KÖPRÜ / Hacı Ahmet ERALP

                                    

 “Cihân-ârâ cihân içindedür arayıbilmezler
O mâhîler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler”
                                          Hayalî




İkindi vakti girmiş, ezan okunmak üzere ve noterde işler her zaman olduğundan daha sakin. Ezan başladı ben o sırada bir can yoldaşıma Şehr-i Maraş ta ikindi ezanı okunurken temalı bir video çekip göndermem gerekmekte. Namaza mı yetişsem? Videoyu mu çeksem? Yoksa hem videoyu çekip hem de namaza mı yetişsem? Soruları içerisinde iken videoyu çekmeye karar verdim. Bir iki deneme derken ezan bitmeden videoyu çekebildim ve namaza da yetişebilecektim. Tam bu sırada telefonum çaldı ama öylesine "dünyalık" bir çalış değildi bu çalış. Hani telefonum çaldı desem, bu cümleyi söylemişliğimin utancı ile yerin kaç kat dibinin olduğunun keşfine çıkmam gerekir. Sabahın erken saatlerinde Ali Hocam ile birlikte on günlük Bosna-Hersek ziyareti için Şehr-i Maraş tan yola çıkan İsmail Hocam arıyordu...
    
Heyecan, aşk, vecd, cezbe içerisindeyim, derken insani fonksiyonlarımdan geriye kalanlarıyla telefonu açmaya çalıştım ve sanırım başardım. Sanırım başardım diyorum çünkü hocamdan dinlediklerimi gerçekten duyduysam neden hâlâ bu yazıyı yazabilecek kadar diriyim bunu bilmiyorum...
   
Hocam konuşmaya başlıyor: "Ahmet, biz Ali hocamla şimdi Galata köprüsünden geçip Yeni Camii de Tahiyyat-ül Mescid namazı kıldık, ama asıl anlatacağım bu değil, Ali hocamla birlikte arabadaydık, boğaz köprüsünden geçerken Ali hocam eli ile işaret ederekten: 'Bak İsmail, şurası Üsküdar, Üsküdar ve...' diye konuşuyordu ki hocamın telefonu çaldı, arayan Muzaffer hocamdı, hocamlar ne konuştular bilmiyorum, ya da bir vesile duyamadım! Telefon konuşması bitince sordum Ali Hocama: “Hocam bu ne demek oluyor?"
    
Bunu ancak size anlatabilirim Ahmet abi, bu vakayı ancak size anlatabilirim çünkü, bu vaka ve hocamın beni araması vakası ancak size yazılabilecek bir mektup İle anlatılabilir. Ali hocam da İsmail hocam da Bosna'yı ayrı ayrı ziyaret etmişlerdi ve şimdi birlikte ziyaret etmeye gidiyorlardı. Ali hocam ve İsmail hocam tam da yarın sabah Bosna uçağına binmeden önce ve tam da iki kıtayı birleştirmiş olan köprünün üzerindelerken, Ali hocamın Üsküdar’ı işaret edip konuşmaya başlayacakken Muzaffer hocamın da onlara katılması ve Ali hocamla aralarında "sırlı" bir konuşmanın geçmesi neyi anlatır bize Ahmet abi?
    
Yoksa bu gidiş başka bir gidiş mi Ahmet abi? Bu gidiş dostlarla, gardaşlarla, analarla, babalarla, dedelerle, torunlarla kucaklaşıp hasbihal etmek, dertlerini dinleyip derman bulmak, hemdem olmak dışında bambaşka bir köprü yapmanın gidişi mi Ahmet abi? Tam da Anadolu’dan Avrupa’ya bağlanan köprü üzerinde iken bu yolculuğa Muzaffer hocam da katıldıysa bu öylesine bir gidiş olabilir mi?
    
Bu gidiş mühürlenmiş kapıların mührünü kırmak, bekleyen ve yılmadan beklemeye devam eden ve edecek olan akrabalarımıza biz geldik ama bu kez çay içip dönmeye değil, beklemeye devam demeye değil, geleceğiz ümidinizi yitirmeyin mutlaka geleceğiz demeye değil de, geldik evimize geldik, evinize götürmeye geldik demenin gidişi mi?
    
Muzaffer, Ali ve İsmail hocamlar bir olup Bosna ya giderler de Başçarşı’nın çeşmeleri Zemzem olup akmaz mı Gâvurun açtığı yaraları kapatmaya,
    
Muzaffer, Ali ve İsmail hocamlar Hüsrevpaşa da namaza dururlar da Bin Boşnak genci Bin kere Aliya olup olup yeniden dirilmezler mi?
   
Muzaffer, Ali ve İsmail hocamlar Mostar Köprüsü'ne ayak basar da Neratva coşmaz mı gökyüzüne kadar kabarıp sağında solunda nice fitne  ve fitne tohumu var ise onları boğmaya...
    
    
Hasılı On gün neler yaşarlar bu üç yoldaş Bosna’da bilebilmek ve tahmin edebilmek haddim değil; ama biz bu on gün ne yapmalıyız Ahmet abi?
     

1 yorum:

  1. Hocamlar olmadan öksüz kaldı şehr-i Maraş, Gönüller yasa ve hasrete durdu, hayırlı ve kutlu bu gidişten manevi zaferlerle donecekler insallah bize...

    YanıtlaSil