21. Asır teknolojik gelişme ve
ilerlemenin başları döndürdüğü asır olarak ifade edilebilir. Bu gelişme ve
ilerlemenin içtimai hayata katkıları olmakla birlikte, hayatımızdan
değerlerimizi de çokça alıp götürmektedir. İnsanoğlunun teknolojik aletlerle
kuşatılmışlığı, kalabalıklar arasında kendini yalnızlığa itmekte ve neticede
insanlar kalabalıklar arasında yalnız kalmaktadır. Son kertede kendi ürettiği
teknolojinin esiri olan insanlar türemektedir.
Her devirde olmak kaydıyla asrımız
insanının en büyük çıkmazlarından biri de ahlaki çöküntü ve değerler
boşluğudur. Teknoloji bağımlısı insanların sanal ortamlarla sosyalleşme
çabaları aksi bir tablo sergilemekte ve bireyselleşme, yalnızlaşma eksenli bir
hayat doğmaktadır. Sanal ortamlarla yalnızlığına çare aramak için sosyalleşen,
yine sosyalleşen ve hep sosyalleşen insanların halleri; susamış ve tuzlu su ile
susuzluğunu giderme çabasına benzemektedir. Tuzlu su ne kadar susuzluğumuzu
giderebilirse, sanal ortamlar da yalnızlığımıza o kadar çare olacaktır.
En geniş manasıyla kıssa, değişik
maksatlarla çeşitli konulardaki haberleri ve olayları rivayet etmek, geçmiş
kavimlerin karşılaştıkları iyi veya kötü durumları nakletmek, zarif ve nükteli
fıkralar anlatmak ya da gerçekle hiç ilgisi olmayan asılsız masallar uydurmaktan
ibaret hikâye türü edebî ürünlerden biridir. Buna göre kıssa, tüm nesir
çeşitleriyle kıssa rivayet etmeyi ve kıssa diye adlandırılabilecek diğer
hikâye türlerini de ihtiva eder. Bir edebiyat terimi olarak kıssa, bir olayın
anlatıldığı her tür için kullanılır. Bu anlamda kıssa, kavramsal olarak kendi
dar anlamında kalmayıp “fıkra”, “öykü”, “masal”, “menkıbe” gibi kavramlara da
karşılık gelir.
İslam Medeniyetinde kıssa, genellikle
ahlâki öğütler veren, hikmetli konuları işleyen, bunlarla ilgili olayları
anlatan, öğretici nitelikte olmuş; bu kıssaları yazan ve anlatan kıssahanlar
yetişmiştir. Bu kıssa, edebiyatta romantik ve lirik hikâyenin doğmasına zemin
hazırladığı gibi, dini hikâyelere de ilgi çekici bir mevzu ve kuvvetli bir
motif olarak girmiştir.
Türk Milleti, asırlar boyunca, “ozan”, “âşık”,
“kıssahan” ve “meddahlar” vasıtasıyla hikâyecilik geleneğini devam ettirmiştir.
Bu hâl, Türk Milletinin şifahi bir kültüre dayandığını göstermesi bakımından
önemlidir. Türklerin İslamiyet’i kabulünden önce ve sonraki hayatlarında, okuma
ve yazmanın geç yayıldığı köy ve kasaba halkları için, hikâye anlatma
geleneğini devam ettiren “kıssahan”, “meddah”, “ozan”, “âşık” gibi
sanatkârların hafızaları adeta kitap vazifesi görmüştür. Onlar, türlü aşk
hikâyelerini bugüne kadar yayla, çadır ve köy muhitinde alâkanın canlılığı
nispetinde devam ettirmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de zikredilen kıssalar,
insan hayatını madde ve mâna planında bütün yönleriyle kapsamaktadır. Geçmişte
yaşanmış ve her devirde yaşayan insanların ders almaları için Allah Teâlâ
tarafından geçmişin derinliklerinden seçilen, bazen peygamberlerle sâlih
kişilerin örnek şahsiyetlerinde, bazen de inkârcıların ibretlik sonu şeklinde,
geçmişten geleceğe yansıyan gerçek hayat sahneleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kur'ân-ı Kerîm'de çeşitli kıssaların nakledilmesinden maksat, Kur'ân'ın
indiriliş gayelerini gerçekleştirmektir.
Hz. Peygamber(sav), zaman zaman
müminlerin ibret ve öğüt almalarını sağlamak veya birtakım mücerret gerçeklerin
daha iyi anlaşılmasını temin etmek maksadıyla Kur'ân-ı Kerîm’in kıssa anlatım
hedeflerine paralel olarak, sohbetlerinde tarihî ve temsili kıssalara yer
vermiştir. Hadislerde yer alan kıssalar genellikle tarihî, temsili ve Hz.
Peygamber'in şahsıyla ilgili yaşanan hadiseler olarak yer almaktadır.
Nebevî kıssalarda, başta Allah inancı
olmak üzere itikadî konular önemli bir yer tutmaktadır. Hz. Peygamber'in
naklettiği kıssalarda Allah'ın varlık ve birliği, güç ve kudreti, af ve
mağfireti, sadece Allah'a güvenmenin gerekli olduğu, O'nun izni ve dilemesi
olmadan hiçbir şeyin meydana gelmeyeceği gibi doğrudan “Allah inancı” ve bu
inancın insan hayatındaki etkisi konu edilerek vurgulanmaktadır. Nebevî
kıssalarda meleklerin varlığı, peygamberlerin tevhid mücadelesi, Resûlullah(sav)'ın
peygamberler zincirinin son halkası olduğu gibi diğer inanç esaslarının da konu
edildiği görülmektedir. Diğer taraftan nebevî kıssalarda Allah'a tâzim, emr-i
bi'l-ma'rûf nehy-i ani'l-münker, günahlardan tevbe, intiharın haram kılındığı,
Allah adına yemin etmenin sorumluluğu, iffet, ahde vefa, borçluya kolaylık
göstermek ve tüm canlılara merhametli olma gibi İslâmî değerlerin ve ahlâkî
güzelliklerin eğitici-öğretici bir tarzda konu edildiği de görülmektedir. Hz.
Peygamber’in anlattığı kıssalarda, insan bir bütün olarak ele alınmakta, bir
taraftan beşerî zaafları ortaya konulurken, diğer taraftan onun hayır yönü ve
ahlâkî değerlere bağlılığı tarihî hakikatler olarak gözler önüne serilmektedir.
İslam Medeniyetinde sohbetin ve sohbetler
etrafında oluşan şifahi kültürün önemli bir yeri vardır. Belli bir ortak kültür
oluşturma noktasında sohbet odalarında, cami ve tekkelerde, kıraathanelerde
sohbetler yapılır ve buralarda kitaplar okunurdu. Bu tür yerlerde okunan
eserlere bakıldığında, bilhassa Osmanlı kültürünün dinî, millî, manevî ve
tasavvufî ahlâkının şekillenmesinde ne denli büyük katkı sağladığını görmek
mümkündür. “Muhammediyye”, “Envâru’l-Âşıkîn”, “Müzekki’n-Nüfs”, “Delailu’l-Hayrât
ve Şerhi”, “Kara Davud”, “Ahmediyye”, “Tenbihu’l-Gâfilîn”, “Şerhu
Şir’ati’l-İslâm”, “Tarikatu’l-Muhammediyye”, “Mârifetnâme” gibi eserler İslam
Medeniyetinde içtimai hayata dini, milli ve ahlâki katkıları olan eserlerden
başlıcalarıdır.
Bu eserlerin büyük çoğunluğunda işlenen
konuların, halkın ilgi ve ihtiyaç duyduğu dinî ve ahlâkî konular olması, ele
alınan her konunun, halkın anlayış, duyuş, düşünüşüne ve seviyesine göre
işlenmiş olması, her bir eserde temas edilen dinî, ahlâkî ve tasavvufî
konuların bolca kıssalarla desteklenmiş olması, halkın ve özellikle gençliğin
muhayyilesini süsleyen kahramanlık ruhu, cihad, Allah’ın isminin yüceltilmesi,
vatan ve millet sevgisi gibi milli duyguların taze tutulmasıyla alakalı duygu
ve düşüncelere de yer verilmiş olması gibi etkenler İslam toplumunda, bilhassa
Osmanlı’da bu eserlerin başucu kitabı olarak görülmesi, sevilmesi,
beğenilmesini sağlamıştır. Bu ilgi ve alakaya son olarak dinî ve ahlâkî konular
işlenirken derin edebî, bilimsel ve felsefî yaklaşımlarla değil de, daha ziyade
hayatın patriklerine daha yakın, çözümleyici,
daha kolay sonuca ulaştırıcı yaklaşımlarla ele alınmayı söyleyebiliriz.
Ahlaki çöküntü, değerler arayışı,
yalnızlığa çare gibi arayışlarımıza yine kendi değer köklerimizde ulaşmak
mümkündür. Geçmiş ile gelecek arasında kurulacak rabıtanın günümüz insanlığının
dertlerine bir nebze de olsa deva olacağı bilinmelidir. Bu rabıta ise kültür ve
medeniyetimizin temellerinden biri olan kıssa ile gerçekleşecektir. Her yaş,
eğitim ve kültürel seviyedeki insana hitap edebilecek yelpazede geniş bir tesir
etkisine sahip olan kıssa kültürü, insanlara bir çıkış yolu sunmaktadır. Son
zamanlarda mesaj iletimi, radyo ve TV gibi iletişim araçlarıyla aktarılan,
sanal ortamlarda sıkça beğen-paylaş yaptığımız ama derununa vâkıf olamadığımız
kıssaları yalnızca göz ile okumak, kulak ile dinlemek gibi vs. uygulamalarla
sınırlı kalmayıp; kıssalara içsel bir bakış ve derinlikli bir hissiyat ile
yaklaşmamız gerekmektedir. Ki ancak o zaman kıssaların sırrına vâkıf olabilir
ve susuzluğumuzu Medeniyet Pınarının serin, duru ve sadırlarımıza şifa olan
suyu ile testimiz ve hissemiz kadar giderebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder