Herkesin
bir hikâyesi vardır, bir hikâyecisi de… Benim hikâyem “Ya Tahammül Ya Sefer”
di. Biz bir fikre sevdalanmış Anadolu çocukları olarak “Dava Delisi Kerim”in
samimiyetiyle coşuyor, ”ocağımızdan” yetişip de sıfatlarıyla mağrur,
sıfatlarıyla mahkûm olan büyüklerimizin(!) davaya bel vermemelerinden dolayı
“Murat Ağabeyin” o ulvi hüznünü yaşıyorduk.
Tahammül
mülkünün viran olmaması için “Hem Tahammül Hem Sefer” çağrısıyla mukavemetimize
yeni bir yol bulma çabasındaydık. Bulduk aslında yolumuzu: ayrılan,
yalnızlaşan, acıları çoğaltan ama sürüden olmamanın gizli gururunu yaşayan
zenci çocuklar olarak kaldık. Ta ki “mücahitlerimizin” iflah olmaz müteahhit,
alperenlerimizin kara siyasa mağdurları olmalarını görene kadar. Vaktaki bu
hezimeti yaşadık, bizim mukavemet alanlarımızda su almaya başladı. ”Hayatımızı
Hakk’a uydurmamanın” yenilgisiyle tuzlu su içenlere mahsus susuzluğumuz; çok
tevilli ricatlarla cephe gerisine çekilmenin sancısıyla sözden hayata
şavkımayan kör ve bereketsiz bir kandilin loş ortamında kurduğumuz vatanların
bir yanı istila edilmiş, bir yanında ise Osmanlı tuğrası asılı duruyordu.
Murat
Ağabey’in yol arkadaşlarından umudu kesip tıkanıklığı yemek kitabıyla aşmaya çalışmasındaki
hüzün, belli bir davası olanların millete ümit ettiği feyzi görmeyince ne denli
mahzun, ne denli perişan kaldıklarına tanık olmakla tanıklığın acısına da
giriftar olduk ki şairin dediği hale duçar olduk:”her tanığın iki yarası var
şair iki yarası/bir anlamanın bir tanıklığın” hesabı bir hesaptı, bizim dürülen
dava adamlığı defterimiz!
Şimdi
Mustafa Kutlu’nun “Huzursuz Bacak”la geldiği noktada memleket meselelerinden
sancılanan kahramanına yine toprağı göstermesi çok manidar. ”Bana rahmet yerden
yağar“ diyen şairin hikmetine yol açan bu soyutlama Mustafa Kutlu
hikâyeciliğinin ana noktasıdır.
Mustafa
Kutlu her hikâyesinde soyutlama içerisinde, sade ve içten bir dille mesajı
metne sindirerek okuyucuyu “hayatın içindeki” dile çağırır bu dille baş başa
bırakır. Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı yine bu soyutlama başarısı içerisinde
bana taşrada yaşayan sanat edebiyat tutkunlarının akıbetine çok uygun geldi.
Oluşturduğu kütüphanesinin, bekârlığının, yalnızlığının, dergiciliğinin makes
bulmaması kahramanımızın ölümüyle noktalandı. Taşrada nice sanat edebiyat
sevdalısı var ki büyük şehirlerin eşiğinde beklediği büyük ve üstad bildiği
sanatçılardan biri olmak istediği ve dahi bu istidadı taşıdığı halde yankısını
bulmayan sesiyle muzdarip olarak şu fani dünyadan göçen az sanatçı yok
herhalde.
Mustafa
Kutlu da bir derginin başındadır. Az mektup almamıştır taşralı sanat
tutkunlarından. Belki de tek şansızlığı taşralı olmak olan bu sanatçılar az
şiir ve yazı göndermemişlerdir büyük dergilere.
Neticede
okunmadan, karşılık bulmadan, elinden tutulmadan, yol gösterilmeden “sanatçı
enflasyonu” tahkirine mahkûm olarak aynen cevapsız kalan Tahir Sami Bey gibi
yalnızlıklarında boğulan, kendi sesini taşıyamaz hale gelen, bahtına küsen,
yankısını bulmayan, sesinden bunalan nice taşralı sanatçıların ölümü Kutlu ve
emsali dergicilere uzak değil. Bu sebeple benim hikâyecimi ihbar ederek dergi
sayfalarının bu sanat tutkunlarının çalışmalarına da yer verir hale gelmesini
temenni etmekteyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder