EMİNE ABACI’NIN SULTAN’I/Hasan KEKLİKCİ

 

Emine Abacı’nın adını Sultan vurduğu romanının sosyal medyada “çıktı” müjdesini alır almaz, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl yedincisi düzenlenen kitap fuarından bir dostla beraber gidip aldık. Tabi yazarı Emine Abacı tarafından imzalı olarak. Esasen kitabın yayına hazırlandığı haberini daha önce almıştım ama bu kadar çabuk çıkacağını da düşünmemiştim doğrusu.

Sultan’ı iki akşamda, her sayfasından zevk alarak okuyup bitirdim. Kitabı bitirdiğimde; sanki bir dağ köyünde bir eve misafir olmuşum da ev sahibiyle dağ bayır, köy şehir gezmişim gibi bir duyguya kapıldım. An oldu köyün girişine gidip asker yolu bekledim, an oldu bir demirci dükkânındaki örsün üzerinde tavlanmış demire çekiç salladım. Şelek çektim, gem sürdüm. Kız gelin ettim oğlan everdim. “… kaldırımlarda koşuşup oynayan çocuklara bakıyor, onların yanına varıp onlarla beraber oynayasım ve sevinesim geliyordu.” diyor Cengiz Dağcı, Dönüş adlı romanında. Benim de nenelerinin yanında oynayan çocuklarla oynayasım, sevinenlerle sevinesim geldi.

Memduh Atalay Kırık Ayna romanında; “Can dediğin nedir ki karıncada bile var.” diyor. Roman dediğin de nedir, altı üstü bir şalvar cebi dolusu kelime. Dökersin bir çulun üzerine, yanı yanına dizersin olur biter. Al sana roman! Fakat bizim için bu roman, romandan öte bir şeydir doğrusu. Çünkü bizim köyün, daha doğrusu bizim obanın ilk romanıdır Sultan. Yerine göre yeryüzü kadar geniş etki alanı olan bir kitabı alıp; bir köy, bir oba sınırlarında tartışmak ne kadar yerinde bir davranıştır bilemem, ama o kitabın hangi şartlarda yazıldığı ne kadar iyi bilinirse, kitabın önemi ve değeri de o kadar artar diye düşünüyorum.

Benim çocukluğumda bizim Kocaseki’nin mektuplarını Analık Hasan emmi okurdu. Mektup okuyacak ikinci bir adam yoktu. Rahmetli, bazen bir mektubu bir iki satır okur millete döner, “Bunu öteen ohuduk taman.” derdi. Karşısında, şeşinin ucuyla ağzını kapatmış bir kadın “Ede bir daha ohu heeri.” der boynunu bükerdi…

Tek, mektup değildi tabi Hasan emminin okuduğu; köy senetleri, tapular, az da olsa mahkeme kâğıtları da onun elinden geçerdi. Köyde ilkokul açıldı ama köylü, yazı köylerindeki pamukları toplayıp ancak aralık ayının sonuna doğru gelebildi. Ve ilkbaharda, ekilen pamuklar yerin yüzüne çıkar çıkmaz da çor çocuk toplanıp gittiler. Orhan Kemal’in dediği gibi; “Önce ekmek.” Onun Ayten’inin doktor çıkmasına sekiz yılı vardı, ekmek için okulu bıraktığında. Bizim mektup okumayı bellememize milyon yıl! Sonra, “okurum” diyene kitap mı var? Jules Verne’nin Seksen Günde Devriâlem’ini belki on defa okumuşumdur ilkokulda. Yok. Başka yok çünkü.

Emine Abacı’nın romanını bu çerçevede değerlendirmek lâzım. Ortaya konan her işte ufak tefek eksiklikler, farklı görüşler mutlaka olur. “Oğlum, kimde bir hüner görürsen on tane ayıbını görmezlikten gel.” demiş Sadi Şirazi. Bazen sizin aradığınız bir şeyi, başka bir kılıkta karşınıza çıkarır yazar ve kendinizi aradığınız güzelliğin kuyusunda bulursunuz.

Okumamış olanları da düşünerek roman hakkında fazla bilgi vermek istemiyorum. Sultan için; “Yorgun ikindilerde sere serpe düşerdi umut perdesi yüreğindeki yaraya. Oğlunun yollarını gözlerdi. Hasret ateşi yandıkça bağrında, sadrına ağır ağır sütunlar inerdi.” diyor Emine Abacı. Ve Sultan; görmeyen gözleriyle o kadar çocuk büyütmüş, kuma kahrı çekmiş, zenginliği görmüş, bir sabah beş kuruşsuz bir dünyaya uyanmış, köyünden şehre taşınmak zorunda kalmış ve her şeye rağmen sofrasına yalnız oturmamış bir köylü anası.

Kitaba dalmış giderken bir anda karşınıza bir cümle çıkıyor, “İki tane kadın biri uzun boylu ince, biri de tombulca esmer başındaki kırniş omuzlarına kadar kapatmıştı.” Kafkasya’da yağlık, İran’da yalık, Azerbaycan’da yaşmak olan Müslüman Türk kadınının başörtüsü kırniş’e takılıyor aklınız, kendinizden bir şey buluyor, tebessüm ediyorsunuz. “Ayağa kalktı bahçelerin yollarından, otların arasından, ayaklarının ucunda gısır gısır eden kaplumbağaya baktı.” diyor yazar ve siz kitabı bırakıp gısırtı dinlemeye koyuluyorsunuz. “Dün uzak köyden arkadaşları geldi. Deşirim etmişler, para getirdiler, dükkânını yeniden kur, senin bize zamanında çok yardımın oldu dediler.” Ne kadar güzel bir kelime: Deşirim.

Hasan Ejderha’nın Kayıktepe Operasyonu ve Sokakbaşı romanlarından sonra, Sultan’ın da kitapçı raflarındaki yerini alması bizleri ziyadesiyle sevindirdi. Sokakbaşı şu an yedinci veya sekizinci baskıya ulaşmıştır. Aynı başarıyı Sultan için de diliyoruz. Ali Fuat Başgil, “İmrenmek terakkinin -gelişmenin, ilerlemenin- şartıdır.” diyor. İnşallah herkesten önce bizim gençlerimiz Sultan’ı okur,  Emine Abacı kardeşimize imrenirler. Allah zihin açıklığı versin Emine Abacı’ya.

Okurun bol olsun Sultan.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder