ŞAİRİN GÜNDÖNÜMÜ-1/Mehmet MORTAŞ


 Mum gibi eriyen denizi gemiler ile geçmek veya kâğıttan yapılmış tekne ile ateşten göllerde yol almak ne kadar zor, sen bilir misin ey şiir? Yazmak için yola çıkmak isteyen şair!

Hiçbir deruni tarafımız yok denecek kadar az.

Kullandığımız sözcükler bize bir şey anlatmıyor.

Heybemiz dolu, envai çeşit yaşanmışlık, insanlara akıl verecek tecrübelerimiz, hayatın cafcaflı girdaplarında kullandığımız aritmetik zekâ, rengârenk boyalar ile boyanmış evlerimiz, arabalarımız var.

Ey kelimelerden demini alamamış şair! İçi doldurulmamış, balon gibi şişirilmiş kof, aymaz, hayata karşı hiçbir anlamı olmayan bir heybe ile çıkıyorsun kendini ve hayatı anlatan şiir yazmaya. Kendimi, kendini, hayatı anlatacak şiirleri bekler vicdana susamış ateşten denizin karşısında bekleyen insanlar. Şiir yazmak için hazırlıkların bu yüzden sıradan olmasın, bir kelime için günlerce, aylarca gerekirse yıllarca uğraşmalısın ki kendini, hayatı ve seni bekleyen insanları tam tanımlayabilesin, anlayabilesin. Gerçi kendimizi tanımlayamadık, hayatımızı anlamlandıramadık ki, hayata sunacağımız kelimeleri tanımlayalım, anlamlandıralım. Çetin ceviz kelimelerden geçeceksin, gerekirse kırılmayan, özünü göremediğin sözcüklerin kafasına bir balyoz gibi ineceksin, acılarından, sevinçlerinden, hüzünlerinden bir çeşni yapıp heybene koyacaksın. Çünkü alelade, sıradan, kof hayatlar ile yaşanmışlık ile çıkma yola. Yenilmiş ve kepaze olarak geri dönersin, mum gibi eriyen denizden veya ateşten göllerden geçemesin. Geçsen dahi heybende kullanacağın hiçbir malzeme bulamazsın. Ne acılarından yoğrulmuş, anlatmak ve dizelere sığdırmak istediğin şiirlerin kalır, nede menkıbelerin.

Ey gündönümüne döndürülmüş şair, heybeni kontrol et yola çıkmadan önce. Metruk bir hayata yaslanmışsan başka bir hayata karşı mücadele etme. Kontrol et ki aklında harlanan kelimeleri sözcüklerin gölgeleri hayatına dökülmesin. Hazırlıklarını yap ve şunu de:

Şiirlerime yetecek barutum var mı?

Gönüllere hitap edecek gücüm var mı?

Eziyet ettiklerinde, ezginliğim artacak mı?

Ve deki; insanlara kendimi, sizleri ve hayatı anlatacak sözcükler ile geldim.

Dizeler ile dimdik durdum karşınızda.

Heybemde kelimelerden sözcüklerden envai çeşit sırlar var, her dizeyi adı konmamış sırları sizler ile paylaşmaya geldim. Gönlünüzdeki gönül putunu kırmaya geldim. Fiziki âlemin arkasındaki hissetmediklerinizi biraz olsun hissettirmeye geldim. Geldim ve saatlerce, günlerce, aylarca heybemdekileri paylaşmaya geldim.

Sezai Karakoç, “Hızırla Kırk Saat” i her gün bir saatini ayırarak kırk günde, İstanbul Denizkapı’da deniz kenarındaki kahvelerde yazmış. Kırk yılda bohçasında biriktirdiği hayat malzemesini kırk günde kelimelere dökmüş. Her kelimesinde her harfinde kırk yılın yoğrulmuş deruni sorgulamaları ve hayat akışını görürsün. Sezai Karakoç Hızırla Kırk Saat şiirini hangi ruh halinde yazdığını pek kestirememekte birlikte, bizlerin ruh hali, limana demir atmış elmas yüklü gemilerin hareket zamanını beklediği gibi. Heybemizde demini almamış kelimelerimiz, kanatsız sözcüklerimiz… Hayatın keşmekeşliğinde heybemize kelimelere dökmediğimiz acılar… Açlıktan ölen bebelere uzaktan bir şey yapamadan bekleyen hazin kıvranışlar… Bir ağacın hiç ses çıkarmadan sessiz sedasız ayakta ölümü... Bir mısra için, bir dize için, bir şiir için heybemdekiler yeterli mi? Hayatı anlatabilir mi? tanımlayabilir mi? Pek de makbul olmayan meçhul bir döngü yaşıyoruz yola çıkmadan önce.

 Ey gündönümü dönmüş şair kalk ve kelimelerine dön!

Uyar gönüllerdekileri, akıllarda kalan insan menkıbelerini!

Vicdanın heyulası ile birikmiş çocuk düşlerini!

Hazırlıklı ol şiirlerin için dizelerine.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder