KAYIP RUHLAR/Derya BAYTON

İsim ve anlamsız lakaplardan sıyrılmış olmanın yaşattığı rahatlamayla tüy gibi hafif hissediyordu kendini. Her şey aynı zamanda hiçbir şeye ait olmamış gibi bir rahatlama emaresi simasında belirginleşen, solgun bir tenin giydirdiği zayıf bir bedenden ibaret olsa da daha fazlasını arzulayan kayıp bir ruhtu öncesinde. Öyle bir vakit ki artık yol alma vaktiydi bilinmeyene doğru. Pipo dumanın çizdiği yüz hatları ile karanlık sokakların korku beslediği yuvalarını gezinmekte avare düşlerin en uç noktalarına yükseldiği saatin gecesinde. Melon bir şapkanın terk edilmiş sokakların yıkık evlerinden, kokuşmuş duvarlarına doğru uzayan gölgesi, üst kısmının geniş olmasındandı. Alt kısmının fötr şapkalar gibi geriye doğru kıvrılmasında etrafında oluşturduğu devasa dairenin altında ezik bir kafa görüntüsü sergileniyordu. Pardösüne sıkı sarıldı. Tanrının nefesi rüzgâra doğru ağır aksak yürümesinde uçuşan yaprakların arada bir yüzünü yalamasından olacak ki uçsuz bucaksız yollarda zikzaklar çizmekte, sıska serseri sokak köpekleri bile kokusunu alamadığı bu varlık önünden kuytu gölgelere kaçışmaktaydı. Boş tenekelerin geceyi dövdüğü bu dakikalar da boşlukta gezinen bedenlerin varlıkları üstlerindeki lüzumsuz kıyafetlerin sınırları ile çizilirken adımlayan ayakların geceye imzası olan gölge, gerisin geriye doğru adına bir nebze dahi taş sokaklara resmedilememekte. Kayıp bir ruhun isimsiz ruhların avına çıkışını hikâye etmekte acizliğin verdiği arayışların etiketi vardı. Sonu bulunmaz merakın süslediği tavır sinmiş, üzerine arşınlamakta terk edilenlerin durağını yoklamada belki el yordamıyla belki göz ucuyla.
Birinci ruha rastladı kimsesizlerin sokağında bir siluet. Lime lime olmuş dizleri, paçavrasından akan kirler ete kemiğe bürünmüş çirkin bir maske ruhunda. Yamuk ağzında yalanlar saçılırken zehir gibi etrafa, düşmüş sağ göz kapağının altında delip geçen kaçamak bakışlar nazarında tiksinti kıvılcımları çakmakta.  Kaygan bir zemin üzerinde durucasına parçalara ayrılıp tekrar tekrar vücut bulmaktaydı. Sağa sola doğru saçılan çürümüş et, vücuda bürünüp yeniden parçalanırken neşter ile anestezist kesilen hatların gerginliğinde teller nağme yapar, yürekler paralanırdı. Fakat ne biçare olunur ikiyüzlü yalancı ruhun yalanlarına ne de dur denebilirdi kötülük âleminde kurduğu krallığına. Ruhuna şeytanı elbise diye giydirmiş bu zavallının laneti zevklerin esiri olduğunda can bulmuştu kokuşmuşluğa. Bakıp ta gördüğü gerçekten uzaklaşırken burnunda sadece tiksinti kokuları, inceden etrafa yayılmaktaydı. Adeta boşlukta süzülüyor asla yürümüyordu. Sapa bir köşkün hayaletiydi yalnızlığı. Ne bir adres kaydedilmiş fihriste. Sorarsan adını yoklukta can bulurdu. Ararsan onu ya aynalarda yüreğinin olduğu yere bakarsın ya da boşluğa kapattığın gözlerin karanlıkla buğulandığı zamanlarda nefesini yüzünde hissederdin. Kendi varoluşunu anlatmaya çalışırken kim bilir daha kaç tane bilinmeyen adreslerin sokağından karanlığın içine doğru süzülmüştü.
Aniden irkildi. Bir varlık, omzunda eli “dur” dedi ikinci ruh. “Kayıp gitme avuçlarımdan sen de bir adım daha öteye. Gittiğin yer aranan değil, yokluktan geri. Orada kelimeler tükenir. Sadece doldurulmayı bekleyen yığıntı boşluklar hevesin olur. Hatırlarsan eğer yaşanmışlığa dair güzel bir anı zikretmek ne mümkün! Diller de asma kilitler, gözler siyah şeritli, bedenler çıplak. Yalnızlığa dahi hasretliksin. Acımaz hiçbir yanın, acıyı özlersin. Hissetmek yok, sınırlar da yok, tarifsizlik çığ gibi büyür. Koca bir dağ gibi yüreğine oturur, nefes alamaz boğulursun bir inilti işitmez kulaklar mil çekilmiş gözler gibi sağır işitir; lal olur dillerin.”
O kelimeler döküldükçe fısıltıdan, yol gösterici aydınlatıcı bir ruhun sesiyle şenleniyor ruhu. Seyrine daldığı bu güzellik konuşmuyor adeta şarkılar mırıldanıyordu.
Daha önce hiç duymadığım bir müzik esintisi.
Kalbi huzurla çarpıyor.
Etrafa saçılan ışığında kamaşan göz bebeklerine rağmen başka yöne çevrilmiyor bakışlar. Bir huzur sıcaklığı kaplıyor ilikleri. Korku bedenden bir kaç beden uzakta.  Beyazlığın dibini bulmuş renkler, başka tona lüzum yok. Aydınlığı’nın sardığı sokağın da cennet bahçesi kokuları; en çok da karanfillerin kokusu sarmalıyor teni. O dönemeçte sanırsın âlem içinde bir başka âlem yaşanıyor. Gitmesin hep yanında kalsın istiyor. Diğer yolunu kaybetmişlere hiç benzemiyor. Tutup sürüklediği kolundan başka yönlere doğru savuruyor. Sonra o durduğu yerde kalıyor. Giden ruh fakat terk eden o oluyor.
Sonsuzluk gibi geliyor yaşadığı zamanlar. Kim bilir daha kaç asırlık dakikalar köreltiyor kaldırımların soğuk nabzında. Savrulduğu ne kadar köşe varsa vazgeçiyor artık saymaktan. Yorgun düşmüş bir bedenden firarı sonrası arayış içindeki ruh, umudun harcandığı bu boş mahalleler sokağında son direnişi. Nefesinin kesildiği anlarda şekillenen gayelerin verdiği burukluk, silsileler halinde sıralanırken son nefesini veren cesetler gibi katılaşmaya yüz tutmuş uzuvların, akılda bıraktığı kıvranışlar, yeniden kasarken vücudunu, uyanışa çağıran üçüncü ruhun sesi işitilir tüm yer ve göklerde.
Hayatın en zor işini yapan bir işçi, teninden süzülen terler gibi gözeneklerinden akıttığı kan gölcükleri içerisinde yatarken, hafif geriye doğru çevirdiği başıyla, sesin sahibini daha iyi görebiliyordu. Diz çöktü başucunda, şefkatli eller saçının arasında dolaşıp alnını okşamaktaydı. Korkma diyordu. Gözler dolu dolu… Sanki yaşadığı bu muhteşem acıları kendi omzuna yüklemek ister gibi sıkı sıkıya sarıldı ellerine. Tutup kaldırdığı yere ayak basınca yeşerdi kuru toprak tanesinin olmadığı bu yerde. Fırtına dinmiş, artık uçuşmuyor etrafta solgun yapraklar. Islak elbiseler kurumuş üzerinde. Kemikleri sızlamıyor. Tıpkı ona benziyor ve hayranlıkla izliyordu kendine benzeyen bu şifacıyı.
Zaman donmuş.
Asırlar, yüzyıllık yalnızlık.
Son noktasını koyuyor sayfaya.
Onların zamanı değil geri çekilme vakti geldi der gibi.
İsimsiz mezara girmeye bir nebze var iken kendini buldu çoraklaşmış yüreğinin derinlerinde. Diğer ruhlar ile şifacı çember oluştururken etrafında tiksindiği ya da aydınlatıcı varlıkların yüzlerini şimdi daha iyi seçebiliyordu.
Ruhundan parça parça kopup yolunu kaybeden bu zerrelerde kendini aradığını anlamıştı.
Sadece varlık sahibini arıyordu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder