Yaşamak
insana ve tabiatta yakışabilecek en anlamlı sözcük. Son zamanlarda çokça
duyulan bırak hayatını yaşa. Anı yaşa! İyi yaşa! Konforlu yaşa yahut sadece
“YAŞA”. Peki, insan gerçekten her gün sabahın ilk ışıkları ile kendisine bahşedilen
ömrü yaşayabiliyor mu? Hayatını yaşa kederini köşeye bırak denilen kişi yalancı
gülücüklerle etrafına mutlu olduğunu kanıtlarken yaşıyor mu? Varlığından bir
haber geçirilen bir hayatın ne kadarı yaşanmış olur. En basit şekilde tarif
edecek olursak hangi yemeği sevdiğini bilmeyen, etrafını görmeyen ve görülmeyen
bir kimse yaşıyor mudur? Her sabah rutinleşmiş bir hayatın bir parçası olarak
makineleşen ve makineleştiren insanlar. Nefes alış verişleri hatta kendilerini
ifade ederken kullandıkları sözcüklerin aynı olması yaşamak fiilinin acınası
durumudur. Stabil beyin ölümü gerçekleşmiş fakat halen nefes alan bir kimsenin
durumuna benzetebiliriz. Uykulu gözlerle tutulan bir iş yolu, hazırlanan
evraklar, yıkılan yahut inşa edilen binalar. Vücut yorulduğunda fizyolojik
olarak içilen bir fincan kahve yahut çay belki de ayakta kalmak için yenilen
bir yemek. Birkaç gündem maddesi ile birkaç kelam sonra sabah ayrılan mekâna
dönüş anlamlı anlamsız biraz sohbet sonra uyku vakti. Ortalama bir insan için
günlük rutin belki farklı birkaç koşul daha eklenilebilir ya da çıkartılabilir.
Nikolay Gogol Palto hikâyesinde Akakiy Akakiyeviç’in rutin hayatında paltosu onun
var olduğunu kanıtlamıştı. Akakiy’in hayatı sıradan yoksulluk içinde geçerken
onun varlığını üşümesini engelleyebilmek için diktirdiği palto onu görünür
kılmış ve yaşadığını göstermişti etrafındaki insanlara. Kendisi yaşadığını fark
ettiğinde ise son sahne olmuştu ömrünün. Fransız Kafka Dönüşüm romanında “Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden
uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.”
Gregor Samsa ise hayatında varlığının tek belirtisi işi ve bakmakla yükümlü
olduğu ailesi gösteriyordu. Hayatı kendisini herkesin gözünde bir böcek olarak
görmesine neden olacak kadar bayağı idi. Samsa yaşadığı dönüşüm yahut değişim onun
nazarında olan bitenken yaşamak fiilinin son evresine gelişidir.
Yaşamak sadece nefes almak mıdır? Düşünmek, hissetmek, duymak ve görmek yaşamanın neresinde yer alıyordu. Düş gücünün yokluğunda kayboldu yaşamak. Varlığın nedeni anlayamadan sürdürülen hayatların sadece anlık zevk ve heyecanları içinde kaldığından ötürü sırlı bir hale geldi. İçtiğin çayın tadını hissedebiliyorsan yaşıyorsundur çayın içinde ona renk veren doğal pigmentleri düşünüyorsan yaşamını var oluşunu sorguluyorsundur. Hayatın her insan için farklı koşulları var olabilir. Benim hayatım çayın rengini düşünecek kadar rahat değil dediğinizi duyar gibiyim. Peki ya çayı içmeniz için size kolu ve ağzı bahşedeni tefekkür etmek rahatlık mı gerektirir. Zannımca hayır. Sabah güneşin ilk ışıklarını gecenin karanlıkta yolunuzu aydınlatan dolunayı fark edemiyorsanız yaşantınızdan bir şeyler eksiltilmiştir. Eksiltilmiştir dedim çünkü sadece sizin bunu fark etmemeniz değil bunu çevrenizdeki kişilerinde fark etmemiş olması da acıdır. Yeşili ağaçta, maviyi gökyüzünde göremiyorsanız biraz eksik kalınmış bir yaşam sürdürüyorsunuzdur. William Shakespeare “Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından, Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.” der. Yüzyıllar öncesinde belki de insanın yaşamını, ölümü, acıyı ve belki daha nice şeyi sorgularken vardığı son düşüncelerinden birisidir. Yaşam kaygısından görülemeyen düşlerin ölmesidir yaşamak suyun varlığından habersiz seraplarda kaybolmaktır. Yağmurda ıslanırken kirpiklerine değen damlaların ruhunda yeniden can bulmasıdır. Sabah pencerene konan kuşun sesi, rüzgârın tenine değişi akşamın karanlık bilinmezidir yaşamak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder