BİR HOCAM, BİR DAĞ, BİR ŞEHİR / Ferhat AĞCA

Bir dağa çıktı Hocam; âhir dağına, dağları tutmaya… Yemeğini yedi ve belki de bırakmadan önceki son sigarasını yaktı. Omuzlarını birbirine yaklaştırıp, elini siper ederek yaktı sigarasını. Çekti içine dumanını, Üfürdü Şehr-i Maraş'a doğru, gözlerini kıstı dumandan korurcasına.

Baktı Şehr-i Maraş’a. Şehre inen melekleri gördü. Beton yüzeyin yeşil yaması gibi görünen mezarlığa baktı. Acı çekenleri, gülenleri gördü sonra. Adana yolundan şehre giren son otobüsü gördü Hocam. İçinde isyan şarkıları çalan, sılaya varan, gurbete çıkanların olduğu… Sonra; başını cama yaslamış özlem sancısı çeken talebesini gördü. Gülümsedi, bir nefes daha çekti sigarasından… Kayseri yolundan, asfaltı yerinden kaldırırcasına gelen TIR’a baktı.  “O kadar büyük araba nasıl böyle gidebiliyor” dedi.

Sonra içinde çalan türküye eşlik etti, bir nefes daha çekti sigarasından. “Daha senden gayrı âşık mı yoktur” Hocam mı türküyü söyledi, türkü mü Hocam’ı?

Göle baktı Hocam, balıklarını düşündü. Mevsim kıştı, yemleri yoktu, aç olduklarını düşündü. Sonra bir balık; sırtını güneşe tutup selam verdi Hocam’a. Güneş ışıltısıyla, iyiyim dercesine. Hocam güldü, bir nefes daha çekti sigarasından… Antep yolundan giden ambulansı gördü Hocam. İçinde ağlayan anneyi gördü, gözyaşı ile ıslattığı tülbendini; şoförün çabasını gördü, memurun gerginliğini…

Bir nefes daha çekti sigarasından. Hastanedekileri gördü Hocam; inleyen hastaları, kalorifere yaslanmış uzun uzun düşünen refakatçileri; altı saatlik ameliyattan çıkan cerrahın iştahla çay karıştırışını; düğün planlarının yapıldığı hemşire odasını gördü.

“Vayh dünya!” dedi içinden, bir nefes daha çekti sigarasından...

Şehir merkezine baktı Hocam: Yarış atlarının telaşıyla giden insanlara baktı; sahte gülücükler atan siyasetçileri, işgüzar patronları, makam uğruna birbirinin kuyusunu kazan memurları, derdi ekmek olanların çektiği sıkıntıları gördü. Yüzü gerginleşti, bir nefes daha çekti sigarasından…

Apartmanlar arasında kalan birkaç metre karelik parkları gördü Hocam. Egzoz dumanında, korna sesleri içinde oynayan çocukları gördü.

“Kılavuzlu kenarında çelik değnek oynayanlar daha mutluydu” dedi.

Sonra topu yola kaçan çocuğun koşuşunu gördü. Acı bir fren sesi duydu, gözleri büyüdü, kafasını sağa çevirdi birden. Hele ki korktuğu olmadı; zarar gelmedi çocuğa. Sakinleşti ve hiçbir şey olmamış gibi:

“Gene bizi doyurdun Ali; yedirdin, içirdin” dedi.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder