FİLİZLENEN ÎSLÂM / Rıdvan TANIR


Türkiye’de rejim değişikliği ile birlikte başlayan ve tek partili yıllarda doruk noktasına çıkan İslam dininin Türkiye özelinde yozlaştırma çalışmaları ve jakoben zihniyetin politikaları insanların yaşamlarına dini ve insani her türlü özgürlüklerine kısıtlama getirmiş ve insanlar yıllarca bu zor şartlar altında yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır. O dönem yakılan, toplatılan, korku ve hüzünle toprağa gömülen kitaplar şimdi kökleri daha sağlam ve gür bir şekilde bu kadim coğrafya da filizlenmektedir.

Lakin bu duruma gelene kadar ki yaşatılan eziyetler çekilen ızdıraplar bir neslin “helak” olmasına ziyadesiyle yetmiştir. Üstad Nuri Pakdil’in "Ben uygarlığımızın yabancılaştırılma girişimleriyle yenen hakkımızı geri istiyorum"  sözünden hareketle, Baskılarla sindirilmiş, yıldırılmış bir neslin devamı olarak ayakları yere daha sağlam ve sert bir biçimde basan, donanımlı, akıllı, merhametli, adaletli bir biçimde İslam düşmanlarının, bu ülkeyi İslam’dan ayrı düşünenlerin İslam’dan ayrı görmek isteyenlerin karşısına en kavi şekilde dikilmek mecburiyetindeyiz ve onlardan üstadın da dediği gibi yenen hakkımızı geri almalıyız.

Türkiye; Afrika’dan, Arap yarımadasından, Orta Asya’dan, Uzak Doğu’dan ve Dünyanın herhangi bir noktasından bakacak olursanız Müslümanlar için her daim sığınılası bir liman, her daim bitmeyen tükenmeyen bir umut ışığı olmuştur. Her daim umut ışığı olmanın külfeti her an umudumuzu diri tutmaktır.

 Sezai Karakoç’un yıllardır haykırdığı çığlığa kulak vermeliyiz;

“Milletim! Çok büyük bir milletsin. Çok büyük bir ülken var, onun birçok parçasına el konulmuş. Öbür parçalarına da göz dikilmiş. Çok köklü bir tarihe sahipsin. Gerçek bir medeniyetsin. Hakikat medeniyetinin sahibisin onu yeniden ayağa kaldır. Diril ve dirilt! İnsanlık seni bekliyor.”

Bu çığlığa, bu feryada çok ama çok ehemmiyet göstermeliyiz. Üstadın da dediği gibi; çok büyük bir milletiz ve çok köklü bir tarihe sahibiz ve bunun getirdiği sorumlulukları her devrin nesli en iyi şekilde idrak etmek durumundadır.

Yine Sezai Karakoç üstadın;

“Düşüncede diriliş olmaksızın inançta diriliş gelişemez. İnançta diriliş olmaksızın da duyuşta, duyarlılıkta yani sanat ve edebiyatta diriliş başlayamaz.” Anadolu topraklarının mayasıyla yoğrulmuş olan her birey için bu söz bir öğüt olarak kulaklarına küpe olmalı ve yaşamlarında, tavır, tutum ve davranışlarında model alınmalıdır.

Peki; düşüncede ve inançta diriliş nasıl olmalıdır.

Düşüncede ayağa kalkmak; Müslüman olmanın verdiği sorumlukla bireyin kendi menfaatlerinden önce hatta kendi ihtiyacı olsa bile, başka bir muhtaç olan din kardeşinin müşkülünü giderme yetisini ve düşüncesini elde etme durumu ile hasıl olur.

İnançta ise;  “İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez / Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.” Sözünden hareketle doğru yanlış tetkiki yapmadan, dinin emir ve yasaklarına icabet ederek akli ve kalbi teslimiyeti tam manada uygulayarak diriliş sağlanacaktır.

 İslâmın bu coğrafyada gerçek manada tekrar filizlenmesi ve yeşerip bütün muhtaçları, zulme uğrayanları ve yüzünü Anadolu’ya dönüp bu coğrafyadan medet umanları ve yine bu coğrafyaya dair umudunu diri tutanları ve dahi bütün insanlığı şefkat, merhamet ve adaletle yeniden sarıp kucaklaması ancak bu şekilde mümkün olacaktır.
 
                                                                                                                                                  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder