BİREYSELLEŞME HASTALIĞININ REÇETESİ: KISSA/Bekir BÜYÜKKURT

21. Asır teknolojik gelişme ve ilerlemenin başları döndürdüğü asır olarak ifade edilebilir. Bu gelişme ve ilerlemenin içtimai hayata katkıları olmakla birlikte, hayatımızdan değerlerimizi de çokça alıp götürmektedir. İnsanoğlunun teknolojik aletlerle kuşatılmışlığı, kalabalıklar arasında kendini yalnızlığa itmekte ve neticede insanlar kalabalıklar arasında yalnız kalmaktadır. Son kertede kendi ürettiği teknolojinin esiri olan insanlar türemektedir.

Her devirde olmak kaydıyla asrımız insanının en büyük çıkmazlarından biri de ahlaki çöküntü ve değerler boşluğudur. Teknoloji bağımlısı insanların sanal ortamlarla sosyalleşme çabaları aksi bir tablo sergilemekte ve bireyselleşme, yalnızlaşma eksenli bir hayat doğmaktadır. Sanal ortamlarla yalnızlığına çare aramak için sosyalleşen, yine sosyalleşen ve hep sosyalleşen insanların halleri; susamış ve tuzlu su ile susuzluğunu giderme çabasına benzemektedir. Tuzlu su ne kadar susuzluğumuzu giderebilirse, sanal ortamlar da yalnızlığımıza o kadar çare olacaktır.

En geniş manasıyla kıssa, değişik maksatlarla çeşitli konulardaki haberleri ve olayları rivayet etmek, geçmiş kavimlerin karşılaştıkları iyi veya kötü durumları naklet­mek, zarif ve nükteli fıkralar anlatmak ya da gerçekle hiç ilgisi olmayan asılsız masallar uydurmaktan ibaret hikâye türü edebî ürünlerden biridir. Buna göre kıssa, tüm nesir çeşitleriyle kıssa rivayet etmeyi ve kıssa diye adlandırıla­bilecek diğer hikâye türlerini de ihtiva eder. Bir edebiyat terimi olarak kıssa, bir olayın anlatıldığı her tür için kullanılır. Bu anlamda kıssa, kavramsal olarak kendi dar anlamında kalmayıp “fıkra”, “öykü”, “masal”, “menkıbe” gibi kavramlara da karşılık gelir.

İslam Medeniyetinde kıssa, genellikle ahlâki öğütler veren, hikmetli konuları işleyen, bunlarla ilgili olayları anlatan, öğretici nitelikte olmuş; bu kıssaları yazan ve anlatan kıssahanlar yetişmiştir. Bu kıssa, edebiyatta romantik ve lirik hikâyenin doğmasına zemin hazırladığı gibi, dini hikâyelere de ilgi çekici bir mevzu ve kuvvetli bir motif olarak girmiştir.
Türk Milleti, asırlar boyunca, “ozan”, “âşık”, “kıssahan” ve “meddahlar” vasıtasıyla hikâyecilik geleneğini devam ettirmiştir. Bu hâl, Türk Milletinin şifahi bir kültüre dayandığını göstermesi bakımından önemlidir. Türklerin İslamiyet’i kabulünden önce ve sonraki hayatlarında, okuma ve yazmanın geç yayıldığı köy ve kasaba halkları için, hikâye anlatma geleneğini devam ettiren “kıssahan”, “meddah”, “ozan”, “âşık” gibi sanatkârların hafızaları adeta kitap vazifesi görmüştür. Onlar, türlü aşk hikâyelerini bugüne kadar yayla, çadır ve köy muhitinde alâkanın canlılığı nispetinde devam ettirmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm'de zikredilen kıssalar, insan hayatını madde ve mâna planında bütün yönleriyle kapsa­maktadır. Geçmişte yaşanmış ve her devirde yaşayan insanların ders almaları için Allah Teâlâ tarafından geçmişin derinliklerinden seçilen, bazen peygamberlerle sâlih kişilerin örnek şahsiyetlerinde, bazen de inkârcıların ibretlik sonu şeklinde, geçmişten geleceğe yansıyan gerçek ha­yat sahneleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'de çeşitli kıssaların nakledilmesinden maksat, Kur'ân'ın indiriliş gayelerini gerçekleştirmektir.
Hz. Peygamber(sav), zaman zaman müminlerin ibret ve öğüt almalarını sağlamak veya birtakım mücerret gerçeklerin daha iyi anlaşılmasını temin etmek maksadıyla Kur'ân-ı Kerîm’in kıssa anlatım hedeflerine paralel olarak, sohbetlerinde tarihî ve temsili kıssalara yer vermiştir. Hadislerde yer alan kıssalar genellikle tarihî, temsili ve Hz. Peygamber'in şahsıyla ilgili yaşanan hadiseler olarak yer almaktadır.

Nebevî kıssalarda, başta Allah inancı olmak üzere itikadî konular önemli bir yer tutmaktadır. Hz. Peygamber'in naklettiği kıssa­larda Allah'ın varlık ve birliği, güç ve kudreti, af ve mağfireti, sadece Allah'a güvenmenin gerekli olduğu, O'nun izni ve dilemesi olmadan hiçbir şeyin meydana gelmeyeceği gibi doğrudan “Allah inancı” ve bu inancın insan hayatındaki etkisi konu edilerek vurgulanmaktadır. Nebevî kıssalarda meleklerin varlığı, peygamberlerin tevhid mücadelesi, Resûlullah(sav)'ın peygamberler zincirinin son halkası olduğu gibi diğer inanç esaslarının da konu edildiği görülmektedir. Diğer taraftan nebevî kıssalarda Allah'a tâzim, emr-i bi'l-ma'rûf nehy-i ani'l-münker, günahlardan tevbe, intiharın haram kılındığı, Allah adına yemin etmenin sorumluluğu, iffet, ahde vefa, borçluya ko­laylık göstermek ve tüm canlılara merhametli olma gibi İslâmî değerlerin ve ahlâkî güzelliklerin eğitici-öğre­tici bir tarzda konu edildiği de görülmektedir. Hz. Peygamber’in anlattığı kıssalarda, insan bir bütün olarak ele alınmakta, bir taraftan beşerî za­afları ortaya konulurken, diğer taraftan onun hayır yönü ve ahlâkî değerlere bağlılığı tarihî hakikatler olarak gözler önüne serilmektedir.

İslam Medeniyetinde sohbetin ve sohbetler etrafında oluşan şifahi kültürün önemli bir yeri vardır. Belli bir ortak kültür oluşturma noktasında sohbet odalarında, cami ve tekkelerde, kıraathanelerde sohbetler yapılır ve buralarda kitaplar okunurdu. Bu tür yerlerde okunan eserlere bakıldığında, bilhassa Osmanlı kültürünün dinî, millî, manevî ve tasavvufî ahlâkının şekillenmesinde ne denli büyük katkı sağladığını görmek mümkündür. “Muhammediyye”, “Envâru’l-Âşıkîn”, “Müzekki’n-Nüfs”, “Delailu’l-Hayrât ve Şerhi”, “Kara Davud”, “Ahmediyye”, “Tenbihu’l-Gâfilîn”, “Şerhu Şir’ati’l-İslâm”, “Tarikatu’l-Muhammediyye”, “Mârifetnâme” gibi eserler İslam Medeniyetinde içtimai hayata dini, milli ve ahlâki katkıları olan eserlerden başlıcalarıdır.

Bu eserlerin büyük çoğunluğunda işlenen konuların, halkın ilgi ve ihtiyaç duyduğu dinî ve ahlâkî konular olması, ele alınan her konunun, halkın anlayış, duyuş, düşünüşüne ve seviyesine göre işlenmiş olması, her bir eserde temas edilen dinî, ahlâkî ve tasavvufî konuların bolca kıssalarla desteklenmiş olması, halkın ve özellikle gençliğin muhayyilesini süsleyen kahramanlık ruhu, cihad, Allah’ın isminin yüceltilmesi, vatan ve millet sevgisi gibi milli duyguların taze tutulmasıyla alakalı duygu ve düşüncelere de yer verilmiş olması gibi etkenler İslam toplumunda, bilhassa Osmanlı’da bu eserlerin başucu kitabı olarak görülmesi, sevilmesi, beğenilmesini sağlamıştır. Bu ilgi ve alakaya son olarak dinî ve ahlâkî konular işlenirken derin edebî, bilimsel ve felsefî yaklaşımlarla değil de, daha ziyade hayatın patriklerine daha yakın, çözümleyici,  daha kolay sonuca ulaştırıcı yaklaşımlarla ele alınmayı söyleyebiliriz.


Ahlaki çöküntü, değerler arayışı, yalnızlığa çare gibi arayışlarımıza yine kendi değer köklerimizde ulaşmak mümkündür. Geçmiş ile gelecek arasında kurulacak rabıtanın günümüz insanlığının dertlerine bir nebze de olsa deva olacağı bilinmelidir. Bu rabıta ise kültür ve medeniyetimizin temellerinden biri olan kıssa ile gerçekleşecektir. Her yaş, eğitim ve kültürel seviyedeki insana hitap edebilecek yelpazede geniş bir tesir etkisine sahip olan kıssa kültürü, insanlara bir çıkış yolu sunmaktadır. Son zamanlarda mesaj iletimi, radyo ve TV gibi iletişim araçlarıyla aktarılan, sanal ortamlarda sıkça beğen-paylaş yaptığımız ama derununa vâkıf olamadığımız kıssaları yalnızca göz ile okumak, kulak ile dinlemek gibi vs. uygulamalarla sınırlı kalmayıp; kıssalara içsel bir bakış ve derinlikli bir hissiyat ile yaklaşmamız gerekmektedir. Ki ancak o zaman kıssaların sırrına vâkıf olabilir ve susuzluğumuzu Medeniyet Pınarının serin, duru ve sadırlarımıza şifa olan suyu ile testimiz ve hissemiz kadar giderebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder