Durdu ŞAHİN: Memduh
Atalay Kimdir?
Memduh ATALAY: Bendeniz 1967 yılında Sivas İli Şarkışla
İlçesi Beytiğin Köyünde dünyaya gelmişim. Köyümüz en az kırk Sünni köyün
arasına sıkışmış iki Türkmen Alevi’si köyden biridir. Bunu vurgulamamın nedeni
şu ki: Ruhumu, benliğimi, kişiliğimi, kimliğimi ören üç beş etkenden birisi
köyümüzün coğrafi konumu ve taşıdığı şifahi kültürdür. İlkokulu birleştirilmiş
sınıfları olan köyümde orta öğrenimimi ise Sivas Yıldızeli Pamukpınar Öğretmen
Lisesinde tamamladıktan sonra 19 Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümünden 1990 yılında mezun olduktan sonra yirmi beş yıldır Kahramanmaraş’ta
çeşitli okullarda edebiyat öğretmenliği yapmaktayım. Evliyim ve altı çocuk
babasıyım. Bu kafakâğıdı bilgilerine ek olarak ben kendimi daima şöyle ifade
etmişimdir: Yufka yürekli çoban ve Osmanlı çıbanı Hünkâr Vahdettin hayranı
mazlumların dostu zalimlerin düşmanıyım.
Durdu ŞAHİN: Memduh
Bey köyünüzün kimliğine ve coğrafyasına vurgu yaptınız nedir bu köyün sizdeki
etkisi?
Memduh ATALAY: Köyümüz Alevi olunca bu beni hayata
hazırlayan temel bir dinamik olmuştur. Evvela belirteyim ki ben Yezidi ailece
hasmımız zannetmiştim. Nerde fena, çirkin, edepsiz, vicdansız bir eylem varsa
mutlaka o meluna nispet edilirdi. Ayrıca İslam olduğunu zanneden Sünni
komşularımızdaki nobranlık, cimrilikve hor görü insanı derin bir iç çatışmaya,
sezgiye ve anlama anlamlandırma çabasına itiyor. Coğrafyası ise çok çetin bir yerdi. Şairin dediği
gibi ”Benim doğduğum köylerde zeytin ağaçları yoktu/Bu yüzden serinliğe
hasretim /Okşa biraz” Dağın tepesinde Sivas’ın çetin soğuğunu ve ayazını
barındıran belki görünüşte haşin ve soğuk ama hilkatin coğrafyasından
esirgediği sıcaklığı yüreğinde ve türkülerinde, ağıtlarında taşıyan bir köy.
Annem gelin merasiminde ve cenazelerde “ağıtçı” olan yarı âşık bir insandı. Bu
açıdan kulağımız ve dilimiz sese, yanık sese ve hüzne mesafeli değildi. Kerbela
ve Hazreti Hüseyin efendimizin ciğersûz hadisesi bununla ilgili söylenen
ağıtlar mayamızda vardı. Bu kök sorgulayan, muhalif, coğrafyanın ve kültürün
ötekileştirdiği yalnızlıktan başlı başına bir kimlik örmeye kâfidir sanırım.
Durdu ŞAHİN: Kendinizi tanıtırken kimliğinizi oluşturan
başka etkenlerden de bahsettiniz diğerlerini de açıklar mısınız?
Memduh ATALAY: Bunların en mühimlerinden biri Rahmetli
dedemdi. Ben dede mektebinin talebesiyim. Öyle ki düğün davetiyemde bile
babamın değil dedemin adı yazılıydı: Dedesi Mustafa ATALAY! Varın siz hesap
edin. Dedem mücadeleci, şifahi kültürde üstat, siyasetçi bir kimseydi. Ve
onurla savunduğum bir özelliği de Demokrat Partili Menderesçi olmasıydı.
Köyümüz doğal Alevi reflekse CHP zihniyeti taşırken koca köyde yalnız dedem
demokrattı. Ben buradan sisteme muhalif olma vasfını aldığımı düşünüyorum.
Mızraklı İlmihali bilen bir dedem vardı. Harun Reşit, Lokman Hekim hikâyeleri
anlatan bir dedem vardı.Bu durum dile ,sanata, folklora açık ve meyilli bir
taraf oluşturmuştu bende. Kısacası ben Anadolu’yu bu memleketin bir damarını
kitaplardan tanıyan, haritadan tanıyan bir kimse değilim. Kavgalarıyla,
acılarıyla, toyuyla, düğünüyle, derdiyle, gamıyla Anadolu’yum!
Bir diğer etkende Öğretmen Lisesidir.
Öğretmen Lisesi yani yatılı okul anlatılabilecek yanları olduğu kadar
anlatılamayacak ancak yaşamakla öğrenilebilecek hissiyatların da kazanıldığı
derin bir çile yeridir. On üç yaşımızda ayrılığı, gurbeti, hasreti öğrendiğimiz
bilmediğimiz diyarlardan gelen kaderdaşlarımızı kardeş eylediğimiz, millet
sevdasını kuşandığımız yerdi yatılı okul. Hocaların tam anlamıyla hoca
sayıldığı okul günlerinde şafak sayılan tüm Batı Klasiklerinin okunduğu
okutulduğu yerdir Öğretmen Lisesi.
Durdu ŞAHİN: Okumaya,
yazmaya nasıl başladınız?
Memduh ATALAY: Öğretmen Lisesinde yani yatılı okulda ya
okuma zevki kazanırsınız ya da hasrete dayanamaz memlekete çobanlığa veya
rençperliğe dönersiniz. Bizim yatılı okulda bir hocamız “düşünen adam” üzerine
bir yazı yazdırdı ve bu yazıyı yazanlardan beş kişiyi seçti. Bunlardan biri de
bendim. Hocamız bize ülkenin ihtiyaçlarını, tarihi misyonunu anlattı ve
vazifeyi omuzumuza koydu.1980 yılının atmosferinde ideolojik dalga hâlâ hâkimdi
ve biz ideolojik öğretmenlerin elinde yarınlara hazırlanıyorduk. Volga Kızıl
Akarken, Esir Türk İllerinde Doksan Gün, İnanmıştım, Karanlık Gecelerin Nurlu
Sabahı, Türk İslam Ülküsü, Bozkurtların Ölümü, Ruh Adam ve cümle Abdürrahim
Karakoç şiirleri ve Necip Fazıl! Necip Fazıl hayatımın ikinci dönüm noktası
olmuştur. Onun tüm şiirlerini ezberleme yarışındaydık ve üstada özenen şiirler
karalıyorduk. Sonrasında kendimi, kimliğimi Türk İslam Ülküsü ekseninde inşa
etmiştim bile. Bu inşa süreci bana başka bir ötekileştirme sürecini açmıştı.
Bir Alevi olarak ülkücü olmak her iki taraf açısından da bu kimliği taşıyana
ağır diyetler ödeten bir özelliğe sahipti. Bir taraftan solcu olmamakla ihanet
suçlaması –söylenmese de- diğer tarafta dava arkadaşlarım dediğim kimselerin
ülküdaşlarımın yalnızca “anti” pozisyonunda kalıp derin idrake seslenen
düşünceden uzak oluşu ve Alevilerle ilgili ipe sapa gelmez iftiraya varan
kanaatleri… Bütün bunlardan oluşan kimliği tarif etmem gerekirse derim ki:
Uzviyetinden öte ruhuyla bin yıllık bir tarihin Asya nağmeli hüznüne müptela ve
aktüaliteden derin idrake koşan yalnız ve koşuyu rengini değiştirmeden bitirmek
isteyen ama hep tökezleyen alabildiğine beşer alabildiğine insan ama daima
yürek safında bir hüzünkârım.
Durdu ŞAHİN: Sizin
şiiriniz nerde duruyor?
Memduh ATALAY: Bunu Ali YURTGEZEN hocamın benim şiirime
dair yazdığı bir yazıyla cevap vermek isterim:
“Memduh Atalay şiirinin künhüne vakıf bir
“yerli” şair. Günün her vaktini şair kimliğiyle yaşadığına şahadet ederim.
“Gönül evi talanda bir muhacir” in telaş ve öfkesini, “sevda kitabının meczup
elifi” olmanın aceleci ve savruk heyecanını, “uzviyetinden bin kat fazla ruhu”
nun enerjisini harmanlayıp şiir formunda sunmuş. Fakat böyleyken bile
şiirlerinin temelinde mütevekkil bir mümin yüreği “aşkı ölümden öteye götüren”
bir ufuk genişliği, kesrete mahkûm olmayan bir derviş feraseti var. Bu sebeple
trajik olmayan, güzel, salim ve bize ait şiirler bunlar; “elde var şiir” deyip
yolun başında kazanç hanemize çentik attıran şiirler…
Memduh Atalay’ın Necip Fazıl ve Sezai
Karakoç çizgisinde tevarüs eden yerliliği, Sivaslı
Türkmen mizacı, Kerbela ’da
Hüseyin’den aldığı yürek yangını, sistem karşısında muhalif bir duruşun
pervasızlığı ile özgünleştirdiği şiirlerini “elde tutmak”, muhafaza etmek artık
okuyucunun sorumluluğu. Zira Memduh Atalay’ın şiirleri “okunup geçilesi”
cinsinden değil. İhyası gereken köklü ve zengin bir kültüre, bu kültürü imhaya
kasteden talihsiz bir yakın geçmişe göndermeler yapan “yüklü” ve “derin”
şiirler. Okuyucuyu, metinleri tüketmeye değil üretmeye, şerh etmeye, yürüyüşün
her safhasında hatırlamaya davet ediyor.” Hocamın bu görüşlerinde olmak
isterim. Umarım başarmışımdır. Ancak şunu da belirtmem gerekir ki benim
şiirimin kaynağı şudur:” Benim şiirlerim yangınların, sığınılan mağaraların,
düşülen kuyuların, yağmalanan ve eşya arasında kaybolan varlığın, taşınması zor
korkuların, tekrar başa dönme çaresizliğinin, savaşların önünde olmanın,
değişmeyen rengin, yaşamayı deneme ve yenilmenin, iç sesi ve sorguyu
kaybetmemenin, metafizik hislerin kısacası beşerin insan olma çabasının
ürünüdür.”
Durdu ŞAHİN: Eserlerinizden
bahseder misiniz?
Memduh ATALAY: Sultanname adını taşıyan denemelerim ve
Dünya Hâli ve Hâlce adıyla Fikirteknesi yayınlarından çıkan iki şiir kitabım
var. Okurlar bu eserleri internet kitapçılarından temin edebilirler.
Memduh ATALAY: Okuryazarlık gibi bir de okursatarlık
var. Gençler zihinlerindeki soru ve misyonları bakımından bir düşüncenin, bir
fikrin inşası bakımından okumalıdırlar yoksa başkaları için değil. Olmadan
görünme çabası taksitli eşya tüketmeye benzer. Herkes kendi susuzluğu oranında
su bulmalı kendi oluşunu gerçekleştirme çabasında olmalıdır. Ve gençler
kesinlikle aktüalite zindanından kurtulmalı sezonluk değil varlığın bir gereği
olan sorgulamaların arkasından ana kaynaklara yönelmelidir. Necip Fazıl’ın
dediği gibi “bana ilmihal kaldı” hesabı dinin, kültürün ve tarihin sahih kaynakları
mutlaka okunmalıdır.
Durdu ŞAHİN: Son
bir mesajınız var mı?
Memduh ATALAY: Rilke ‘nin bir sözü var çok severim. Der
ki Rilke: Bu dünya yaşanacak yer değil ölünecek yerdir. Madem öyledir geceyle
gündüzün karıştığı bu haz çağında yolculuğumuzu unutturan ve beşeri zaaflarıyla
kuşatan bu çağın Züleyhalarından kurtulmak için kitaplara dönmeliyiz. Her zaman
derim ki kendini oku, kâinatı oku, kitapları oku. Bu okumaların bir ayağı eksik
olsa olmaz. Yalnızca kendini okusa ruh hastası olur, yalnız kainatı okusa
determinist Olur, yalnız kitapları okusa kale üstadım çemberinden çıkamaz! Üç
okumayı bir yaparak varlığımızı, yolculuğumuzu, hayatımızı anlamlandırmalı
doğru ve sahih eserlerle doğru yoldan yürüyerek hoş sada ile ayrılmalıyız
ölümlü olduğumuz bu seferden...
Durdu ŞAHİN: Teşekkür ederim Memduh Bey.
Memduh ATALAY: Ben teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder