Bir soru, bir
fikir ve yeniden doğuş. Kızıla boyanmış dünyanın şafağında bir ses yükseltmek.
İnsanca yaşamanın onuruna talibiz, güzele ve güzeli yaradana talibiz. Bu
dünyanın efendilerine, yaşamlarını mazlumların sırtından sağlayan kan emici
asalakların karşısındaki siperdeyiz. Dilimizde Halil İbrahim türküsü, elimizde
tüfek mevzimizin bekçisiyiz. Mevzideki yoldaşlara, gardaşlara, dildaşlara,
gönüldaşlara selam olsun!
Çağımız insan
olmanın giderek zorlaştığı bir çağ. Her yanın demirle, naylonla, teknolojiyle
sarıldığı bir günde, insan tüm bunların merkezinde; ama mumya! Sanki tüm bunlar
biz güneşi görmeyelim, yağmurda ıslanmayalım diye icat edilmiş varlıklar.
İnsana hele ki müslümana giderek baskının arttığı, yaşama hakkının tanınmadığı
bir dünyada tüm bu olumsuzluklara rağmen Müslüman nerde duruyor acaba? Bize
dayatılan, tüketmemiz istenen ihtiyaçlar(!) karşısında fikrimiz nedir? Ya da
bir müslüman ihtiyaç kelimesinden ne anlamalı? En son herhangi bir şeyi alırken
ne vakit sorduk kendimize bu bize lazım mı diye? Amacım alışverişinize,
ticaretinize çomak sokmak değil. Sadece kafanıza bir soru işareti bırakmak,
şartların tenkidini yapabilme kabiliyetine yeniden milletçe varabilmek.
Bugün dünya
üzerinde batının hüküm sürdüğü bir gerçek ve bu hükmün şaşmaz kuralları var.
Batı önce bir şey imal eder sonra bunu pazarlayacak bir pazar arar kendisine.
Modern dünyada artık ilk pazar insanın düşünce dünyasında kuruluyor. Akşam
evlerimizde karşısına geçip sızdığımız kutular bize ilk tohumu atar genelde. Ya
da farklı kanallardan, bizi bizden çok düşünen bankalar, markalar ürünlerini
zihnimizde piyasaya sürer. Bunun yanında ocağımıza bir de incir ağacı hediye
edilir, yılbaşında ise çam ağacı. Bu öyle lanet bir sistemdir ki sizin
elinizdeki üç kuruşa dahi göz dikmiştir. İnsafı, vicdanı olmayan bir sistem
yüzünde yalancı bir gülümseme ile sizi alabildiğine sömürmeye niyetli. Eğer siz
bu canavara karşı duracak olursanız size piyangodan bir demokrasi çıkar hemen.
Her şeye ve her soruna birebir olan bir kurtarıcı: demokrasi(!). Tüm bu
hücumların karşısında siperde değilseniz şayet göğsünüze bir kurşun yemeniz an
meselesidir.
Öldürmeyen ama
esir eden bir kurşun.
Güya insanlığın
hizmetine sunulan her yeni aleti, eşyayı, teknolojiyi, ilacı ihtiyaç gibi
hissedip onu almaya programlanmış bir zombi oluverirsiniz. Hatta göğsünüzdeki o
zehirli kurşunla övünç bile duyabilirsiniz sair barlarda, publarda, diskolarda.
Bu mekânların giriş kartıdır bir nevi çünkü.
Ben sizlere
gemisini kurtarmış bir kaptan olarak değil, aynı suda boğulmamak için direnen
bir yolcu olarak sesleniyorum. Konumuzu daha da açık kılacak bir örnekle
mevzuyu kapatmak istiyorum, şöyle ki: Çok şükür beni benden daha fazla düşünen
bir banka var hayatımda, öyle ki her gün arayıp ısrarla açmamama rağmen
yavrusunu sırtlanlardan koruyan kaplan misali tüm kötülüklere can siperane
saldırdı. Sonunda ben pes ettim ve telefonu açtığım da bana dünyanın ne kadar
yaşanmaz bir yer olduğundan dem vurup hırsızların ve kapkaççıların banka
hesabımı boşaltma korkusunu içime enjekte etmeye başladı her cümlesiyle ve
sonunda bana bir ilaç sundu; tüm bu risklere karşı sigorta…
Bankada bulunan
üç kuruş parayı sigortaya alıp; üç kuruşun iki kuruşunu esen yele savurmamı
pardon sigortaya vermemi istedi telefonun diğer ucundaki kapitalizmin temsilcisi
bayan. Kalan bir kuruşla alakalı herhangi bir fikir beyan etmedi Allah var. Ama
artık bana nur topu gibi bir ihtiyaç vermişti; parayı parayla korumak!
Evet bu öyle bir
ihtiyaçtı ki bunu temin etmezsem nefes alamaz ve uykularım bölünürdü.
Sunulan fikrin
özetiydi bu, sistemin bir parçası olmamın imzalı mühürlü belgesi. Velhasıl
önümüze her ihtiyaç diye sunulan, bu olmazsa olmaz denilen metanın, fikrin
kölesi olmayalım kardeşler. Kol kola bent olalım bu hayâsızca akınlara,
müslümanca bir duruşla ölelim, ölmenin dahi parayla olduğu dünyada!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder