ÇATAL YOLUNUN KAPISI / Hasan KEKLİKCİ


Sabah kalktığımda güneş doğmuş, namaz vakti geçmişti Emmi. Alelacele hazırlanıp yola çıktım. Belediye binası şehre yarım saatlik mesafede olduğu için evi kasabaya taşımamış, şehirden gelip gidiyordum. Makam şoförü de şehirde kalıyordu ve evi yolumuzun üstündeydi. Mahalleye girdiğimde, her zamanki gibi sokağın başında bekliyordu.

Arabadan indim: Sürücü koltuğunu, direksiyonu, dikiz aynalarını, vitesi, el frenini; debriyaj, fren ve gaz pedalını, sinyal kolunu, kornayı ve yolu kendine bıraktım. Ben hiçbir şey almadan arkaya geçip oturdum. Elimi ayağımı değilse de zihnimi meşgul edecek yeteri kadar yük vardı zaten bende. 

Parti değiştirmemize rağmen, belediyenin ödenekleri hâlâ borçlara kesiliyordu. Bilirsin Emmi her gelen yönetici “enkaz” devralır. Bu aşağı yukarı her kurum için böyledir. Fakat gel gör ki, bize enkaz da devredilmedi. Hani enkazda yine bir şeyler olur elinle tutar gözünle görürsün. İki bin küsur nüfuslu bir beldenin belediyesine otuz işçi alınmış, beş de memur çalışıyor. 

Fen memuru ticaret lisesi, muhasebeci imam hatip mezunu… 

İşçi, memur ve encümen üyelerinden toplam dört kişinin adı da soy adı da aynı. Yirmi beş işçinin işine son verdik. Onlar da belediyeyi mahkemeye verdi. Çünkü ücretlerini ödeyemeden işten çıkartmak zorunda kalmıştık. İller Bankası kredisiyle kasabaya içme suyu projesi yapılmış, belediyeye ayrılan tüm ödenek oraya kesiliyor. İller Bankası kanalından geçmeyen bir-iki proje ödeneği aldık ama hiçbir yaramıza merhem olmadığı gibi, hazır “sen çok aldın, ben az aldım” kavgası çıktı bir de başımıza. –Hal bu ki herkes eşit almıştı- Hâsıl-ı kelam elin kolun bağlı Emmi. Düşün düşün bir yere varamıyorsun. O “bir yer” nereyse artık. Hepsi bir yana, akşam ormanın içine savrulan dinamitler bir çor-çocuğun eline geçerse… Bırakıp gelmiştik öylece. Ne yapılırdı ki? “Gidilmesin” dedik o kadar. Az uz bir yer değil ki, ip çekip, kurdele bağlayıp, giriş-çıkışa kapatasın bölgeyi. Kaldı ki, bizim millet öyle çevrilmiş bir yer gördü mü, “ne var ola” deyip hemen içine girer. “Burayı encümene mi verici, başkan kendi mi alıcı” diye ortalığı velveleye verirler. Sen hemen “dinamit” de. “Patlar” de.

Bir rüya görmüştüm gece Emmi, içi dinamit dolu bir davul patlamıştı. Okuyup üflememe rağmen, sonra bir iki rüya daha gördüm ama tam hatırlamıyorum. Bir düğün mü vardı. Çirkin mi çirkin bir gelin. Gelin, gelin miydi yoksa çam yarması gibi bir erkek gelinlik mi giymişti… Biz çocukken yaylada bazen öküzler; un ya da buğday çuvalının bir yamasını dişleriyle koparır ya da kazara, ağzı bağlanmamış bir çuvala yanaşıp, olanca buğdayı veya unu yerdi Emmi. Karnı tamamen şişen hayvanın etrafından önce su kapları uzaklaştırılarak, su içmesi önlenirdi. Daha sonra babam eline bir değnek alır, hayvanı yavaş yavaş yürütürdü. “Yatarsa ölür” derdi. Tarlanın içinde bir aşağı, bir yukarı gezdirirdi saatlerce… Demem o ki Emmi, ne uykum uyku oldu bu gece, ne uyanıklığım uyanıklık. Bir uyudum bir yekindim, buğday çuvalı yarmış tosun gibi evin içinde gezindim. 

Esasen bu Çatal yolu bizim yaptığımız ilk yol değildi Emmi. Çıraklık eseri, acemi işi zannedilmesin. Bir avuç toprak, iki kel taş görünce, “Adamı hafakanlar basmış, uykuyu kaybetmiş” demeyin. Bundan önce yaptığımız yollar; kompresör, dinamit gerektirmeyen yollardı. Bir taraftan girilip, öbür tarafından çıkılıyordu. Hatta ilk yol seçimden birkaç hafta sonra, henüz küskünler barışmadan, bize oy vermeyen bir vatandaşın evine yapıldı. Dozer su deposu yeri açıyordu. Vatandaşın evi yüz yüz elli metre kadar uzaktaydı. Bir kısım kasabalıdan itiraz gelse de vatandaşın ricasını geri çevirmedik yolunu yaptık. Allah var bu yolu, ucundaki evde oturanlar kadar biz de kullandık. İki lafımızın biri “ilk yolu muhalefete yaptık” oldu. “Küskünler” dedim ya Emmi, seçim dolayısıyla birbirini incitmiş olan küskünleri barıştırmada da çok işe yaradı o yol. Bir nevi biz elimizi uzatmış olduk, biz vermiş olduk ilk selamı muhalefete. Kasabalıya örnek olduk senin anlayacağın.

Saat sekizden önce belediyeye geldik. Nasıl bir tesadüf ki, kasabadan altı tane yaşlı adam belediyenin bahçesinde oturuyor. Ali birer çay vermiş ellerine. Selam verdim. “Aleyküm selam” dediler hep bir ağızdan. Neden sonra fark ettim bana da çay verildiğini. “Hayırdır” dedim. “Derdiniz ne bu saatte?” İçlerinden en mukallidi “Bize karı bulacaksın başkanım” dedi, “onun için geldik”. Öbürleri de tasdik etti. Hepsi de bekârdı. Ağır bir şaka yaptım. Gülüştük. Mekânları cennet olsun, aralarında nasıl bir sıra yapılmışsa, hepsi birbiri ardınca göçüp gitti bu âlemden Emmi.

Akşam karanlık bastırdığı için inceleyememiştik dinamitli bölgeyi. Doğrusu öyle çok korktuğumuz gibi bir manzarayla karşılaşmadık. Birkaç kişi aşağıdan yukarı ormanı kolaçan etti. Ellerinde kapsülü, fitili kopmuş; çökelek dürümü gibi birkaç tane dinamitle geldiler. Ancak patlamamış ve üzeri toprakla kapanmış olan dinamitlerin işi biraz daha zahmetliydi. Tek tek bulunacak, fitilleri ve kapsülleri yenilenecekti. Ayrıca deliklerdeki dinamitler, elimizde kalanlarla ve ormandan toplananlarla güçlendirilecek, sağı solu iyice kapatılacaktı. Bu işleri Necati biliyordu. Muhasebeyi, hesabı kitabı da Necati biliyordu. Muhasebe memuru imam hatip mezunu, Necati ticaret lisesi mezunuydu çünkü. Ve henüz “Kemal Derviş”liğe yükselmemişti. Delikleri delip, “İşi var” diyerek ilk günden alıp götürmeselerdi kompresörü. Kompresörü götürmeselerdi bu işler çok daha çabuk olurdu tabi. Açılırdı sağdan, soldan bir iki delik, yerleştirilirdi dinamitler olur biterdi. Nasıl olsa elimizde dinamitimiz vardı.

Daha çok dinamit, daha fazla azim ve bunların biriktirdiği hırsla yaptığımız ikinci hamlenin sonunda kaya patladı. Her birimiz puslandığımız (saklandığımız) yerlerden toplanıp vardık. Geçidi koparmışız kayadan. 

Kopardık geçidi Emmi! Eski düğünlerde gelin gelir. Attan iner. Evin kapısının önünde eline bir nar verilir. Gelin o narı yere çalar, nar parçalanır. Kaynana kapıyı açar. Kolunu kapının üstüne doğru uzatır. Gelin hanım kapıdan ve aynı zamanda kaynananın kolunun altından girer içeri. Masallarda tasvir edilen dev, masalında adı geçen canlı-cansız her şeyi yemiş. Bizim yola gelip sırtını dağa dayamış. Kol mu, kafa mı olduğu belirsiz, vücudunun üst tarafını yola doğru uzatmış. Sanki “İşte Çatal Yolunun Kapısı” diyor Emmi. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder