Sessiz
bir menekşenin düşüncesini bölüşüyorlardı
Kimsenin
ilk gününü bilmediği pazarlarda gezdirilen tütsülerin içinde ve pazartesine
inanan başka günleri de ona bağlayan tacirler, süt satıcıları, eski şeyleri
alanlar, madenler içinde en çok bronzu tutanlar, tezgâhtaki balıkların temsil
edebileceği, hatırlatabileceği kadar denizi biliyorlardı yalnız. Oysa az ötede
gemilerin taşırdığı gürültüsüyle deniz, herkesi akşama teslim ediyordu.
Burayı
mide bulandırmaya elverişli bir parfüm kokusuyla böldüler. Menekşeden
habersizdiler.
Ağır
kadife bir perdeyi çekmenin hazzıyla kediler, sahipleri, bir dağ köyünün
kararan sokaklarını özleyen işçiler, yaktı tütününü geceleri örtünmenin. Bakışlarında,
kendi kanını soluyan balıklar vardı karanlıkta avlanmış. Sabırla biçiyorlardı
kumaşları, yepyeni örtüler ölçüyorlardı onlardan. Sabah, hiç kimsenin umurunda
değildi.
Ben
bir karanfil oyarak başlıyorum duvarlardan, bilekleri üşümüş kadınlardan,
ayaklarının üzerinde duran çocuklardan. Usta bir karanfil oluyor gittikçe,
geceyi üzerime çekerken bunu söylüyorum kendime, atların keskin ölümlerini
seyrederken, susuz uyanıp çeşmeleri düşünürken. Hızlı bir karanfil oluyor, anne
çocuğun düşlerine henüz eğilmeden koşup kurtarıyor dünyayı yalanlanmaktan, bir
kez daha her şey yerli yerinde duruyor. Sevinin.
Bütün
karanfillerin yolu menekşeden mi geçer,
bir
menekşe karanfile hüznüyle mi, neresiyle benzer?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder