzel de adam Vladimir Putin’e benziyor.”

“Lan! Sakın ona söyleme bunu. Ömrünün sonuna kadar lise okursun. Hiç sevmez.”

“Peki abi.”

Bu arada birkaç hocadan daha bahsettik.

“Bir de şimdiki dersimiz var: Almanca, Savaş Hoca.”

İbrahim Abi o anda omuzlarımdan tuttu, doğrudan önüne çekti beni.

“Siyah pantolon tamam, lacivert ceket tamam, beyaz gömlek tamam, kravat tamam.”

“Abi ne oluyor?”

“Kravat düzgün bağlanmış, gömlek pantolonun içinde.”

“Abi Allah aşkına ne oluyor desene.”

“Lan bir sus! Sakalına bakayım, he daha tüy yokmuş, saçların bir tık uzun ama daha idare eder.”

“Tüy yokmuş falan ayıp oluyor.”

Gülerek, “Var mı lan düdük?”

“Yok.”

“Şimdi kulaklarını aç iyi dinle. Şu okulda bir sene geçirmiş birinin kulağına ‘Savaş Hoca’ diye fısılda kaçacak delik arar. Savaş Hoca otoriterdir. Hata ve yanlış istemez.”

“Peki abi.”

“’Edep, adap çerçevesi’nin dışında bir durum olduğunda hiç esirgemez, adamın fişini çeker.”

“Evet abi.”

“Dersi için 60 yaprak küçük boy kareli defter alsan yeter. Arada küçük yazılı yapar. Onlara dikkat et iyi puan getirir. Sakın derse ondan sonra girme. Eğer öyle bir ihtimal varsa, o gün okula gelme. Çünkü Savaş Hoca o gün dersine kimin gelmediğini bilir. Savaş Hoca herkesi bilir, hem de okul numarasıyla birlikte.”

“Anladım abi.”

Bu kadar korkutmanın ardından büyük merak içinde derse girdim. Hocam daha koridora çıkmadan sesi sınıfa kadar gelmişti. İki öğrenci merdivenlerden koşarak inmiş, onlara kızıyordu. Ardından derse geldi. İlk işi güneşin sınıfı aydınlatmaya yeterli olmasına rağmen açık olan ışığı kapatmak oldu. Sonra tahta kalemini aldı:

“Her sınıf yüz volt elektrik yaksa, bu okulda yirmi sınıf var. İki bin volt eder. Bu mahallede beş okul var. On bin volt eder. Maraş’ta beş yüz mahalle var. Beş milyon volt eder. Güneş hâlâ içeriyi aydınlatıyorken bu kadar elektriği israf etmenin bir manası yok.”

Herkes şaşkın ama çıt ses yok. Değil sineğin sesi, havada dolaşan bakterilerin sesini bile duydum o anda, ilerde olacakların farkında olmadan…
İşte benim Dükkân hikâyem aslında böyle başladı…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder