Kendimi eve kapattığım sıradan bir gün. Aslında eve kapatmak demeyelim de kabuğuma çekildim diyelim. İnsanların arasına karışmadan önce insanları anlamak, anlamlandırmak lazım. Tabi ki kendimi de.
Elime
bir şiir kitabı
alıyorum birkaç şiir
okuyup tekrar kitaplığa
bırakıyorum. Aradığım
şey bunda değil. Bu sefer İsmet Özel’in Erbain kitabını
alıyorum. Beni şiirle
tanıştıran
kitap; her sayfasını her mısrasını defalarca ve zevkle okuduğum kitap. Rastgele bir
sayfasını açarak başlıyorum
okumaya. “İnsan
Eşref-i mahlûkattır
derdi babam/ Bu sözün sözler içinde bir anlamı vardı/ Ama bir eylül günü bilek
damarlarımı kestiğim
zaman/ bu söz asıl anlamını kavradı.” Yok aradığım şeyi
burada da bulamıyorum. Daralıyorum, terliyorum… Kitabı masaya bırakıyorum. İçimde sıkıntı denizi dalga
dalga vuruyor beynime. Kendimi dört duvar arasından bir an evvel kurtarmalıyım.
Hemen üzerimi değiştirerek dışarı çıkıyorum. Çavuşbey Mahallesi’nden
Saraçlar’a doğru
yavaş yavaş yürüyorum. Hava çok sıcak
her adımım işkence
gibi geliyor. Sanki Çölde yürüyorum. Ama su aradığım falan da yok. Benim
derdim başka. Erimeye
başlamış asfaltın kokusu geliyor
burnuma. Yürümeye devam ediyorum. Işıklarda
durup başımı
kaldırarak etrafıma bakıyorum. Farkında olmadan kalabalığın içerisinde buluyorum
kendimi. Bulgarlar, Yunanlar, Afganlar… Ve bir mülteci gibi onlara bakıp ne
yapmaya çalıştıklarını
anlamaya çalışan
ben. Kendimi hiç bu kadar yabancı hissetmemiştim. Türkçe konuşan çok nadir kişi var. Bir de şu Pomakça konuşanlar var. Onlar bunun Türkçe olduğunu savunuyor ama ben bu
zamana kadar ne konuştuklarını
hiç anlamadım. İşte
Yeşil ışık yandı karşıya geçebilirim. Karşıya geçince kalabalık, dünya
telaşı iyice
hissediliyor. Yürümeye devam ediyorum. Kulağımı tırmalayan yabancı sesler. Bulgarlar sabah
erken kalkan ebeveynler gibi çoktan karnını doyurmuş, alışverişini yapmış. Bizim yerli halkımız da öğlen kalkan çocuklar gibi
gözünü ovuşturarak
ne olup bittiğini
anlamaya çalışıyor.
Geç kalktıkları için büyük ihtimalle ebeveynlerinden azar işitecekler. Belki de yemek
kalmadığı için
yemek de yiyemeyecekler.
Kalabalık gittikçe artıyor. İğrenç kahkahaların arasından insanların yüzlerine bakmaya başlıyorum. Ne kadar da mutlular. Bu kadar kahkaha atacak ne olmuş olabilir. Şair: “bizde bağırarak kahkaha atılmaz, hafif tebessüm edilir” demişti. Bu tebessüm değil, gülümsemek değil, avına yaklaşıp ağzını açan bir timsah… Başka birisiyle göz göze geliyoruz, elinde dondurma bir, iki, üç, dört, beş… İçimden sayıyorum ne zaman gözünü benden kaçıracak diye. Dondurmasını ağzına götürüyor. Hiçbir zaman böyle kalabalıkta dondurma yemedim ben. Diğer insanların da nasıl böyle rahat davranarak yediğini de merak etmişimdir. Utandığımdan ya da çekindiğimden değil ha. Başkasının canı çekerse diye düşünmüşümdür. Abes gelmiştir bu tür şeyler bana. Zaten bizim (Türk-İslam) gelenek göreneklerimizde de bu şekilde cadde ortasında ayakta bir şey yemek ya da içmek yoktur. Hoş karşılanmaz. Ama her nedense bu durum da her şey gibi normalleşti. Artık göze yabancı gelmiyor. Her şey normal artık. Abes olan benim bu yazdıklarım.
Biraz daha yürüyorum aradığım şey yine yok. Gökkuşağı gibi giyinen, süslenen
insanların içerisinden Samimiyetsiz gülüşlere
yakalanmadan aceleyle geçiyorum. Hiçbir insanda kendimi bulamıyorum hepsi birer
yabancı gibi geliyor. Bunlar bizden değil,
bunlar da… Bu hazırlık niye, nereye gidiyor bu insanlar, bu koşuşturma nerede son bulacak?
Bunları düşünmekten
aradığım şeyi bulamıyorum. Gittiğim yerin farkında değilim. Zaten önemli olan
yolda olmak değil
miydi?
Kafamı kaldırıyorum yolun sonuna gelmişim. Geri dönüp tekrar geldiğim yoldan yürümeye başlıyorum. Yanımdan rüzgâr
gibi birisi geçiyor. “Bu nasıl Mahlûk” diye söylenerek. İşte aradığım şeyi buldum: Mahlûk. Evden
çıkmadan önce Erbain kitabında bulmuşum
aslında aradığımı.
Farkında olmadan gelmişim
bu yolu. Yürümem gereken yol varmış
diyelim. İsmet
Özel Amentü şiirine
“İnsan Eşref-i Mahlûkattır derdi
babam” diyerek başlamıştı. Benim aradığım şey tam olarak buydu. İnsan, yaratılanların en şereflisi. Peki bizim yaşayışımız bu tanımı karşılıyor mu? Bu tanımı hak
edecek bir yaşam
sürüyor muyuz? Biz tam olarak Eşref-i Mahlûkat mıyız yoksa
sadece Mahluk muyuz? Aradığım
şey bu soruymuş. Peki bu sorunun cevabı ne?
Bu sorunun cevabı için tekrar yola çıkmam gerekecek. Sonsuz bir yola.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder