TAŞLARA DOKUNAN SESLER-4 / Hidayet BAĞCI


“Her güzellik DUA ile başlar!”

Kadife kesesinin içindeki yenilenmiş tespihinin sesini dinlemek için sabırsızlıkla üniversitenin bahçesinde sakin bir yere oturdu.  Tespih atölyesinde fark ettiği detayları bir bir gözden geçirdi. Çünkü bu detayları fark etmesi, Mihrimahın kendisinde olan eksikliğini ve bazı şeylerin bilgisizliğinden dolayı yanlış olduğunun göstergesiydi. Bilgiyle dolu olan insan mutlaka her işte, her halde ve her karşılaştığı sorunu çözmekte sahip olduğu değerlerle bağlantı kurar bir şekilde durumu çözerdi.

Tespih ustası ilk önce Mihrimah’ın tespih kesesini değiştirmişti. Tespih ustası ona bu keseyi bir çanta içinde saklayıp vermişti. Bu nedenle atölyeden çıktığında aklı çantanın içindeki taşlarında olan Mihrimah kesesini hiç ama hiç düşünmemişti. Bir “Ah!” Dedi hayıflandı kendine… Kesenin rengini anlatmaya kelimeler yetersiz olsa da görününce değil de dokununca tuşesinin yumuşaklığı onun bir ince kadife kumaştan dikildiğini belli ediyordu. Bu Mihrimah için “Ruhtu/Kalpti”… Ruh kesenin kumaşı olurken, kalp o seslerin dolduğu keseydi..

Mihrimah, kadife kesesinden çıkardı tespihini. Bir de ne görsün? Tespihin taşları parlamış ve tespih ustasının bağlayıp sıraladım dediği ipin varlığına alamet bir şey yoktu ama taşlar birbirine sımsıkı olacak şekilde sıralanmıştı. Tespih ustası ışıl ışıl parlayan tespihin en uç noktasına imâme taşını da eklemiş…

“Ah! Tespih ustası ah! Ellerin dert görmesin. Şimdi ben nasıl öderim sana olan borcumu…” diye mırıldanırken Mihrimah, ilk yapması gereken şeyi önemsedi…

Okumak, ama yeniden okumak! Okudum, biliyorum dediği her ne varsa yeniden okumalıydı. Çünkü bu, onun fethedilmesini istediği tüm kapıların ilk şifresi ve anahtarıydı… Okuduğu kitabın başlığı ilgi çekici olsa da yazarını tanımalıydı, dinlediği şarkıların, okuduğu her bir şiirin cümlelerinde duraklarken unutuyordu o sözleri yazan kişileri… Çünkü herkesin bu cümleleri yazan kişinin kimliğini bilmeye hakları vardı.

Kulağına taktığı kulaklıktan dinlediği ses “Benden bu ömrümü çalanı getir!” türküsünü söylüyordu.

Kulak duyar, göz görür, eller yazar ama bunları yapan kalptir. Bu sebeple kalbin gördüğü ve duyduğu her şey temiz ve berrak olmalıydı ki melekler en güzeli yâr edenin adıyla yazmalıydı. Bu gibi düşüncelerle Mihrimah derinleştikçe derinleşti, kendine sustukça yine tefekkür etti, son zamanlarda yaşadıklarını. Az önce dinlediği sözler değişmiş ses “ Bir ay doğar ilk akşamdan geceden” türküsüne yer vermişti. Yaşadığı her şey sırasına göre yaşandı ve geçti ki taşlarını zamanla toplamıştı. Şimdi ellerinde şekillenmiş taşlar, birbirine sımsıkı sıralanan tespihler haline gelmişti. O kadar şaşkındı ki bu tespihe rengi, kokusu, taşların ince detaylarla sıralanması her şey ama her şey Mihrimah’ı çok etkiledi.

Tespihine hayretle yeniden baktı ve eklenen imâme taşından sonra onun rengine ve doğallığına bir kez daha muhabbet/minnet ederek baktı. Onun yıllar önce oynadığı taşları, tespih ustası ne yaptı da hangi ara değiştirmişti ve Mihrimah bunu tespih atölyesinde nasıl göremedi? Elindeki bu tespih Dürre-i beyzâ idi. Tam doksan dokuz tane Dürre-i Beyza, ipi görünmez bir şekilde birbirine sımsıkı değecek şekilde sıralanmış. Mihrimah o kadar şaşkındı ki şimdi doksan dokuz turkuaz taşının hepsini kaybetmiş ve onların yerinde Dürre-i beyzâ vardı.

Tespih ustası, bu Dürre-i beyzâ tespihi küçük bir çantanın içinde Mihrimaha verirken, Mihrimah da taşları alırken ona şunu demişti…

“Taşlarını çok sevmiş olabilirsin ama onların da yenilenmeye ihtiyacı var ve tespihler her zaman imâmeli doksan dokuz sıralı olur!”

Mihrimah elindeki tespihi kimseler görmesin diye kadife kesesine bıraktı, kesenin ucundaki altın sarısı simli iple kadife kesesini bağlayıp çantasına koydu. Kulağından kalbine inen türküyü tekrar tekrar dinleyerek eve gitmek için otobüse bindi. Bu sefer camdan hikayeleri yoktu ama taşları dağıtıp toplayana kadar geçen zamanı ve hemen hemen her şey dinlediği türkünün sazının telinde saklıydı. Her insanın bir türküsü, bir şiiri, bir şarkısı vardı ve toprak altında yatan tüm bedenler bu dünyada var olmuştu. O ana kadar yaşadıklarını sadece kendisi yaşamış gibi düşünürken şimdi kendini küçücük bir nokta gibi gördü, utandı kendinden. Turkuaz taşlarının hepsini bugün kaybettiği halde ona yine şükretti, Dürre-i beyzâ tespihini almasına sebep olduğu için…

“Yoktan vâr eden yârin adıyla!”…




1 yorum: