YAHYA’NIN DÖVİZİ / Hasan KEKLİKCİ


Bir öğretmen varmış Emmi, bizim Yahya’nın çalıştığı lokantaya gelip giden. Bankaların ihtiyaç kredisi vermeye başladığı ilk zamanlarda, önünden geçtiği her bankadan kredi alırmış. Cüzdanında kesilmiş elli bir kâğıdı gibi yarım deste kredi kartı varmış. Evine lazım olan her öteberiyi alır, lazım olmayanları da “nasıl olsa bir gün lazım olur” diyerek alırmış. Mağazalardan, dükkânlardan; kapısında “Kredi Kartı Geçerlidir” yazan yerleri tercih edermiş. Alışverişi bitirip ödemeyi yapacak zaman, kartı çekecek olan kişiye; “şundan al”, “yok ondan alma şundan al”, “dur dur, en iyisi sen şundan al” deyip sırayla üç kredi kartını adamın eline verir, cüzdanındakileri de gözüne sokarmış. Hanımına ve çocuklarına ayakkabının, elbisenin; televizyonda reklâmı yapılmayanını almadığı gibi, ayakkabı ayaklarındayken, markası ve logosu görünmeyenleri de almazmış.

“Kendiler fakir büyümüş” Emmi. Çocukları rahat etsinmiş.

Bir gün öğlen servisinden sonra koltuğunun altında, “yastık gibi bir çıkın” ile bizim Yahya’nın yanına gelmiş, uzun boylu, kır saçlı, iyi giyimli; lokantaya üç aylık yemek borcu olan hoca. Aslında lokantaya borç etmezmiş de lokantada kredi kartı geçmiyormuş Emmi. Lokantanın arka tarafında, yemeklerin yapıldığı, kimsenin görmediği yere geçip oturmuşlar ikisi bir. Adam çıkının fermuarını açmış. Çıkın ağzına kadar para dolu! Adam “Bu kadar parayı n’edim, gel beraber gidip bozdurup, bölüşelim.” demiş. Galatasaray maçını seyrederken bile heyecanlanan, hatta çoğu zaman “dama çık bir hava al öyle gel” diyerek televizyonun başından gönderdiğimiz Yahya’yı bir heyecandır tutmuş. Vücudu titremeye başlamış. Hoca hayalin birini kurup, birini bırakıyormuş; Buridan’ın eşeği gibi, bir suya bir yeme koşuyormuş. Yahya, tavuk kümesini yarmış sansar gibi bir civcive, bir celfine seğirtiyormuş.

Kırmızı kırmızı bir paraymış Emmi “yastık gibi çıkının” içindeki. Gümüş renginde bir adam varmış bir tarafında. Adamın bıyığı yüzünün iki taraflarından dışarı taşıyormuş. Paranın kalan yerinin hepsi kırmızıymış. Paranın üzerindeki rakama gelince, başındaki “50”yi ikisi de okuyormuş fakat rakamın tümünü okumaya yetmiyormuş havsalalaları. O heyecanla paraların kaç lira, -lira olmaz tabi de- kaç para olduğunu çözemiyorlarmış bir türlü. Öğretmen “Elli” diyormuş, “milyon” diyormuş, “milyar” diyormuş; Yahya “Elli” diyormuş “tillar” diyormuş. Bereket paraların hepsi aynı cinsmiş.

Dükkânda tuvalet olmadığı için caminin tuvaletini kullanırlarmış, lokantada çalışanlar. “Ben camiye varıp geliyorum” demiş Yahya çırağa. İçi para dolu “yastık gibi çıkın” adamın koltuğunun altında, Yahya’nın gözü “yastık gibi çıkında” tutmuşlar bankanın yolunu. Adama çaktırmadan nüfus cüzdanını kontrol etmiş, fotoğraf var mı diye tekrar dönüp bakmış dükkândan çıkmadan cüzdanına Yahya. Hani olur da bankaya hesap açtırmak gerekirse diye. Hayalin bini bir paraymış Emmi. Bankaya varıncaya kadar yolda, sağlı-sollu ne kadar dükkân ve daire varsa almışlar. Her gördükleri arabadan birer-ikişer almışlar. Gecede gündüzde bir yere giderim diye üç vardiya şoför tutmuşlar. Şoförlerin izinlerini de düşünüp, kadroyu arttırmışlar. Memlekette ne kadar emlakçı varsa, hepsinin elindeki “Satılık Lux Daire ve Dükkânlar”ın tapularını üzerlerine geçirmişler. Tapuda çalışan memurlara bahşişler vermişler. Bazen bir emlakçıya Yahya giriyor adam çıkıyormuş. Bazısına adam giriyor, Yahya çıkıyormuş. Yahya bir kuyumcuda ne var ne yok bütün altınları alıyor, adam boş dükkâna geliyormuş bazen.

Mali hülle içinde girmişler bankanın kapısından içeri. Daha bankalarda ve devlet dairelerinde ve de dolmuş duraklarında “sıraya girmenin” bilinmediği, sigaranın her yerde içildiği zamanmış. Yaktıkları sigaraları yaram-yamalak içip, dinine kadar dolu olan sigara tablasında zor zekât söndürmüşler. Kalabalığı yite yite bankanın veznedarına ulaşmışlar Emmi. “Yastık gibi çıkın”dan bir deste para çıkartıp, aynı zamanda “yastık gibi çıkını” da göstererek, parayı bozdurmak istediklerini söylemişler bankanın veznedarına. “Biz o dövizi bozmuyoruz” demiş vezneci. O anda da bizimkilerin boşluğundan yararlanan beş altı kişi kolunu uzatmış vezneciye. Kendilerini veznenin on metre uzağında bulmuşlar velhasıl.

Dünyada döviz işini yapan tek yer banka değil nasıl olsa, yürümüşler kuyumcuya. Almış ellerinden paranın birini kuyumcu: Evirmiş çevirmiş, “Bu” demiş. “50.000.000.000.- Elli Milyar Yugoslavya Dinarı. Bunu basan ve kullanan ülke, yani Yugoslavya dağıldı. Sizin anlayacağınız ülke battı. Yugoslavya varken bile, ülke dışında harcanmayan bu para, artık tamamen kullanılmaz oldu. Sobada yakmaktan başka işe yaramaz.” demiş Emmi.

Dükkânın kapısında birbirlerine bakmamışlar bizimkiler. Artık kimin şansına hangi yön düştüyse, biri sağa biri sola dönüp gitmişler.

1 yorum: