SUYA EĞİLİP AY’I ÖPER ÇOCUKLAR/Hasan EJDERHA


Pınarlar soğutur, soğuk duvarlara akar çağrı
Nerde! Hangi cana mercan sundu ki denizler
Şiir burcu ve hüzzam; bir makam öylesine durur
Ruhumu inletir name; hücrelerime kadar kudurur
Vurur bestelenmemiş ağıtlar kıyılara
Kayalara haramilik hünkârdır dalgalarda
Bir daha, bir daha, sonra ağıtlarda sükût…
Gözler yolcular bekler, eller duada

Ağıdı yaylalarda saklı köylüler
Gurbete gidince niçin ölürler?
Dökülürler yollara, önlerinde bir hayâl
Ağyar bir hayata sürükler ayakları
Yazları hiç göremedikleri köylerini
“Güzeldir köyüm” derler bilmeden
Oysa yarım bir yılda yaşadıkları
Karın üstünde, hasta çekilen döven

Ne çok fotoğrafı var benim ülkemin
Fotoğrafı çekenlerin ve çekilenlerin
Çektiği üzre türküleri söylemedim daha
Kıyısından başlanınca kocaman bir hayata
Daha küçük görünmek mi normali
Hâl-i pür melâli toprak olma ihtimali
Yalnızlıklar mı biriktirir gelmeyecek yolculara.

Birinci parantez içi

(Öyle bir hâl-i pür melâl ki bu;
yokluğu sıcak yer kabuğu,
kıvamı hasret.
Çoğaldıkça acıyı bitiren
geldikçe gidilen, gidince,
güvercinler gibi
seyri eğri bir dal bırakmadan doğrultan hayatın,
arkasından bakıp kaldık ya şimdi
hangi ikindi dönüp de yurduna
aydınlatacak kimliğimizi ve dirliğimizi
ellerimizi
kaldırınca göğe, gelir yüreğimize.)

Melâl çöllerinde sustu ceylan, avcıya ne gerek
Erek, atların nallarında parıldar, aydınlansın dünya
Anadolu dünyanın ortasında bükülmez direk
Şimdi gerçek, gerçekleşmez denilen kutlu rüya.

Bir daha olmamak için olmak nedendir ki?
İkindi sofralarında yalnızlık çağrı mı dostluğa?
Boşluğa koşmak kadar boşsa atılan ok
Hanidir? Hangi sultan yakındır koltuğa?
Yormadan hayatı yorulmaksa çâre
Daha başlamadı ağlamaya şehirler.

Yormadan hayatı yorulmaksa çare
Hikmeti yok, sözüm yok dağlara
Kalsın kâkül yerinde aynalar bîçâre
Gençliğe küpedir açılan her yara.

Sürülünce tarlaya imrenir bider kuşları
Yağışları beklemeden taneyi toplarsa
Neyi kıskanmalı ki çiftçiler ve çocukları?
Kastı, kurt kuş hakkını bilmeden yaşamaksa
Sözü bitmedi yolcuların, çağrıysa yakın
Beklenen kelebekler ve çiçekler ve arılar
Bebeği geldi gelecek dedirten ağrılar…

Tersine tutulan bir kalem yazar mı mîrim?
Ölüm ve dirim üzre yemin ki geleceğim!
Neyse can için cana susamış güneş
Canan için bildim ve bileceğim.

İkinci parantez içi

(Çocukken haykırırdım yüce dağlara bakıp
gençken meşaleler tutardım caddelerde yakıp
hür bir ruhun arkasından gittiğim yıllar kadar
haykırmaya borçluyum şimdi biliyorum.)

Hadi! Yürü! Nârına gark olan âşıklar tökezledi
Darmadağın hâlin, kepçeye ne gam, kaşıklar çarmıh
Mıh mıhı sökse de çekiç örse tamah
Durmadan yürürse, nalbantlara han bâkî
Tâ ki karanlıklar basıncaya kadar.

Yaramaz yarasaları aydınlatınca çakallar
Tavşanlar kadar aydınlığa muhtaç yıldızlar
Kızlar, aynalarınca kaldılar tarlasında burçağın
Denildi ki, adanmış türküleri yarım.

Dolunay ve aydınlık ve kitaplar, harmana bereket
Terk et ruhunun pütürlerini, salıncaklar sallansın
Arkana bakmadan yürüdüğün yıllar, değişmedi
Caddeler, sokaklar, taş kaldırımlar; müze tatil.

Karanlığı korkutmak kadar çılgınlıktır mühür
Hür bir yalnızlığın bakiyesi, mutlu millet
Anadolu’nun her damına yol buradan gider
Milat ne ise, hadi, başlasın başlayacak olan
Bir koyunca birin yanına, on bir eder.

Takvim; ucuz bir yaprak, maliyede evrak
Toplu iğne paslı, yanaşsın gemiler isteyerek
Gerek duymadığın yalnızlıkların yekûnu günlük
Kaç günlük ömre biçildi ki bu cümle hayat.

Kurşun kalem kıskanç, poşet bardakta kahve
Telve olmasa da unutulmaz geçmiş; kimmiş
mesaiye akortlayan sazları? Saat sıfır sekiz
Tek biz kaldık yar, diyar diyar gezmeden konan.

Muhtarlar kadar kim alır hayatı ciddiye
İkindiye tamam senet, bakiye sonraya kalsın
Yıkılmadan yıldı yapıları kentlerin
Derin yaralara çare yazmaz kâğıtlar
Soyları tükenmeden koşsun atlar
Kefili kimdi? Yazmıyor, senetlerin.

Canan! Kaç çocuk, kaç misketi tokuşturur
Kim yakıştırır bizi, muşamba kaplı kondulara
İsterse felek, yakayı yakaya kavuşturur
Tabip bekler ilâç görmemiş müzmin yara.

İşte kanatlandı gelecek, çocuklar bakışır aynalara
Ruhuna dem tutar, kazma-kürekte ahengi babanın
Ekmeği helâl, alnındaki ter en beyazı beyazların
Sahibinin sözünü tekrarlayan papağanlar neden anlamazlar
İki büklüm çapa kazanlara bakıp, sıcağını yazların.

Kim yele yelken biçsin? Direk dikmeden olmaz
Kanadı kırık her serçe, mahkûm mu kedilere?
Bilinir ki, tabiat öcünü kimsede koymaz
Hangi aymaz itiraz etti, tarihine kuşların
Yokuşların hatırı için aktığını ırmakların
Yalnız kuşlar bilir, üstünde uçarken yolcuların.

üçüncü parantez içi

(Çocuklar sokakta, yavruları ağaçta büyür kuşların
Yarın, çocuklar için de, kuşlar için de aynı yarın
Bir taraftan sevincini yaşarken gelecek baharın
Hüznü yüklendikçe yüklenir yaşadığım güzün
Arkasından ırmaklar gibi akarım, koşuşan çocukların
Ve yukarıda telâşla uçuşan kuşların.

Derler ki: “nolacak senin hâlin”
İflâh olmam, bunu ben de biliyorum
Vebalim, günahım, işte şiirlerim ve boynum
Olsun, kendi bağlamındadır her yorum.)

Kilit, kalem kadar tırmanırdı, olsaydı duvar
Bahar gelince ölçülürse yollar, turnalar gelir
Leylekler bir daha unutmazlar yuvalarını
Gelir konarlar, telefon direklerinin zirvesine
Yarını olmayan çocuklara haber iletircesine
Kanat çırparlar, caddelere, dükkânlara bakıp
Oysa kapılarını, kasaları kadar koruyan mağazalar
Bankaları ve kredileri ve paraları kadar yalnızlar.

Bilsem dirilirdim, yalnız kalmazdı tarih müzelerde
Bir hayatçık kahkaha yetmez, gerisi korku ve yalan
Heyecan duyulan ne varsa binek taşlarında hazır
Mazur görülmeden dizilmeli hatalar, iplerine zamanın
Martılar suskunsa uyarmalı deniz;
Haykırmalıyız hepimiz!
Göklerin derinleri duymalı, bulutlar yere inene kadar
Bahar geldi gelecek, istediği kadar yağsın,

Çocuk eğilip öperken suyu, ay ona selâm salar, bebekler uyur
Yeni bir dünya kurulur,
Yeni bir hayat; ortasında hayatın
Denildi ki:
Beklesin yüreği yanında olanlar; beklenen yakın.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder