ÇİÇEĞİ DALINDA/ Hidayet BAĞCI

-Hikâye-

Bir çiçekçi dükkânının en ücra köşesinde, yüzlerce allı güllü çiçekler arasında hayırlı olsun hediyesi olarak gideceği günü bekleyen bir çiçeğim. Öyle bir çiçeğim ki çiçeksiz yapraklarım her gün parfümle kokulanıyor ama bilmiyorlar ki benim solduğumu. Karşımdaki camlı klimalı vitrinde renkli yaprakları solmasın diye kırmızı güller, papatyalar ve kasımpatılar özenle muhafaza ediliyorken üzerimdeki kokular yüzünden boğulduğumun kimse farkında değil. Şimdi Ömer ustanın çırağı Halil gelecek, yine parfümle yapraklarımı parlatıp beni koklattığını sanacak.

Sabahın erken bir vaktinde Ömer ustanın anahtarından çıkan bir “tık!” sesi beni daldığım uykudan uyandırdı. Dükkânın kapısı bir Besmele-i Şerife edasıyla açılırken Ömer usta anahtarı cebine bıraktı, yürüdü ve masanın üzerindeki not defterini açtı, okudu. Bugün birkaç tane göreve yeni başlayan kişilerin ofisine çiçeği olmayan çiçeklerden gönderilecekti. Nihayet Halil de geldi, dükkânın içi ve kapı önü erkenden temizlenmeliydi. Sonrasında gün öncesinden alınmış çiçek siparişleri zamanında gönderilmeliydi. Bir anda saksımın belinde kırmızı kurdele ve üzerimde bir yazı buldum. Evet, diğer çiçeksiz çiçeklerden sonra yabancı bir ofise hayırlı olsun hediyesi olarak gönderilme sırası bana gelmişti.

Geldiğim ofisin sahibi Zekâi Bey üzerimdeki yazıya baktı ve memnuniyetini dile getirmek için beni sipariş vereni aradı, teşekkürlerini dile getirdi. Birkaç gün sonra üzerimdeki kurdele de çöpe gitti, kâğıt da… Bir iki ay sonra ben de kapı önüne atılan, gün geçtikçe solan bir çiçeksiz çiçek oldum. Halil’in her gün güzel görüneyim, kokayım diye yapraklarıma sıktığı parfümü de özlemiştim. Özlediğim o kadar çok şey vardı ki o çiçekçi dükkânında. Mesela, Besmele-i Şerife ile açılan kapı ve camlı vitrinde muhafaza edilen çiçekli çiçeklerin muhteşem güzelliği…

Birkaç gün koridor aralığında Zekâi Bey’in kapı önünde boynu bükük öksüz çocuklar gibi beni yeniden odasına almasını bekledim ama nafile, almadı. Koridorda zamana ve beklemeye alıştığım bir anda, yaprakları dökülmüş bir çiçek saksısının yani bedenimin yandaki ofis kapısının yanına yakınlaştırıldığını fark ettim. Kendi kendime koridorda söylendim:

“Bu da kim, sabahın erken vaktinde ne yapmaya çalışıyor?”

Beni iki kapı aralığında olacak şekilde orta bir yere konumlandıran, Zekâi Bey’in ofis kapı komşusu Beyzâ Hanım’dı. Elinde beyazlı kırmızılı birkaç tane kurdele ile geldi ve dallarıma çiçeksi bir edâyla kurdeleyi bağladı.

Kadın daha sonra tahta bir çubukla susuzluktan kurumuş toprağımı havalandırmaya çalıştı. Ofisine gitti ve elinde camdan bir sürahi su ile geldi, toprağıma getirdiği suyu döktü. Çiçeksiz dallarıma kurdele bağlayan bu kadın dalıma bir not kâğıdı astı. Toprağıma dökülen suya o kadar çok sevindim ki coştukça coştum. Dallarımda kurumaya yüz tutmuş yapraklar yere düşmeden aşılanmaya başlamıştı.

Sonrasında koridordan geçip giden insanlar bana bakmaya ve dalımdaki notu okumaya başladı. Onlar bana nazar ettikçe kendimi daha iyi hissettim. İnsanların bakışları arasında geçen zamanım o kadar güzeldi ki onların nazarlarına bir koridor aralığında denk gelmek gibisi yoktu. Her geçen gün yapraklarımın yeşili daha da güzelleşti. Dallarımda yeni aşılanmış yapraklar yeşermeye başladı. Beyzâ Hanım’ın çalışma arkadaşları ve misafirleri Beyzâ Hanım’ın kapısını tıklamadan önce dalımda asılı duran notu okuyup gülümseyerek öylece onun ofisine geçerlerdi. Birkaç ay çok merak ettim dalımda asılı duran bu not kâğıdını ama sonrasında unuttum. Zaten Beyzâ Hanım’ın haftada bir toprağıma su dökmesine ve her seferinde dalımda asılı duran not kâğıdını okuyup gülümsemesine de alışmıştım.

Bir gün okumayı yeni çözmüş bir çocuk yanıma usulca yaklaştı ve dalımda asılı duran unuttuğum o not kâğıdını hece hece okudu.

“İ-yi-lik gü-zel-leş-ti-rir!”




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder