Biz bir incir çekirdeği idik,
Bir ağustos böceği.
Sıvasız evler gibiydik,
İlk günden beri.
Ne dünyada duracaktık,
Ne dolduracaktık evreni!
Ağaç gölgesinde konaklayıp
Dönecektik geri.
Unuttuk beton yığınlar arasında,
Geldiğimiz yeri.
Kahramanımız Ali,
Kalemiz Hayber'ken,
Derdimiz Hüseyin,
Ay'ımız Muharrem'ken,
Kurdun, kuşun, yetimin,
Hakkına tohum ekerken,
Kalbimiz ülkemizin dağı kadarken,
Dilce susup her daim,
Kalpten severken,
Yaşarken korkulu,
Yaşarken ürkek,
Korkardık karınca yuvasından geçerken!
Evimiz ahşap,
Mabedimiz mermerken,
Her kalpte yerimiz vardı,
Her cana kalbimiz.
Güzeldik yaşatmak için,
Güzel ölürken!
Bir çocuk, pir çocuk,
Elleri düşten güzel!
Sana ölümü değil cenneti getirdi kurşun,
Sana deniz değil Kevser'di dalgalar!
Süte su kattığımızı söyledi ölümün bize,
Çocukları ninelere değil kreşe bıraktığımızı,
Kerbela'ya değil Washington'a
döndüğümüzü,
Muharrem'i değil milenyumu andığımızı,
Ciple cepheyi yer değiştirdiğimizi,
Canlı yayın ölüleri olduğumuzu,
Bülbülü eti için avladığımızı,
Namazın bizi mümin kılmadığını,
Orucun bizi tutmadığını,
Bir tekasür bineğinde doludizgin,
Önce kalbimiz katılaştı,
Sonra sözlerimiz çoğaldı.
Yağmurlar küstü bize,
Turnalar dargın göğümüze!
Hem yaşamaklarımız,
Hem ölümlerimiz,
Leş ve karga meseli,
Öpmeye temiz dudak yok o yumuk elleri!
Yaşadığımız ve var olduğumuza dair rivayetler,
Bir sanrıdan ibaret!
Ne titreyen var ne kendine dönen,
Kopacak tutunduğumuz dal,
Vatan tuttuk dağı taşı,
Kalbi rehin verdik das Kapital'e,
Evet ölümden önceki hâl,
Yazıklar olsun bize!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder