ARKADAŞIM ENES VE ESKİŞEHİR / Teyfik KARADAŞ



Köyümüz doğal güzellikleri bakımından dünyanın saklı cennetlerinden bir köşe olduğu halde; dağlık, taşlık ve ormanlık bir coğrafyada yer aldığı için geçim kaynakları bakımından oldukça fakir bir yerdi. Bizim köyün, bizim yörenin insanlarının bu zor şartlardan kurtulup, rahat bir ortamda yaşayabilmesi için okumaktan başka çaresi yoktu. Babam beni ilkokuldan sonra ortaokula kayıt ettirerek, güzel Döngel’in zor şartlarından kurtulmam için bana büyük bir şans tanımıştı. Köyümüzdeki diğer çocukların çoğunun şartları benden daha kötüydü ama onların aile büyükleri arkadaşlarıma bu şansı tanımamışlardı. Benden daha zeki çocukluk arkadaşlarım aileleri tarafından Döngel’in zor ekonomik şartlarında yaşamaya adeta mahkûm edilmişlerdi. On iki yaşında arkadaşlarımın kimisi çobanlığa kimisi ırgatlığa başlamıştı. Gaz lambasının ışığında ve ekmek tahtasının üzerinde ders çalışsam da altı kilometrelik yolu yürüyerek ortaokula gitsem de   köyümüzün eğitim konusunda en şanslı insanı bendim. Ben ortaokula giderken köyümüzdeki herkes beni parmağı ile gösterir, gıpta ile bakardı. Zor şartlar altında acı zulüm komşu köyümüz Tekir’de ortaokulu bitirdim. Kahramanmaraş Endüstri Meslek Lisesine kayıt yaptırdım. Lisede okumak için köyden şehre geldim. Köyden şehre lise okumak için geldiğim yıllarda evinde kalabileceğim ne amcam nede dayım vardı. Birinci derece akrabalarımın tamamına yakını köylerde yaşıyordu. Şehirde olanlarında beni evlerinde barındırma imkanları yoktu. Okuduğum lisenin yatılı olarak kalacak pansiyonu da bulunmuyordu. O tarihlerde halkın imkânları kısıtlı olduğu gibi devletimizin olanakları da çok yetersizdi.

Lise birinci sınıfta okurken Karamanlı mahallesinde iki katlı bir evin bodrum katındaki bir odalık yerde kaldık. Ev arkadaşım Abdurrahman’la aynı ortaokulda okumuştuk. O benden bir sınıf üsteydi ve dünyadaki en iyi insanlardan biriydi. Ev sahibimizden, komşularımızdan ve mahalle halkından çok memnunduk ama kaldığımız evin rutubetli olması nedeniyle o yıl çok büyük sıkıntılar yaşadık. Köyden getirdiğimiz tonlarca odununu yaktığımız halde evi bir türlü ısıtamadık. Nemden etkilenerek ev arkadaşımla ikimiz birden rahatsızlandık. Doktorunun yazdığı İlaçları kullanarak, bitkisel çayları içerek hastanede yatmadan ayakta tedavi olduk şükür. Evi değiştirmek için Maraş kazan biz kepçe her tarafı sokak sokak, cadde cadde dolaştık ama kış ortasında kaldığımız evden daha iyi bir ev bulamadık. Hastalandığımız günlerde okula gidemediğimiz için derslerden geri kaldık. Yaşadığımız bu kötü şartlar altında ikimizde bütünlemeye kalmadan sınıfı geçtik. Kronik bir hastalığa yakalanmadan, bütünlemeye kalmadan öğretim yılını başarıyla bitirdiğimiz için yine de şanslı sayılırdık. Karnemizi aldığımız gün ev sahibimiz ve komşularımızla helalleşerek nemli olsa da bir yıl boyu bize kucak açan, bizleri bağrına basan ve bize birçok güzel anılar yaşatan evimizden göz yaşları arasında ayrıldık. Kaldığımız evin nemli olması nedeniyle ayrıldığımız Karamanlı Mahallesinin sıcak kanlı insanlarıyla halen irtibatım devam etmektedir. Abdurrahman yaşasaydı onun irtibatı da devam ederdi diye düşünüyorum.

Lise ikinci sınıfa geçince birinci sınıftaki ev arkadaşım dünyalar tatlısı kıymetli insan Abdurrahman ile ayrılmak zorunda kaldık. O ekonomik şartlar nedeniyle şehre yakın Kumaşır Köyündeki tanıdıklarının evinde kalmaya başladı. Abdurrahman tanıdıklarının evine gidince bende kendime kalacak başka bir yer araştırmaya, aramaya başladım.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kahramanmaraş Meslek Yüksekokulun motor, elektrik gibi bazı bölümlerinin öğrencileri uygulama derslerini bizim okulun tesviye atölyesinde görüyorlardı. Birinci sınıfın son günleri tesviye atölyesinde Enes isimli Kütahyalı bir öğrenci ile tanıştım. Enes Meslek Yüksekokulunun motor bölümünde okuyordu. Öğle arası beni evine yemeğe götürdü. Evde gidince Enes’in Zübeyir ve ihsan isimli ev arkadaşıyla da tanıştım. Evleri Uzunoluk Caddesindeki Çınarlı Cami civarında tarihi ahşap yapılı bir konaktı. Yemek esnasında benim nerede kaldığımı sordular. Ben ise Karamanlı mahallesinde bodrum katı, nemli bir evde kaldığımı söyledim. Benim kaldığım evin sağlıksız olduğunu öğrenince üçü birden kendileriyle birlikte kalmamı teklif ettiler. Bu tekliflerinden çok memnun oldum ama an itibariyle Abdurrahman’ı yalnız bırakmamak için tekliflerini kabul etmedim. Kendilerine teklifleri için teşekkür edip dönem sonuna kadar gelme şansım olmadığını, önümüzdeki yıl için burada kalmayı düşündüğümü söyleyip tekliflerine açık bir kapı bıraktım. Yaz tatilinde Abdurrahman köyde kalmaya karar verince, bende kabul etmeleri durumunda birinci sınıftayken tanıştığım üniversitede okuyan öğrencilerle aynı evde kalmaya zihnimde karar verdim.

 Enes bana yaz tatilinde Mimar Behzat Beyin ofisinde desinatör olarak çalıştığını söylemiş ve çalıştığı ofisin yerinde kaba taslak tarif etmişti. Kendileriyle birlikte kalmak istediğimi söylemek için Enes’in çalıştığı ofise gittim. Ofisin yerini elimle koymuş gibi buldum. Enes beni ofiste muhabbetle sevgiyle karşıladı. En iyi en güzel şekilde ağırladı. Ben Enes’e “Uygun görürseniz bu sene sizinle kalmak istiyorum” dedim. Enes’te bana “Ben bugün arkadaşlara telefonla görüşeyim, yarın sana haber veririm” dedi. Ben Enes’in beni aramasına fırsat vermeden sabah erkenden yanına gittim. Enes “Kardeş tamam. Ben arkadaşlarla görüştüm. Bizimle kalabilirsin” dedi. Enes’ten bu cevabı duyunca nasıl mutlu olduğumu, nasıl sevindiğimi sizlere kelimelerle anlatamam, izah edemem.  Enes’in yanında bir çay içip hazırlık yapmak için izimin üzerine köye geri döndüm.

Birinci sınıftan tecrübeli olduğum için yatak, yorgan, kıyafet, kitap, defter çanta gibi ihtiyacım olan tüm eşyaları iki gün içinde eksiksiz olarak hazırladım.  Eşyaları hazırlarken anamın o kadar iş içersin de benim için gösterdiği gayreti hiç unutamam. Hazırladığım eşyaları usta bir tezgahtar edasıyla paketledim. Eşyaları paketlerken de küçük kardeşim Adem’in yardımı da çok oldu. Paketlediğim eşyaları cumartesi günü yakın akrabam Hacı Polat Amcanın otobüsüyle şehre getirdim. Otobüsün yol darlığı nedeniyle kalacağım konağın olduğu sokağa girme imkânı yoktu. Otobüsteki eşyalarımı Eski Halde sepetli bir motosiklete yükleyerek kalacağım eve götürdüm. Enes’in yardımıyla eşyalarımı kalacağım odaya nizami bir şekilde yerleştirdim. Kalacağım odadaki daha önce hiç görmediğim kaliteli çam tahtasından yapılmış gömme ahşap dolap eşyaları yerleştirirken işime çok iyi yaradı. İki gecede konaktaki odamda yatıp hem eve alıştım hem de ev arkadaşlığı yapacağımız Enes’i yakından tanıma imkânı buldum. Enes’in babası yokmuş. Kendisi yaz tatilinde ve hafta sonları tuğla fabrikasında yaşı küçük olduğu için kaçak olarak çalışarak ailesini geçindirmeye çalışıyormuş. Maraş ’tada okulun olmadığı gün ve saatlerde Mimar Behzat Beyin Ofisinde proje çizimi yaparak harçlığını çıkartıyormuş. Enes’in durumu öğrenince ben kendi halim için Yarabbi şükür dedim. Okulun açılmasına iki hafta zaman olduğu için tekrar köye döndüm. Köyde aileme yardım etmek için harman, hasat, bağ ve bahçe işlerinde tekrar çalışmaya başladım. Ben köyde çalışmaya devam ederken Tekir Ortaokulundan yakın arkadaşım Bekir Akçadağ bir gün yanıma geldi. Biraz muhabbet edip çay kahve içtikten sonra bana “Maraş’tan bir ev kiralayıp, bu sene birlikte kalalım” dedi. Ben ise Bekir’e “Ben kalacak yer ayarladım” dedim. Ben kalacak yer ayarladım deyince lisanı halinden Bekir’in üzüldüğünü fark ettim. Bekir’e “Kardeş benim kalacağım yer iki katlı, haramlık ve selamlık olmak üzere iki bölümden oluşan, altında kullanılmayan müştemilatı bulunan devasa bir konak. Bizimle birlikte kalmak istersen senin için Enes ile konuşayım” dedim. Benim bu teklifi duyunca Bekir’in gözlerinin içi güldü. Bana “Bir konuş bakalım ortağım” dedi ama sevinçten uçacak gibiydi. Bekir ile bir gün sonra şehre gittik. Enes’i ziyaret ettik. Enes diğer arkadaşları ile görüştükten sonra Bekir’inde bizimle kalabileceğini söyledi. Bekir bu cevap için çok mutlu oldu. Hemen köye gitti. İki gün sonra eşyalarını getirip konağa yerleştirdi. Aynı gün birlikte köye döndük. Bindiğimiz otobüsten ben Döngel’de indim, Bekir kendi köyü Tekir’e gitti.

Okullar açılmadan bir gün önce Bekir ile kalacağımız konağa geldik. Bekir Ticaret Meslek Lisesinde okuyordu. Enes yaz tatilinde Maraş’ta çalıştığı için zaten konakta kalıyordu. Meslek Yüksekokulu açılmadığı için diğer arkadaşlar gelmemişti. Enes, Bekir ve ben meslek yüksek okulu açılıncaya kadar iki hafta birlikte kaldık. Bu iki haftalık süreçte Enes Bekir’i tanıdı. Bekir Enes’i tanıdı. Ben daha önceden ikisinde tanıdığım halde iki haftalık süreçte onları daha yakından tanıma imkânı buldum. Birbirilerimizin zayıf ve güçlü yönlerini öğrendik. Ailelerimizin sosyolojik yapıları ve maddi imkanları hakkında bilgiler edindik. Anlayacağınız iki hafta içerisinde birbirilerimizle horasan harcı gibi kaynaştık. Ayrıca Çınarlı Caminin müezzini Ökkeş Hoca sayesinde Postane kavşağından başlayıp Uğrak Pastanesine kadar uzanan Uzunoluk Caddesindeki bütün esnaflarla baştan sona kadar tek tek tanıştık.

Bizim kaldığımız konağa komşu bir evde kalan Ökkeş Hoca bizim üçümüzün birden akşam namazı için camiye geldiğimizi görünce nasıl mutlu oldu, nasıl sevindi anlatamam. Çünkü camide üçümüzden başka genç yoktu. Cemaatin yaş ortalaması elli yaşın üzerindeydi. Ökkeş Hoca namaz biter bitmez caminin içinde bizimle tanıştı. Üçümüzün birlikte kaldığımızı öğrenince sevinci bir kat daha arttı. Bizi Uzunoluk Caddesinde faaliyet gösteren fırın, bakkal, manav, berber gibi alışveriş yapacağımız esnaflarla tanıştırmaya götürdü.  Ökkeş hoca bunlar benim komşum, bunlar öğrenci diye bizi esnaflara takdim ettikten sonra, “Paraları olmasa bile bu gençlerin ihtiyaçlarını karşılayın. Kendiler ödemezse ben öderim” şeklinde tembihte buluyordu.  Esnafları hepsi de “Baş üstüne Hocam. Ödemeseler de olur Hocam” şeklinde cevap veriyorlardı. Zaten esnafların kapısından içeri girerken Ökkeş Hocaya olan saygı, sevgisi ve muhabbetleri ilk bakışta hissediliyordu. Ökkeş Hocanın bu naif davranışı karşısında nasıl bir duyguya kapıldığımı, gözlerimin nasıl dolduğunu görseydiniz inanıyorum ki hepiniz birden hüngür hüngür ağlardınız. Ökkeş Hocanın bizi esnafla tanıştırması pozitif manada önemli bir kazanımdı.

Meslek Yüksekokulunun açılmasına bir gün kala Zübeyir ve İhsanda memleketlerinden geldiler. Onların memleketten gelmesiyle beş kişilik kocaman bir aile olduk. Aramızda hiçbir ayrılık olmadı. Doğduğundan beri bir arada yaşayan kardeşler kadar birbirimize saygılı davranıyorduk. Ev işlerinin düzenli bir şekilde yürümesi için kendi aramızda görev taksimi yaptık. Yaptığımız görev taksiminde bana alışveriş yapma işi düştü. O günden itibaren kahvaltıda yiyeceğimiz ekmekten tutunda akşam yemeği yapmak için kullanacağımız ete kadar her türlü ihtiyacı ben almaya başladım. Ökkeş Hoca sayesinde fırıncıdan ekmeği yarı fiyatına manavdan sebze meyveyi indirimli olarak almaya başladım. Tatlıcı Mehmet Abinin yarım kilo lokma istediğim zaman bir kilo lokma verdiği o günleri hiç unutamam. Tamirci Şevket Amcanın ayakkabılarımızı beleş kadar ucuza tamir ettiğini hatırladıkça hüzünlenirim. O konakta kaldığım iki yıllık süreçte Uzunoluk Caddesindeki esnaflardan yardımını görmediğimiz hiçbir insan yoktur desem yalan olmaz. Ökkeş Hocanın camide okunan mevlitlerde, mahallede sakinleri tarafından verilen cenaze ve nikah yemeklerinde bizleri nasıl himaye etmeye çalıştığı aklımdan hiç çıkmaz. Babaoğlu Bakkalın sahibi Mehmet Abinin dükkânın önünden geçerken onurumuzu rencide etmeden elime verdiği içi gıda maddesi dolu poşetler hafızamdaki canlılığını o günkü gibi korumaktadır. Mahallenin o günkü esnaflarından bugün bir elin parmakları kadar azda olsa yaşayanlar bulunmaktadır. Ben zaman zaman bu esnafların ziyaretine giderim. Beni gördüklerinde kırk yıldır hasret kaldıkları bir evlatları gelmiş kadar mutlu olurlar. Onlarla geçmiş günleri yad ederiz. Ölenlerinde ruhuna Fatiha okuruz. Allah hepsinden de razı olsun.

Üniversite öğrencileriyle birlikte kaldığımız için evdeki sosyal yaşantımız oldukça disipliniydi. Sabah namazından sonra ben hemen ekmek almaya giderdim. Zübeyir çayı pişirir, kahvaltıyı hazırlar. Nöbetçi olan arkadaş bulaşıkları yıkardı. Kahvaltıdan sonra ben Sütçü İmam Çeşmesinin yanından Kahramanmaraş Kalesinin arkasından geçer Dükkân Önü Çarşından Batı parktaki okuluma giderdim. Okulda öğle yemeğini yedikten sonra Cezaevinin önünden geçer, Karacaoğlan Halk Kütüphanesin yanından Uzunoluk Çarşısına gider bakkaldan, manavdan akşam yemeği için gerekli malzemeleri alır eve bırakır, izimin üzerine yeniden okula giderdim. Bütün arkadaşlarda evle ilgili görevlerini eksiksiz olarak yerine getirirdi. Akşamları herkes dersine çalışır, ders çalışırken kimsenin ağzından çıt çıkmazdı.

Ev ortamımız oldukça huzurluydu. Başlangıçta beş kişi olarak başladığımız ev arkadaşlığı iki yıllık süreçte ayrılanlar yeni gelenlerle birlikte on kişiyi geçmiştir. Bu arkadaşlarla benim hiç küslüğüm veya gönül kırgınlığım olmadı. Diğer arkadaşlarında kendi aralarında husumet yaşadıklarına tanık olmadım. Kardeşlik ortamı içerisinde geçindik gittik. Evimize ders çalışmaya veya ziyarete gelen arkadaşlarımızın arkadaşlarıyla da güzel dostluklar kurduk. Günlerimiz yaşadığımız zor ekonomik şartlara rağmen mutlu bir şekilde geldi geçti. Ev arkadaşlarımızın hepsiyle temeli sağlam kalıcı dostluklar kurduk. Bunlar arasından Enes ile olan muhabbetimiz biraz daha fazlaydı. Enes’i bazen ben bazen Bekir köye götürürdü. Bu nedenle Enes bizim annemizi, babamızı, kardeşlerimizi hatta yakın akrabalarımızı bile tanıdı. Ailemizin bir bireyi gibi oldu. Anlayacağınız Enes Bekir ile benim manevi kardeşi oldu. Bu nedenle Enes yarıyıl tatilinde mezun olup memlekete giderken bana” Ben sizin çok yardımınızı gördüm. Evinizde kaldım. Tuzunuzu ekmeğinizi yedim. Sizde Bekir ile birlikte üniversite ikinci basamak sınavına Eskişehir’de girin. Bende sizleri Kütahya’da ağırlayayım misafir edeyim” dedi. Ben de” Kısmet ise olur kardeşim” dedim. Enes’i soğuk bir kış günü Aksu Otobüsüne bindirerek memleketine uğurladım.

Enes’in mezun olup memlekete gittiği yıl biz lise son sınıf öğrencisi idik. Nisan ayında yapılan üniversite basamak sınavını kazandık. O zaman Kahramanmaraş’ta ikinci basamak sınavı yapılmadığı için ikinci basamak sınavı için Eskişehir’i tercih ettik. Sınav giriş belgelerimiz gelince sınava Eskişehir’de gireceğimiz kesinleşti. Durumu telefonla Enes’e haber verdim. Enes haberi duyunca çok sevindi. Dünyalar kendinin oldu. Ümmi bir insan olan babama sınav için Eskişehir’e gideceğimi söyleyince “Bu devletin işine akıl yetmez. Bu çocuk için Adana’da, Ankara’da, İstanbul’da sınav için yer olmasında ta Eskişehir’de olsun. Ben bu işi anlayamadım arkadaş” diye tepki göstermesini hiç unutamam. Babam sert şekilde tepki gösterince tercihi benim yaptığımı bile söyleyemedim. Sınava gitmek için hazırlıklarımızı tamamladık. Harçlığımızı ayarladık. Eskişehir’e gitmek için gün saymaya başladık. Yola çıkmamıza iki gün kala köy meydanında köyümüzün öğretmenlerinden Yusuf Bey’le karşılaştık. Yusuf Bey’le dostluğumuz iyi olunca ayak üstü muhabbet etmeye başladık. Yusuf Bey’in abisi Hanefi Demirkol Eskişehir Valisiydi. Yusuf Bey’e “Hocam üniversite sınavı için Eskişehir’e gidiyorum. Abinize göndereceğiniz bir şey varsa götüreyim” dedim. Yusuf Bey ise “Göndereceğim bir şey yok ama bir mektup yazayım da size baksın” dedi. Eliyle benim orada beklememi işaret edip kendisi evine çıktı. Beş dakika sonra bana sarı bir zarf getirip” Bunu götür abime ver” dedi. Bende “Teşekkür ederim hocam” diyerek Yusuf Bey’den ayrıldım.

O zaman Kahramanmaraş’tan Eskişehir’e direk otobüs yoktu. Çarşamba günü akşamı arkadaşım Bekir ile otobüse binip Kayseri Kırşehir üzerinden Ankara’ya gittik. Ankara Otogarında otobüsten indikten sonra Kızılay, Gençlik Parkı, Ulus gibi merkezi yerleri gezdik dolaştık. Öğle yemeği için gittiğimiz lokantada hesap öderken su parası almaları çok tuhafımıza gitti. O zaman Maraş’taki lokantalarda ne şişelenmiş su, nede su için alınan ücret vardı. Herkes sürahilere doldurulmuş musluk suyunu istediği kadar içerdi. Sürahide su biterse garson yeniden su getirirdi. Ankara’da böyle bir durumla karşılaşınca kelimenin tam anlamıyla şok olduk. Yemekten sonra Ankara’ya geldiğimizi Şeref abiye haber verdik. Şeref Abi arabasıyla gelip bizi Ulustan aldı. Aile dostumuz olan Eczacı Şeref Yetkin Abi akşam bizi evinde misafir etti. Şeref Abi akşam yemeğinden sonra da bizi çarşıya gezmeye götürdü. Atatürk Orman Çiftliği, Anıtkabir, TBMM gibi yerleri arabayla gezdirip dolaştırdı. Böylelikle yıllarca hayalimizde yaşattığımız başkentimiz Ankara’yı ana hatlarıyla tanımış olduk. Cuma günü sabah saat sekizde bir otobüse binerek Eskişehir’e hareket ettik.

Ben o güne kadar gittiğimiz yerlerden sadece Kayseri’yi görmüştüm. Bekir ise Maraş dışına hiç çıkmamıştı. Otobüsün geçtiği yerleri öğrenmek için gözlerimizi camdan ayıramıyorduk. Okumakla görmek arasındaki farkı öğrenmiş oluyorduk. Sivrihisar’daki Nasrettin Hoca Heykelinin yanından geçerken nasıl etkilendiğimi anlatamam. Dört saatlik zorlu bir yolculuğun ardından Eskişehir’e vardık. Eskişehir’e girerken gördüğüm fabrikalar, fabrikalardan sonra gördüğüm modern binalar dikkatimden kaçmıyordu. Eskişehir’in modern ve kalkınmış bir şehir olduğunu ilk bakışta ele veriyordu. Eskişehir otogarında otobüsten indik. Zaman kaybetmeden bir belediye otobüsüne binerek valilik binasına gittik.

Valilik binası kesme taştan yapılmış tarihi bir yapıydı. Kapıdaki güvenlik sorgulamasından geçerek Vali Beyin makamına çıktık. Özel kalemde Vali Beyle görüşmek için çok sayıda insan vardı. Hatta bunlardan iki tanesi milletvekiliydi. Normal şartlarda Vali Beyle görüşmek için bize sıra gelmeye bilirdi. Ben Vali Beyin sekreterine “Hanım Efendi biz Kahramanmaraş’tan geldik. Vali Beyin tanıdıklarıyız. Kendisine mektup getirdik. Al bu mektubu kendisine takdim et. Görüşmeyi kabul ederse görüşürüz. Yoksa çeker gideriz” diyerek Yusuf Bey’in yazdığı mektubu verdim. Sekreter mektupla içeri girdi. Bir dakika kadar sonra dışarı çıkarak “Vali Bey sizi bekliyor” diyerek bizi içeri aldı. Vali Hanefi Demirkol bizi ayakta karşıladı. Bizleri kucaklayarak “hoş geldiniz yeğenlerim” dedi. Hâl hatır sorduktan sonra misafir olarak yanında bulunan Bilecik Valisine bizi tanıttı. Bilecik’te yaşanan bir olayla ilgili istişarede bulunuyorlardı. Hanefi Bey bunlar yabancı değil dedi ve istişareye devam ettiler. Hanefi bey konuyla ilgili mevzatı ve uygulamayı baştan sona kadar anlattı. İstişare bitince bana “Buraya ne için geldiniz” diye sordu. Bende “Efendim pazar günü üniversite sınavına gireceğiz” dedim. Üniversite sınavı için geldiğimizi duyunca çok memnun oldu. Valilikte görevli bir müdürü yanına çağırdı. Yanına çağırdığı müdürü bizi ağırlamak ve rehberlik yapmak üzere görevlendirdi. Bana da “pazar günü sınavdan sonra eve gelin bir kahvemi için “diye talimat verdi. Müdür Bey bizi modern bir otele yerleştirdi. Otelin yanındaki bir lokantada karnımızı doyurdu ve pazar gününe kadar bu lokantada yiyip içeceksiniz dedi. O lokantada yediğim çiğböreğin tadı damağımdan halen silinmedi. Emrimize resmi plakalı bir araç tahsis etti. Müdür Bey yemekten sonra bizden ayrıldı. Şoför bizi iki saat kadar Eskişehir’in tarihi mekanlarında dolaştırdıktan sonra otele bıraktı. Aradan yıllar geçmesine rağmen Kurşunlu Cami ve Alâeddin Camiyi daha dün görmüş gibi hafızamda canlılığını korumaktadır.  Şoför bana “Yarın saat kaçta geleyim efendim” dedi. Bende “saat ikide gelirsen yeter” dedim. Cumartesi günüde Eskişehir’in Porsuk Çayı etrafındaki parklarını, Odunpazarı Semtindeki konaklarını ziyaret ettik. Bu sırada Vali Beyin yakın ilgisi ve sağladığı imkanlar nedeniyle mutluluktan uçuyorduk sanki. Sınav öncesi moralimiz zirveye çıkmıştı. Pazar günü sınava gireceğimiz için cumartesi erkenden otele geldik. Pazar günü sınava gireceğim Eczacılık Fakültesi binasının olduğu kampüse girerken bekçinin diğer araçları durdurup kontrol ederken benim bindiğim araca selam durması gururumu okşamadı desem yalan olur.

Pazar günü Enes bizi karşılamak üzere Eskişehir’e geldi. Sınavdan sonra Enes’i otogardan aldık. Vali Beyin evine ben, Bekir ve Enes üçümüz birlikte gittik. Allah var Vali Bey bizi evinde de en iyi şekilde, en üst seviyede ağırladı. Memleket üzerine güzel sohbetler ettik. Kahvemizi içtikten sonra Kütahya’ya gitmek üzere konuttan ayrıldık. Görevli şoför bizi Eskişehir Otogarına götürdü. Allah razı olsun biz Kütahya otobüsüne bininceye kadarda yanımızdan ayrılmadı.

Otogardan bir otobüse binerek Kütahya’ya hareket ettik. Kütahya’ya girerken çiniden yapılmış devasa bir vazo karşıladı bizi. Kütahya Kalesi karşımızda selam durdu. Enes’in kalenin eteğindeki evlerine gittik. Enes’in annesinin bizi karşısında görünce ne kadar mutlu olduğunu anlatamam. Enes bizi Kütahya’da on gün misafir etti. On günlük sürede Afyon Kazlıgöl Kaplıcalarında, Kütahya Yoncalı Kaplıcalarında sıcak suya girdik. Yürüyen merdiveni ilk defa Kütahya’da gördük. Çinili camiyi ziyaret ettik. Kaledeki döner gazinoda çay içtik. Tavşanlıda görev yapan ortaokul matematik öğretmenimiz Necati Alpay’ı ziyaret ettik. Bir gece evinde misafir olduk. Kütahya’da dondurmacılık yapan Recep Karsıkan (şişman) Ustayla tanıştık. Kütahya’da her biri diğerinden güzel geçen on gün geçirdik. Onuncu günün sonunda arkadaşımız Enes ve Enes’in aile fertleriyle vedalaşarak gözyaşları arasında Kütahya’dan ayrıldık.

Sınav sonuçları açıklandı. Eskişehir’de girdiğim üniversite sınavını kazandım.  Hiç beklemediğim halde Vali Beyin bizi misafir etmesi bir anda moral ve motivasyonumuzu yükseltti. Sınavı kazanmamda Vali Beyin bize göstermiş olduğu ilgi ve alakanın önemli ölçüde katkısı oldu diye düşünüyorum. Eskişehir ve Kütahya içinde yaşayan insanlar farkında olmasalar da ruhu olan şehirlerdir. Ben bu iki şehirde de bu ruhu gördüm. Bu ruhtan etkilenerek gönlümün manevi derinliklerinde Kahramanmaraş’tan Eskişehir’e, Eskişehir’den Kütahya ya ayakları sağlam bir gönül köprüsü kurdum. Bu köprünün üzerinden bugüne kadar nice temiz kalpli, yüce gönüllü güzel insanlar geldi geçti. Ben ölünceye kadarda sayıları artarak geçmeye devam edeceklerdir.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder