Tespih;
zikrin, sabrın tadıdır, adıdır. Tesbihattır belki de afranın devşirildiği son
nokta… Tespih bir yoldaş, tespih sevgilidir kimi zaman. Kimi zaman sabır
gerektiren bir şeye birlikte sabır yoldaşlığı, sabır talimi yapılan, hiçbir
dert vermeyen dost… Tespih ile ilgili elbette çok söz var söylenecek. “Peki,
‘nihayet’ ifadesi ile tespihin ne alakası var?” diyenleri duyar gibiyim. Belki
haklı olabilirler; ama izahını yapacağım elbette. Nihai değil, nihayet. Çünkü
nihai müzekker, Nihayet müennestir. (Dil
tekniği olarak bakıldığında bu böyle midir bilmiyorum. O dilcilerin işi.) Nihai bey, Nihayet hanım gibi. Dolayısıyla bu
tespih modelinin ”Nihayet” olarak adlandırılmasını ustalar daha uygun görülmüştür.
“Nihayet”,
bir tespih tarzının, modelinin adı; daha doğrusu delice bir tespih
çalışmasından sonra elde edilen zarif bir tespih türü… Tornada bir tespihi
çalışırken son nokta; yani “HİÇ”in bir öncesi. (Aman dikkat buradaki “HİÇ” sadece zayî manasınadır.) Genellikle beyzi ve arpa kesim tespih yaparken
kullanılması daha uygun olan delice bir tarz...
Daha
tornanın başında normal bir tespihi zar zor yapmayı becerebilmişken geçenlerde
ben de kuka bir “nihayet” çalıştım. Günlerdir sağ cebimde gezdirdim. Ara sıra
elimi cebime sokup kuş tüyü hafifliğini ve zarafetini hissetmeye çalıştım.
“Çekmesem de bu tespih cebimde yedek olarak bulunsun; ola ki bir gün ya
tespihimin ipi kopar (Gerçi ben o
dikkatsizliği asla yapmam.
Çünkü tespihimle sürekli hemhalım ve ipi zedelense fark ederim. Sevgili
gibidir tespih. Hemhal olmak ister, ilgi ister. Habbe aralarında hafif bir genişleme
olup olmadığını anlamak zorundasındır. Hafif bir değişiklik
varsa, incinmiştir; incinmişse zedelenme vardır. İncinmişse
kırılır, kırılırsa dağılır; dağılırsa toplayamazsın ve tespihini kaybedersin.
Her tespih sahibi bunu bilmek zorundadır.) ve ya evden kazara tespih
almadan çıkarsam sigorta olsun diye cebimde günlerdir taşıdım. Sonra “bu güzel
tespihi hediye etsem kime hediye etmeliyim?” diye düşünceler geçmeye başladı
kafamdan… O anlarda “Hayır, hayır. Bu tespih cebimde sürekli bulunan sigorta
tespihi olsun” diye karar verdim. Sonra da “eğer birine hediye edecek olsam
ancak Ali Hocam’a hediye ederdim herhalde” diye düşünmeden de edemedim. Derken
bir gün İsmail Göktür, kalabalık bir sosyal ortamdan bir mesaj yazdı “Abi güzelim mercan tespihimi kaybettim!”
“İşte dedim, İşte! Bu tespih, bu zarif
adama da hediye edilebilir.” Bu narin, “Nihayet Kuka” tespihi İsmail Göktürk’e
hediye ettim. İsmail Göktürk’e “Bunun adı nihayettir” diyince İsmail: “Anladım
abi; artık bunu da kaybedersen tespih yapmam demek istiyorsun” dedi ve ona izah
etmeye çalıştım. Anlayıp anlamadığından emin olamayınca; ya da anlatmak için
çok cümle kurunca bu yazıyı yazmak fikri doğdu. Bu arada İsmail Göktürk’ün her
tespih kaybedişinde, (sık sık
kaybedişinde) ne kadar çok tespih
verdiğimi de burada söylemiş oldum. Yok, dostlara tespih hediye etmekten
şikâyetçi değilim. Bilakis en çok zevki dostlara tespih hediye etmekten aldığımı
söyleyebilirim. Bir de; otuz üç “Süphanallah” otuz üç “Elhamdülillah” otuz üç
“Allahuekber” çekerek hediye ederlerse, değmeyin keyfime…
Yeniden
konumuza dönelim: Nihayet “HİÇ” ten çalışılır.
Nedir
hiç? Hiç; kuka çekirdeğinden çeşitli ebatlara kesilerek tespih yapıldıktan
sonra kalanıdır. Yani hiç olmuş, işe yaramaz ebattaki parçalardır. Bu, hiçbir milimetre
tespih kalibresine uymadığı için atılmak üzere olan parçalar alınarak, standardın
dışında, beyzi ve arpa kesim tespih yapılır.
Nihayet,
son nokta, Hiç’ten bir öncesi nedir peki?
Nihayet,
son nokta, Hiç’ten bir öncesi çalışma: Tornada kuka parçası çalışılırken,
ortasındaki, tespihin ipe dizileceği delik ile dış çevresinin inceltilerek son noktaya,
nihayetine gelinmesidir. İşte bu noktadır Hiç’ten bir önceki nokta. Bir hamle
daha yaparsın nihayeti bulmak için, ya ortadaki deliğe çok yaklaşmışsındır,
habbe “çıt” diye kırılır “HİÇ” olur; ya da habbe iyice nihai noktaya gelmiştir
ve yapacağın son hamle ile zayıflar ve iki ucundan tornaya tutturulduğu için, o
minicik baskıya bile dayanamayarak kırılarak “HİÇ” olur. Bu çalışma o kadar
zevklidir ki; çalıştığın habbeye bir tur zımpara yaparsın ve “belki bir tur
daha zımpara atmalıyım daha son noktaya vardır” diye düşünürsün ki habbe “çıt”
diye kırılıverir. Bir tur inceltirsin habbeyi; “belki bir tur daha inceltirsem
son noktaya gelirim” deyiverirsin. Bir tur daha inceltsen, habbe kırılmasa bu
defa yine aynı hisse kapılacaksın ve “acaba bir tur daha mı inceltsem” diye bir
duyguya kapılırsın. Hiçliğe o kadar çok varıp gelirsin ki: Otuz üç tane Nihayet
Habbesi yapmışsan, bir o kadar da hiç olan habbelerin olmuştur. Bununla da
yetinmeyip, yaptığın habbelere yan yan bakarsın: “Acaba biraz daha inceltebilir
miydim” diye.
Fakat
sonunda Nihayet habbelerini ipe dizmişsin ve “HİÇ” olmuş parçalardan zarif, zap
zarif, incecik ve narin bir tespihin ortaya çıkmasını seyreder ve doyamazsın.
Bu tam bir deliliktir ve akıllı bir tespihdar bunu çalışmaz. Akıllı tespihdar,
elindeki malzemeleri ölçer biçer; parçalara böler ve kaç tane hangi tür ve
hangi ölçüde tespih yapacağını planlar ve belli ölçülerde habbelerini yaparak
işini bitirir. Ben akıllı bir tespihdar olmadığımı peşinen kabul ediyorum. Ama
şunu da söylemeliyim. O zarafet timsali tespihi cebine koyduğun zaman, elini
her cebine atışta aldığın haz anlatılamaz. Hafif, narin; var ile yok arası bir
zarif şey hissedersin cebinde. Ona dokundukça, tespihi yaparkenki emeğin,
deliliğin, tahammülün, nihai nokta ile hiç’ten bir öncesinde durduğun zar
inceliğindeki yer ve zaman dilimi aklına gelir. O anı her habbeye dokunuşta
yeniden yaşarsın; yeniden kalbin çarpar ve yeniden heyecanlanırsın.
Kuş
tüyü kadar hafif, kuş tüyü kadar zarif “nihayet kuka” tespih cebinde… Aynı
zarafette bir dost ile karşılaşırsın ve sunarsın ona bu zarif tespihi. İki
zarif ne de yakışmıştır birbirine. Dostunun zarif gönlü ile yoldaştır artık
senin “nihayet kuka” dostun. O zarif tespihe sahip olma mutluluğunu yaşayan
dostundan daha mutlusundur artık. Çünkü o zarif kuka layık olan ellerde
yolculuğuna devam etmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder