“Yönüm
ATM’ye, ATM bankaya;
niyet
ettim mabet tanrılarının semirmesi için
kredi
kartımı ATM’ye takmaya.(!)”
Modern insan tüketerek var olduğunu
zanneden bir insandır. ‘Tüketiyorum, o halde varım!’ Ama bu tüketim, insanın
asıl ihtiyacı olan eşyayı değil, insana asıl ihtiyaçmış gibi benimsetilen suni
eşyaların tüketilmesidir. Mesela toplum mühendislik bürolarının ürünleri olan reklamlar
size 'bende bir şeyler eksik' duygusunu vermezse başarısızdır. İnsanlar lüks
bir kol saati, pahalı bir akıllı telefon, marka bir eşarp sahibi olmadığı zaman
kendini bir ağa girememiş, elit bir grubun parçası olamamış, aşağılarda kalmış,
yarım kalmış hissediyor. Hal bu iken insanlara hiç bir gelir düzeyi yetmez hale
geliyor. İşte tüm bunlardan sonra gönüllü kölelik çağı denilen, tüketimden
semiren ve pastanın büyük dilimini kendisi götüren, yarı tanrılıklarını ilan
etmişlerin başlattığı ekonomik terör ile karşı karşıya kalıyoruz.
KREDİ KARTINDAN ÇEKİYORUZ
Dünyanın dört bir yanına adeta salgın
gibi yayılan ve cüzdanlarımızda ettiği küçük yerlere rağmen cüzdanlarımızda
olmayan paraları harcamamıza yarayan kredi kartları sayesinde bir şeylere sahip
olma iştihamızı olabildiğince az törpüleyerek yaşıyoruz bu hayatı. Evet, bu
sistem bize sahip olmadığımız paraları harcamayı vaat ediyor. Kazançlarımızdan
evvel cebimizdeki kredi kartlarını ve taksit sayılarını düşünerek olmadık anda
içimizden gelen her şeye sahip oluyoruz ya da onların bize sahip olmasına izin
veriyoruz.
Bu meseleyi her türlü alanda
eleştirmemize rağmen bir türlü bu salgından kurtulamıyoruz. Her türlü kredilere
artık bir kısa mesaj kadar yakınken, bu hastalıktan kurtulma reçetelerine
hiçbir zaman riayet etmiyoruz. Modern zamanın, insanların fikirlerinden ziyade
kullandıkları eşyaların etiketine göre değerlendirme aldatmacası bizi tedavisi
ancak medeniyetimizde olan bu vebanın hastalarından yapmıştır.
VİCDANLAR KANDIRILAMAZ
1994 yılında fotoğrafçı Kevin Carter’in
Sudan’da çektiği fotoğrafı görenler bilir. Açlıktan ve hastalıktan dolayı iki
yaşında gösteren ama on yaşlarında olan Sudan’lı bir çocuk emekleyerek birkaç
kilometre ilerideki yemek kampına gitmeye çalışıyor. Ve çocuğun hemen arkasında
bir akbaba çocuğun ölmesini bekliyor. Usta fotoğrafçı! Carter bu fırsatı
değerlendirip deklanşörüne bastığı gibi bu anı ölümsüzleştiriyor. Ve hemen
oradan ayrılıyor. Bu hadiseden sonra çocuğa ne olduğu bilinmez ama Carter üç ay
sonra depresyona giriyor ve intihar ediyor.
Esasında müthiş bir gerçekliği ifade eden
bu fotoğrafı ilk gördüğümüzde hepimizin içi burkuluyor. Birkaç saat kendi
içimizde ufak bir muhasebe yapıyoruz ve olası bir sonraki öğünümüzde aşırı
tüketimden kaçınıp sokakta gördüğümüz dilenciye de yardım ettikten sonra
gündelik hayatımıza keskin bir ‘U’ dönüşü yaparak şehrin ışıkları ve gürültüsü
eşliğinde bir şeyleri ve aynı zamanda kendimizi tüketmeye devam ediyoruz. Sırf
muhtelif yerlerindeki markaların hatırına satın aldığımız metalar kendimizi iyi
hissetmemizi sağlıyor. Çünkü yeni tanışan insanlar artık birbirinin
fikirlerinden ziyade eşyalarının markalarına bakıyorlar. Bu markalar üzerinden
tanımlamaya başlıyoruz birbirimizi.
YÖRESELDEN KÜRESELE GİDERKEN
Yöresel zevkler artık sınırlardan
bağımsız bir şekilde neredeyse dünyanın her yerinde, farklı farklı insanlar
tarafından ortak bir şekilde benimsenmektedir. Anadolu’nun herhangi bir
şehrinde İtalyan usulü makarnanızı yerken üzerine bir de Fransız tatlısı
söyleyebiliyorsunuz.
Evet, haz ve hız çağında, düşünmek için
durmamız gereken bu zamanlarda, durup düşünecek olursak, küreselleşme esasında
baş döndürüyor. Dönen başlarımızın selim bir şekilde düşünmediği ise mutlak bir
hakikattir. Bu mutlak hakikati bilmemize rağmen bu gibi aldatmacalara nasıl
olurda kayıtsız şartsız teslim olabiliriz?
REKLAMLARA DİKKAT
Herhangi bir firmanın reklam yapmaması
söz konusu değildir. Bir reklam, insanlara asıl ihtiyaçlarını sunuyor ve bunu
değerlere aykırı bir şekilde yapmıyorsa bu reklam uygundur denilebilir. Lakin
asıl ihtiyaçların da ötesine giderek lükse kaçan, itibar simgesi olarak ifade
edilen maddelerde muhatapların değerleriyle dalga geçiyorsunuz demektir.
Bir Müslüman'ın itibarı imanından,
takvasından, efendiliğinden yani etrafına faydalı bir insan olmasından gelir.
Eğer itibarı kişinin huy ve davranışlarına değil de, sahip olduğu eşyaya
bağlarsanız ve bunu saat başı televizyonlarınızdan ilan ederseniz, o toplumun
değer sistemi siz hiç farkında bile olmadan bir iki nesil içinde değişir. En
güvenli vasıtayı almak hakkımızdır, bu bir ihtiyaçtır. Ama itibarımızı
arttıracak bir vasıta olamaz. Çünkü herhangi bir madde mana veçhesi de olan
insana hiçbir değer katamaz. Kendimizi gerçekten çok güzel kandırıyoruz.
TÜKETE TÜKETE TÜKENİYORUZ
Bilgi ve teknolojinin baş döndürücü bir
hızla geliştiği günümüzde; haberleşme, ulaşım, şehirleşme, ticaret, sanayi,
turizm ve hemen diğer bütün sahalarda meydana gelen ilerlemeler, insanın ruhî
varlığından çok, bir şeye hizmet etmektedir: Tüketimin artması. Bilgi ve teknolojinin
gelişmesi, binlerce yeni ürünün piyasaya sürülmesi ile kendini göstermektedir.
Ardından, bu ürünlerin insanlar tarafından bir ihtiyaç olarak algılanması ve
tüketilmesi için reklam kampanyaları başlatılmaktadır.
Sanayi ve ticaretin gelişmesine bağlı
olarak, refah seviyesi giderek artan insanların ihtiyaçlarını karşılamanın
yanında, zaruri olmayan arzuların da ihtiyaçlar listesine dâhil edilmesiyle
artan çılgınca tüketim için her geçen gün çoğalan fabrikalar, enerji ve
hammadde temini adına bir yandan yeryüzü kaynaklarını hızlı bir şekilde
harcarken, bir yandan da üretmiş oldukları atıkları ile su, hava ve toprak
kaynakları ve üzerinde barındırdığı bitki ve hayvan türlerini zehirlemeye ve
yok etmeye başlamıştır.
Körü körüne ve kayıtsız şartsız tüketen
bir robot hâline getirilen toplumlarda, ekonomik problemlerin yanında içtimaî
ve ahlâkî problemler de çoğalmaktadır. Dünyada açlıktan ölen insanlar kadar
aşırı beslenmeden dolayı ölen insanların da var olması, ahlaki boyutun
derecesini gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Dünya genelinde tüketim gerek besin,
gerekse hammadde ve enerji kaynakları açısından giderek artmaktadır. 1960 ile
2000 yılları arasında dünya nüfusu yaklaşık iki kat artmışken, aynı dönemde
aile seviyesinde yapılan harcamalar, dört kat artarak 20 trilyon dolara
ulaşmıştır. Dünyanın en zengin insanları, en fakir insanlarına göre 25 kat daha
fazla enerji tüketmektedir. Dünya nüfusunun % 5’ini teşkil eden ABD, tek başına
dünya petrol ve kömür tüketiminin % 25’ini, tabii gaz tüketiminin ise % 27’sini
gerçekleştirmektedir. Dünya genelinde 500 milyon araba mevcut olup, bunun 1/3’ü
ABD’de bulunmaktadır. Her yıl yaklaşık 11 milyon yeni otomobil trafiğe çıkmakta
ve sadece ABD’de kullanılan otomobillerden atmosfere bırakılan karbon nispeti,
Japonya’nın bütün sanayi faaliyetleri ile havaya göndermiş olduğu karbon
nispetine eşittir.
SON OLARAK:
Belki de tüm bunları okurken çokça
canımız sıkılmış olabilir ve hatta tüm bunları reel dünya ile özdeşleştirme
hususunda da bazı sorunları olan birer deli saçması olarak ifade ediyor
olabiliriz. Ruhumuzu sıkan bu gerçek bizi anlatıyor ve bundan dolayı canımız
daha çok sıkılıyor. Susuzluğumuzu gidermek için içilen tuzlu su misali. Aslında
lüks, konfor ve rahat zamanı olan modern çağda ‘sıkılmak güzeldir’ ifadesini
yanlış yolda gidenlerin yol haritası edinmesi gerekir. Yoksa toprağın
sıkıştırmasına nasıl tahammül edebiliriz ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder