TAŞLARA DOKUNAN SESLER-8 / Hidayet BAĞCI


“ Rüzgarların kanatlarına yön vermek istiyorsan, bir kelebek ol yeter!”

Bu cümlelerle deneme yazısına başlayan Dürre-i Beyza tesbihli Mihrimah, bu ismi o kadar benimsemişti ki artık deneme yazılarının sonuna “Dürre-i Beyza” imzasını atar olmuştu. Masasının üzerindeki kitaplarına, dipnot bıraktığı duvarlara tek tek baktı. Baktıkça ne kadar dolu bir o kadar da boş olduğunu kavradı. Kulağına gelen ezan sesi onu seccadenin ucundaki sıratı geçmek için bir yoldu ki onu davet ediyordu. Bin bir şükürle dua ederek dinledi, bu kutlu besteyi… Namazdan sonra, sim sırmalı ipin ucunda büzülmüş kadife kesesinden çıkardı Dürre-i Beyza tespihini. Uzunca baktı tespihin imamesine ve başladı. Sonra da bitirdi, tefekkürle…

“Biliyor musun Dürre-i Beyza, geçenlerde kendimi denizin dibinde boğulurken gördüm. Ölüm meleği geldi yanıma, yaşamak istedim nefesimin her kanat çırpışında… Denize düşen yılana sarılmış derler ya, ben yılana değil de kaybetmek üzere olduğum değerlerime sarıldım ve onlara sığındım…

-Yeniden hayat bulup, kıymetli değerlerimi yaşamak için!

Ellerimde duaları tek tek okurken, aslında bir diğerinden diğerine sırayla dokunan bu taşlar, kendime attığım birer taştır. Sen bana dokunduğun günden beri aldığım her nefes o kadar çok değişti ki o gün denizin dibinde, sonsuzluğa kanat çırpan nefesim son anda ölüm meleğinin ellerinden kayıp gitti, bir balık misali… Sahile düştüğümde kumdan ve bol oksijenden başka bir şey yoktu. Oysa ben suda dahi hayat bulan bir yapıya sahiptim, aşırı oksijene değil… Şimdi beni bu sahilden kim almalı? Söyle gideceğim yer, Musa’nın asasının dokunduğu okyanus mu olmalı yoksa camdan duvarlarla örülmüş bir akvaryum mu olsun?

O gün tespih ustası seni bana verdiğinde ilk işim, turkuaz taşlarımın hepsini kaybettiğim için şükür teşbihi çekmek oldu. Kaybettiklerim için o kadar şükrettim ki Ağrı dağının kumları kadar onu tesbih etmek az olurdu, belki de… Şimdi seninle bir o kadar zenginim bir o kadar iflası yaşamış zenginler gibiyim…

-Söyle sen kimsin, Dürre-i Beyza?

Bugün günlüğüme düşen satırlarda sen varsın bir de odamın camdan duvarlarına yankısı duyulan “Ruhumun sesi ney!” var…

Geçenlerde tespih ustasının dükkanına turkuaz taşlarıma ne yaptığını sormak için uğradım. Dükkânı o kadar çok kalabalıktı ki içeri girmeye utandım, geri döndüm. Bir sonraki gün gittim, tespih ustası o kadar çok gergindi ki selamdan sonra aramızda turkuaz taşlarının konusu dahi geçmedi. Ertesi gün ona, turkuaz taşlarını sormayı unuttum biliyor musun?

-Kaybetmenin hükmü, kazandığını anlamaktır!

Dürre-i Beyza, beni hep böyle bir ney eşliğinde dinle ki içimdeki ben denen bu şey senle dolsun, olur mu? “Gül düşer gül üstüne” türküsü kadar mutluyum seninle, taşlara dokunan sesinle…

Vesselam!”
  



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder