Emine Abacı’nın adını
Sultan vurduğu romanının sosyal medyada “çıktı” müjdesini alır almaz,
Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl yedincisi düzenlenen
kitap fuarından bir dostla beraber gidip aldık. Tabi yazarı Emine Abacı
tarafından imzalı olarak. Esasen kitabın yayına hazırlandığı haberini daha önce
almıştım ama bu kadar çabuk çıkacağını da düşünmemiştim doğrusu.
Sultan’ı iki akşamda,
her sayfasından zevk alarak okuyup bitirdim. Kitabı bitirdiğimde; sanki bir dağ
köyünde bir eve misafir olmuşum da ev sahibiyle dağ bayır, köy şehir gezmişim
gibi bir duyguya kapıldım. An oldu köyün girişine gidip asker yolu bekledim, an
oldu bir demirci dükkânındaki örsün üzerinde tavlanmış demire çekiç salladım. Şelek
çektim, gem sürdüm. Kız gelin ettim oğlan everdim. “… kaldırımlarda koşuşup oynayan
çocuklara bakıyor, onların yanına varıp onlarla beraber oynayasım ve sevinesim
geliyordu.” diyor Cengiz Dağcı, Dönüş adlı romanında. Benim de nenelerinin
yanında oynayan çocuklarla oynayasım, sevinenlerle sevinesim geldi.
Memduh Atalay Kırık Ayna
romanında; “Can dediğin nedir ki karıncada bile var.” diyor. Roman dediğin
de nedir, altı üstü bir şalvar cebi dolusu kelime. Dökersin bir çulun üzerine,
yanı yanına dizersin olur biter. Al sana roman! Fakat bizim için bu roman,
romandan öte bir şeydir doğrusu. Çünkü bizim köyün, daha doğrusu bizim obanın
ilk romanıdır Sultan. Yerine göre yeryüzü kadar geniş etki alanı olan bir
kitabı alıp; bir köy, bir oba sınırlarında tartışmak ne kadar yerinde bir
davranıştır bilemem, ama o kitabın hangi şartlarda yazıldığı ne kadar iyi
bilinirse, kitabın önemi ve değeri de o kadar artar diye düşünüyorum.
Benim çocukluğumda bizim
Kocaseki’nin mektuplarını Analık Hasan emmi okurdu. Mektup okuyacak ikinci bir
adam yoktu. Rahmetli, bazen bir mektubu bir iki satır okur millete döner, “Bunu
öteen ohuduk taman.” derdi. Karşısında, şeşinin ucuyla ağzını kapatmış bir
kadın “Ede bir daha ohu heeri.” der boynunu bükerdi…
Tek, mektup değildi tabi
Hasan emminin okuduğu; köy senetleri, tapular, az da olsa mahkeme kâğıtları da
onun elinden geçerdi. Köyde ilkokul açıldı ama köylü, yazı köylerindeki
pamukları toplayıp ancak aralık ayının sonuna doğru gelebildi. Ve ilkbaharda,
ekilen pamuklar yerin yüzüne çıkar çıkmaz da çor çocuk toplanıp gittiler. Orhan
Kemal’in dediği gibi; “Önce ekmek.” Onun Ayten’inin doktor
çıkmasına sekiz yılı vardı, ekmek için okulu bıraktığında. Bizim mektup okumayı
bellememize milyon yıl! Sonra, “okurum” diyene kitap mı var? Jules Verne’nin
Seksen Günde Devriâlem’ini belki on defa okumuşumdur ilkokulda. Yok. Başka yok
çünkü.
Emine Abacı’nın romanını
bu çerçevede değerlendirmek lâzım. Ortaya konan her işte ufak tefek
eksiklikler, farklı görüşler mutlaka olur. “Oğlum, kimde bir hüner görürsen on tane
ayıbını görmezlikten gel.” demiş Sadi Şirazi. Bazen sizin aradığınız
bir şeyi, başka bir kılıkta karşınıza çıkarır yazar ve kendinizi aradığınız
güzelliğin kuyusunda bulursunuz.
Okumamış olanları da düşünerek
roman hakkında fazla bilgi vermek istemiyorum. Sultan için; “Yorgun ikindilerde
sere serpe düşerdi umut perdesi yüreğindeki yaraya. Oğlunun yollarını gözlerdi.
Hasret ateşi yandıkça bağrında, sadrına ağır ağır sütunlar inerdi.” diyor Emine
Abacı. Ve Sultan; görmeyen gözleriyle o kadar çocuk büyütmüş, kuma kahrı
çekmiş, zenginliği görmüş, bir sabah beş kuruşsuz bir dünyaya uyanmış, köyünden
şehre taşınmak zorunda kalmış ve her şeye rağmen sofrasına yalnız oturmamış bir
köylü anası.
Kitaba dalmış giderken
bir anda karşınıza bir cümle çıkıyor, “İki tane kadın biri uzun boylu ince,
biri de tombulca esmer başındaki kırniş omuzlarına kadar kapatmıştı.” Kafkasya’da
yağlık, İran’da yalık, Azerbaycan’da yaşmak olan Müslüman Türk kadınının
başörtüsü kırniş’e takılıyor aklınız, kendinizden bir şey buluyor, tebessüm
ediyorsunuz. “Ayağa kalktı bahçelerin yollarından, otların arasından,
ayaklarının ucunda gısır gısır eden kaplumbağaya baktı.” diyor yazar ve siz
kitabı bırakıp gısırtı dinlemeye koyuluyorsunuz. “Dün uzak köyden arkadaşları
geldi. Deşirim etmişler, para getirdiler, dükkânını yeniden kur, senin bize
zamanında çok yardımın oldu dediler.” Ne kadar güzel bir kelime: Deşirim.
Hasan Ejderha’nın
Kayıktepe Operasyonu ve Sokakbaşı romanlarından sonra, Sultan’ın da kitapçı raflarındaki
yerini alması bizleri ziyadesiyle sevindirdi. Sokakbaşı şu an yedinci veya
sekizinci baskıya ulaşmıştır. Aynı başarıyı Sultan için de diliyoruz. Ali Fuat
Başgil, “İmrenmek terakkinin -gelişmenin, ilerlemenin- şartıdır.”
diyor. İnşallah herkesten önce bizim gençlerimiz Sultan’ı okur, Emine Abacı kardeşimize imrenirler. Allah
zihin açıklığı versin Emine Abacı’ya.
Okurun bol olsun Sultan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder