HİKÂYE MALZEMESİ DÜKKÂNI (BENİ TANIDIN MI) / HasanKEKLİKCİ


 




            -N’otuyon ede.

            -…

            -Alo.

            -Efendim.

            -Ne var ne yok ede.

            -Sağ olun. İyiyim. Siz nasılsınız?

            -Ooo. “Siz nasılsınız!” Lafa bak. Beni tanıdın mı?

            -Eee. Şey…

            -Tabi büyüdünüz. Tanımazsınız.

            -Lan Maraş’a dükkân açmış diyorlar senin için.

            -Yani bizimki öyle öteberi dükkân gibi değil de…

            -Bir bardak çay içiririm diye korkma aslanım gelmeyiz. Şimdi tanıdın mı?

            -Yaşımız geçti ya biraz, bir de şu Koronavirüsten dolayı evden çıkamıyoruz!

            -Olsun ben de çıkamıyorum. Benim sende telefonum yok muydu?

            -Numara çıktı.

            -Alo! Senin numaranı… Ben seni daha önce de aradım. Kaydetmemişsin demek ki. Şimdi aklına geldi mi kim olduğum?

            -Arayanı kaydederim ama! Bir de küfür…

            -Zengin oldunuz ya. Kaydetmezsiniz oğlum artık. Ede taman sennen aynı mektepte okuduyduk.

            -Haa!.. Hangi mektepte?

            -Kocaseki hukuk üniversitesinde! Arkadaş köyde kaç tane okul var?

            -Sesin yabancı gelmiyor ama.

            -Yahu deden bahçede ikimizi bir dövdüydü ya. Köşkerlilerin kozunun dibinde.

            -Allah. Allah.

            -Hani Fenk’ten bir öğretmenimiz vardı. Kadın. Kadın öğretmendi. Evleri Ceyhan’ın öte geçesindeydi. Senle beni gönderdiydi bir gün. Sabah okulda andımızı okuduktan sonra bizi yanına çağırdı. Önlüklerimizi ve yakalarımızı çıkarttırdı içeri koydu. Seninle ikimiz yolu elimize aldık. Bahar mevsimiydi. ‘Baharı nereden biliyorsun’ dersen, bir gün önce babam şalvarımın cebinde cücük lastiğini bulmuştu. ‘Kuşlar yuva yaparken bu lastik sende ne geziyor, yoksa ağzında yemle yuvasına giden cücüğe lastik taşı mı sıkıyorsun sen?’ diye beni dövmüştü. Anlatmıştım o zaman. Hani benim lastiğin sahtiyanı kopmuştu. Teneffüste beraber yeni sahtiyan yapmıştık. Sen bir tarafından tutmuştun. Ben de sırımla çeke çeke bağlamıştım sahtiyana lastiğimi. İşte o gün akşam yemiştim köteği. Alo. Dinliyor musun?

-Dinliyorum. Dinliyorum. Konuşun lütfen.

-Aboov. ‘Konuşun lütfen!’ Sanki Maraş altında bin dönüm çeltiği sulanan bir ağa ile konuşuyor herifçioğlu. Lan tanımadın değil mi? Tabi aslanım. Büyük adamlarla geziyorsunuz. Artık garibanları tanımazsınız.

-…

-İyi dinle: Okuldan çıktık. Zavraklıdere’den geçip Kızılcıklıesik’e, oradan Yalangozluğun Deresi’nde taşlara basa basa Alhanlı’ya vardık. Koca Demirci’nin düveninin ardından, Tikenliyazı’nın ortasından geçip Küçüksır’a vardık. Giderken sağ kolunun üstünde bir evin kapsalığının dışında bir adam oturuyordu. Adamın önünden geçtikten sonra ‘çüüş geri bas’ diyerek bizi yanına çağırdı. Nereden gelip nereye gittiğimizi sordu. Sonra ‘Kiminle gidiyorsunuz.’ dedi. İkimiz bir gittiğimizi söyledik. ‘Yolda kimi gördünüz.’ dedi. Biz ‘Heeç’ dedik. Bu sefer de ‘Yoldaşınız kim.’ dedi adam… Sen arhan arhan dört beş adım geri gittin, sonra adamın önüne kadar gelip, hazır ol vaziyetine benzer bir şekilde durdun, sağ elini alnına doğru götürdün, ‘Selamünaleyküm Emmi.’ dedin. ‘Hah’ dedi adam; güldü, cep bıçağı -Hartlap bıçağı- ile açılmış kaleme benzeyen bıyıklarının uçlarını tütün sarıyormuş gibi yukarı doğru kıvırdı, ‘Aferin sana. Demek ki neymiş, yoldaşımız selâmmış, gördüğümüz adamlara selâm verecekmişiz.’ Sonra hangi köyden, kimlerden olduğumuzu sordu. Köyümüzü, babalarımızın adını dedik. ‘Adını boş ver babana kim derler.’ dedi adam. ‘Yani babanın lakabı ne.’

-Eee…

-‘Eee’ Ya! Babamın lakabını diyeyim de kim olduğumu bil, sonra da tanıyormuş ayaklarına yat! Beni dinle lafın burası kibar: İçeride kadınlar ekmek ediyorlarmış. Adam kapsalıktan içeri doğru ‘İkişer yumaktan iki tane bazlama yapın da gönderin.’ dedi. Bizi yanına oturttu. Üstü başı temiz bir adamdı. Ayağında tokya -bir çeşit kauçuk terlik- vardı. Kafası makine kırkımı değildi makas tıraşıydı. Belli ki Maraş’ta tıraş olmuş. Hangimizin hangimizi yıktığını sordu. Bizi güreştirmek istedi. Ben, ‘Emmi biz ta Fenk’e gidiyoruz, güreşirsek üstümüz toz olur, belki de gömleklerimiz yırtılır.’ dedim. Sonra babalarımızın lakabını dedik. ‘Bilirim’ dedi adam. Öteden bazlamalar geldi. Saçları meke püskülü renginde, ince ve düz, küçük bir kız çocuğu; eli yanmış olacak ki bazlamaları getirip adamın kucağına atıverdi. Sonra başını adamın omuzuna yasladı. Ve başını yaslarken kendisinden başka kimsenin ağzından çıkamayacak güzellikte ‘ba-baa’ dedi. Gülüştük. Birer ısırık aldıktan sonra, bazlamaları yiye yiye tekrar Fenk’in yolunu tuttuk.  

-Fenk’in.

-Ha Fenk’in. Alo. Usanmış gibi yapma. Nasıl olsa kontör benden gidiyor aslanım.

-Yok, buyur buyur seni dinliyorum.

-Beni dinliyorsun… o zaman kısa keseyim. N’ise Küçüksır’ın köprüsünden geçip Bük’e vardık. Gülme “Bük” diyorum. Hani Yastı Ali Emim biber ekermiş oraya, Ceyhan Nehri’nin kenarında. Öğlene doğru Fenk’e vardığımızda elimizle koymuş gibi bulduk, kadın öğretmenin anasının evini. Zaten Daz Deresi’ne 19 Mayıs’a gittiğimizde karşıdan karşıya göstermişti öğretmenimiz evi. Babası ve bir kardeşi vardı evde. Anası bizi iyice besledi. Karnımız doyunca elimize içinde yiyecek olan iki çıkın verdi. Bir koca tas da taze yağ. Çıkınları ben aldım tası sen. Tas büyüktü çünkü. İki elle ancak götürülüyordu. Geri Küçüksıra gelinceye kadar yağ eridi, senin her yerine bulaştı. Küçüksır’ın mektebin yanında öğretmeni gördük. Küçüksır’ın öğretmenini. Sen tası bir eline alıp öğretmene ‘Selamünaleyküm öğretmenim’ dedin. Öğretmen bizi durdurdu. Sana ‘Ne dedin ne dedin’ dedi. Sen selamı tekrar ettin. Adam elimizdeki öteberileri yere koydurdu, bir sana bir bana sille attı. ‘Sizin öğretmeniniz böyle mi öğretiyor’ dedi. Biz ne edeceğimizi şaşırdık. Öğretmen birer sille daha vurdu. ‘Kaçıncı sınıfa gelmişsiniz, size tünaydın öğretilmedi mi; sabah günaydın, öğleden sonra da tünaydın deneceğini bilmiyor musunuz?’ Öteberileri alıp ördek gibi hızlı hızlı kaçarken öğretmen ardımızdan bağırıyordu daha, ‘Tünaydın, tünaydın eşek herifler tünaydın, öğretmenizi milli eğitime şikâyet edeceğim.’ diye. Nasıl ettik aklım ermedi. Eşeğin anıra anıra kurdun ağzına gittiği gibi yakalandık öğretmene. Hal bu ki biz; jandarma, kolcu ve öğretmen gördük mü kaçardık. Bir de Köroğlu Emmiyi.

-Seni…

-Alo. Patron geldi ben seni sonra ararım.

 

 

NOT: Satılan, anlatılan ve yazılan hikâyeler tamamen hayal ürünüdür. Hiçbir kişi veya kurumla alâkası yoktur. Hiçbir hayvana zarar verilmemiştir.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder