“İnsan! seni savunuyorum; sana karşı!”
Nuri Pakdil
Ateşin denizinden
mumdan gemiler ile geçildi. Gerek ateş rüzgârlarının önünde yol aldık, gerek
eriyen mum adalarında demir attık. Gözyaşlarını dökmeye hazır bulutlar ile dost
olduk, kuşların uzaktan gelen deruni sesleri ile konuştuk. Hay bin yeksan
tavrındaydık, yalnızdık, sorguladık başına üveyik tünemiş kelimeyi, yer yer
hazan mevsimini bir annenin kucağında avuturken gördük. Selvi ağacının
gölgesinden yapılmış evlerde konakladık. Bahar tadında envai sulardan içtik.
Şair ile bu yolculukta gündönümüne varmadan ay’ın dolunay haline varması gibi
evrildikçe evrildik.
Şair
Şiirlerini içi dolu buğday taneleri gibi başı öne eğik mütevazı bir şekilde
hazırla. Rüzgâr salladıkça, yüzünün çeperine dokundukça güneşin erdemli
ışıkları bir o kadar mütevazı ol. Bilirsin içi dolu başaklar sallandıkça ağır
ve netamelidir. Her başakta sayısınca kelimelerin olsun. Her kelime şu
kargaşaya bulaşmış, modernizmin keşmekeşliğinde yüreklerdeki boşluğa bir derya
olsun. Derya derya içinde bir zaman tünelinde kalp diyarında en mahrem yerinden
aşk ile yoğrul. Kelimelerin seni ıstıraba ve ümitsizliğe sürüklemesin. Ateşten
denizi, mumdan yapılmış sözcükler ile geçtin. Heybende düş kırıntıları,
sonbahar rüzgârı ve güneşin alnından koparılmış rengârenk eleğimsağma.
Annelerin yüreğinde yoğrulmuş, iyiliği canlı cansız bütün varlığa anlatacak
şekilde çıktın sahile. Bu sahil maddenin dehşetengiz yalnızlığında bir o yana
bir bu yana sonbahar yaprakları gibi savrulan insanlar ile dolu. İnsanlar
yüreklerinden başlayarak, dilleri, gözleri ve düşüncelerindeki ahenk bozulmuş,
anlam beyinlerde en ücra köşelerde barınır olmuş. İnsanların ruhundan çıkan
felaket fırtınaları devasa hazırlanmış çarkı döndürmekte. Bu keşmekeş dünyanın
fırtınalarında başın dönebilir, sözcüklerin, kelimelerinin yetersiz kaldığını
hissedebilirsin. Heybende bahardan kalma bir tutam papatya, sonbahardan kalma
sararmaya hazır yapraklar bu çarkı durdurmaya yetmeyebilir. Bir yaprağı
öldüren, bir çiçeği ezen bir döngü ile karşı karşıya değil, dört mevsimi
mahfeden bir döngü ile karşı karşıyasın. Bu indiğin sahil insanlık tarihindeki
hiçbir sahile benzemez. Ateşten denizde mumdan gemiler ile yol almaya hiç
benzemez. Her an kelimelerden kasırgalar ile düşüncelerin tarumar olabilir bu
sahilde. Farkına dahi varmazsın tarumar sözcükler ile bir kır çiçeğinin
mevsimini savunduğun. Düşünceler yobaz bir manivela üzerinde gider gelir
denizin çekilmesi gibi. Duyguların zulüm kusan vitrinlerinin önünde başını
hafifçe eğmiş hayran hayran bakabilir hayata. Hayatlar hayatların kurdudur bir
oranda, insan insanın. Kalpler birbirlerine buğz canavarıdır, düşünceler
yüreklerdeki sevgiyi vurmak için bir kurşun. Bu sahilde öğüt yerine alkış
toplarsın her akşam kızıllığının alafrangasında. İnsanlık bu sahillerde çok
ilerlemiştir ama hiçbir şey görünmez. Yakışıklı kadavralar uzanır sahil boyu. Cehennemin
ateşini cebinde taşıyan insanlar. Mal mülk putundan düşünce putu üreten
yığınlar ile bir kartopu gibi büyüdükçe büyürsün.
Şair,
kalplerin etrafını sarmış bağnaz duvarını delmek için şiiri kullan. Belki bir
gedik açılırda kalplerine, şiirden bir demet merhamet fısıltıları bırakırsın.
Belki şiir tohumu yeşerir yeşerir de çölde bir vaha olur.
Ey şair, şiir
şiirin kurdu değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder