Sana zamandan şarkılar söylesem, akrebin kıskacında
yelkovanın gece yarısını gösterdiği sularda nağmeler yankılansa göğsümüzden
ağrı, bedenden aşırı son adreste buluştursak ruhu.
Vuslatı saniyelerle vursak, buluşma ertesine çiçeklense
baharın.
Daha kaç şarkı tüketsek dilimizin tüyünde.
Yoğursak kelimeleri.
Ezip cümle lapasını, yutsak zamanın çanağından; ermez
mi aşk yürek tekkesine.
Ham mıdır? Divaneliğin kapısına erişmiş melül ten;
yoksa değil midir sözü telef eden dilin kemiksizliği ve ta kendisi nankörün
düdüğünü üfleyen gafil beden.
Bana mıdır gaflet, bu kıyamet?
Acıtmaz mı ahım sızını?
Sen değil miydin yaranla kanayan yerime merhem olan
Âdemoğlu?
Nankörlüğün, Kabilin taşı gibi şeytanın fesadından
nasibini almış gönül evi, Kâbe’mi döver. Kutsallığımı çiğnerken kime
bu inkârın? İsyan vadisine kurulur mu teslim şöleni çıplak ruhlarımızla. Ait
olduğum son satırlar bilesin.
Meyilim sana değil, zamanın efendisine bu türküler.
İnceden nakış işler cümle perileri, ilahiler yükselir
göğün maviliğinden ileri. Beyaza boyalı şeffaflığın tülü kaplamış tanrı evini.
Aydınlık gecelerim ile tanrı arasında çiğnediğim yollar ile tozlu ayakların
kumu dünyamın ta kendisi, tükettiğim bu yollar ise sendin sevgili.
Yalnızlığın maskesi takıldığında: Mağrur bir
kadının, ihanet eden aşığına olan öfkesine eş; tüm hiddetini
yağdırdığı yağmur damlalarının seli, bir de üstüne katilini önüne katmasıyla
serseri rüzgâr ile yaptığı kanlı dansı: bir ileri iki geri.
Etrafta ne kadar varlık var ise savrulduğunda varoluşuma
felaket kusuyorum.
İnsan uzuvlarını anımsatan karartılardan kendisine
sopa yapmış, karanlığın içinde ses, bir inilti belki de insan kanını donduran
çığlıklar ile adeta geceyi delerek geçiyorum.
Tutup yırtıyorum rahminden zamanı, çok öncesine
yine sana doğuyorum.
Bakir zamanlardan kalma saflığa eş düğünler
kurulsun meclisine.
Mutluluğun adını beyaz güvercin kanadına aşk mührü
ateşle yazalım. Yazgılarımız, beyazın teninde al olan kuşun, kurban ayininde
kilitleyelim gönül kapımızı nankörden olma muhabbete.
İşlemesin içeri toz zerreciğinde yüklü ayrılığın
kum saati.
İşlemesin gönül kapıma adından başkası gayrı.
Gaip olan ses, yitikliğime ses ver ötelerden.
Bu başıboşluk nicedir içimi dolduran yara.
Kördüğümden acılar. Baht mı kara, yoksa haram mıdır
aydınlıklar! Saatler yalnızlığımın hangi dakikalarını dövmekte bir
bilsen? Belki beni, belki yalnızlığımı o vakit severdin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder