Hatırat-Günlük
Nedir suçum ne günahım
Göğe yükseldi feryadım
Haksız yere sürgün oldum
Yakar sizi benim ahım
Teyfik Karadaş
Kamu kurumlarında çalışan işçiler ve memurların o bölgedeki görev süreleri dolmadan ve kendi istekleri dışında atamaya yetkili amirler tarafından yasal ölçüler dahilinde görev yeleri değiştirilebilir. Memurların ve işçilerin istekleri dışında görev yeri değişikleri yasal bir işlem olsa bile bu işlemin kamu çalışanları arasındaki adı sürgündür. Sürgün cezası memurların hayatında derin izler bırakan sevilmeyen bir durumdur. Devlet hayatımızda kurum içi, il dışı gibi sürgün cezaları olduğu gibi yurt dışına sürgüne gönderilen memurların varlığına da tanıklık etmekteyiz. Ben de bugün sizlere memuriyet hayatımda yaşamış olduğum bir sürgün olayını anlatmaya çalışacağım.
Üniversiteden mezun olduktan sonra 1989 yılında öğretmen olarak göreve başladım. On iki yıl süreyle Niğde, Van ve Adıyaman illerimizde Millî Eğitim Bakanlığına bağlı çeşitli okullarda öğretmen ve eğitim yöneticisi olarak göre yaptım. Bu süreçte kaymakamlıktan cumhurbaşkanlığına kadar birçok makamdan teşekkür, takdir, aylıkla ödül ve başarı belgesi gibi çeşitli ödüller verilerek taltif edildim. Çok iyi sicilden iki defa kademe aldım. Bir kez bir öğrenci velisinin asılsız şikâyeti yüzünden soruşturma geçirdim ama disiplin cezası almadım. Hayatı başarılarla dolu bir fert bir memur olarak bir gün gelip sürgün cezasına çarpılacağımı rüyamda görsem inanmazdım.
2001 yılında kurumlar arası nakil yoluyla Gölbaşı Meslek Yüksekokuluna Yüksekokul Sekreteri olarak atandım. Yüksekokul sekreteri olarak göreve başladığım zaman Gölbaşı Meslek Yüksekokulu Gaziantep Üniversitesine bağlıydı. 2006 yılında çıkartılan Adıyaman Üniversitesi kuruluş kanunuyla birlikte Gölbaşı Meslek Yüksekokulu Adıyaman Üniversitesi'ne bağlandı.
Gölbaşı Meslek Yüksekokulunda 2001 yılından 2006 yılına kadar geçen beş yıllık süreçte üç müdür ve iki rektör ile çalıştım. Bu beş yıllık süreçte ne yüksekokul müdürlerimle, ne de rektörlerimle bir sorun yaşamadım. Sorun yaşamadığım gibi üniversitede en üst seviyede sevgi ve saygı gören ender kişilerden biriydim. Gölbaşı ve Besni Meslek Yüksekokulu'nda ders okuttum. Gölbaşı İlce Sınav Merkezi Yönetici Yardımcılığı görevini yürüttüm. Amiyane tabirle amirlerim tarafından el üstünde tutulan bir insandım. Gölbaşı İlçe Protokol üyelerinin tamamı da bana eksiksiz olarak sevgi ve saygı gösterir, hürmet ederlerdi. Gölbaşı halkının tamamıyla muhabbetim vardı.
Adıyaman Üniversitesi kurulduktan sonra İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu belli bir süre tedviren Adıyaman Üniversitesi Rektörlüğünü yürüttü. O dönemde de bir sorun yaşamadım. 2007 yılının mayıs ayında Prof. Dr. Mustafa Gündüz Adıyaman Üniversitesi Rektörü olarak atandı. Mustafa Gündüz’ün rektör olarak atanmasına memleket adına çok sevindim. Gölbaşı’lı olduğu için memlekete yardımı olur diye tahmin ettim. Kendisini tanımıyordum ama kardeşleriyle dostluğum arkadaşlığım vardı. Anasının eviyle benim oturduğum ev arasında sadece üç ev vardı. Üniversitede bir sorun yaşasam rektöre kardeşleri vasıtasıyla ulaşırım diye de düşündüğümü hatırlıyorum. Ben böyle düşünürken Mustafa Gündüz Rektörlüğe başladıktan kısa bir süre sonra benim huzurum kaçmaya başladı. Rektörün benimle ilgili olumsuz görüşleri olduğunu duymaya başladım. Huzurum kaçtı ama o günkü Yüksekokul Müdürüm Prof. Dr. İrfan Şiap arkamda karlı dağ gibi durdu. Beni kurda kuşa yem etmedi. İrfan Şiap bana sahip çıktı ama kendisinin de morali bozulmaya, huzuru kaçmaya başladı. Adıyaman Üniversitesi kurulurken gecesini gündüzüne katarak çalışan İrfan Şiap 2009 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi'ne gitti.
İrfan Şiap’ın görevden ayrıldığı gün Adıyaman Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim elamanlarından Yrd. Doç. Dr. Fikret Mazı bizim okula müdür olarak atandı. Fikret Mazı’nın müdür olarak atanmasına en çok ben sevindim. Kendisiyle yakinen tanışıyorduk. Hemşerimdi. Babası Kahramanmaraş Belediye çarşısında esnaftı. Kendisini 2007 yılında tanısam bile babasını seksenli yıllardan beri tanırdım. Temiz insandı. Fikret Mazı’nın evi Kahramanmaraş’taydı. Maraş’a kıymetli hemşerim İdari İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatih Doğanoğlu Beyle birlikte gidiş geliş yapıyorlardı. Adıyaman’dan Kahramanmaraş’a gidip-gelirken yanıma uğralar birlikte çay kahve içer muhabbet ederdik. Bu nedenle Fikret Mazı’nın Gölbaşı Meslek Yüksekokuluna müdür olarak atanması benim için önemli bir şanstı.
Fikret Mazı bizim okula haftada bir gün göreve geliyordu. Göreve geldiği günlerde de genel olarak doçentlik dosyasını tanzim etmekle uğraşıyordu. İlişkilerimiz iyiydi ama bir iki kez benim ilçe protokol üyeleri tarafından çok fazla saygınlık görmemden dolayı huzursuz olduğu hisseder gibi oldum. Hisseder gibi oldum lakin ben yanlış anlamışım Fikret Hoca benden rahatsız olmaz diye düşündüm. Bu düşüncemi kimse ile de paylaşmadım zaten. Fikret Mazı müdürlüğe başladıktan kısa bir süre sonra tepemde kavak yelleri esmeye, başımda karakuşlar uçmaya başladı. Fikret Hoca ile idari konularda aramızda bazı anlaşmazlıklar yaşandı. Bu anlaşmazlıkları da kimseye hissettirmedim. Zaman su gibi akıp gidiyor, Fikret Hoca ile dostluğumuz devam ediyordu.
Fikret Hoca göreve başlayalı beş altı ay kadar zaman olmuş. Takvimler 2010 yılının ocak ayını gösteriyordu. Yüksekokul Müdürümüz Fikret Mazı Beyin olmadığı bir gün Rektör Yardımcısı Atike Hanım ile Genel Sekreter Vekili Gökhan Bey bizim okula geldi. Teamüllere aykırı bir şekilde temizlik işçileriyle gizli bir toplantı yaptılar. Onlar işçilerle toplantı yaparken onları Gölbaşına getiren şoför Mahmut yanıma gelerek “Teyfik Abi bunlar Adıyaman’dan Gölbaşı’na gelinceye kadar senin hakkında şifreli bir şeyler konuştular fakat ne konuştuklarını anlayamadım. İnşallah başına bir çorap örmezler” dedi. İşçilerle toplantıları bitince okuldan çekip gittiler. Şoförün anlattıkları ve okuldaki tavırlarını birlikte değerlendiğimizde şahsımla ilgili olumsuz bir durum olacağı anlaşılıyordu. Ben kadere inanan bir insan olduğum için “Allah’ın dediği olur” diyerek bu durumu pek umursamadım. “İp inceldiği yerden kopsun” dedim.
Rektör Yardımcısı Atike Hanım ile Genel Sekreter Gökhan Bey’in bizim okulu ziyaretlerinden birkaç gün sora 27 Ocak 2010 Çarşamba günü okulun Rektörlükteki işlerini takip etmek üzere resmi araçla Adıyaman’a gitmiştim. Adıyaman’da işleri tamamladım. Dönerken Müdürümüz Fikret Beyle birlikte dönecektik. Adıyaman’dan dönmeden önce şoför Hüsamettin Yalçınkaya’ya “Yazı İşlerine çık. Bizim okula yazı varsa alda gel” dedim. Ben arabanın içinde beklemeye başladım. Hüsamettin Bey Rektörlük binasına girdikten beş dakika sonra dışarı çıktı. Arabanın olduğu yöne doğru yürürken elindeki bir yazıyı dikkatlice okuduğunu fark ettim. Okuduğu bu yazıyı arabaya gelinceye kadar elli metrelik mesafede duraklayarak üç kez okudu. Ben Hüsamettin Bey arabaya gelmeden önce anormal bir durum olduğunu anladım ama durumun ne olduğuna karar veremedim.
Hüsamettin arabaya binmeden ben arabadan indim. Hüsamettin Bey” Hocam bu neyin nesi. Seni bizim okuldan almışlar. Teknoloji Fakültesine görevlendirmişler” dedi. Hüsamettin’in ağzından çıkan sözler bitmeden gözlerimin önü karardı. Tüm Adıyaman’ı karanlık görmeye başladım. Moralim birdenbire alt üst oldu. Ancak “Hüsamettin Bey hayırlısı olsun inşallah kardeşim” diyebildim. Ocak ayının soğuğundan üşümeyen bedenim birdenbire titremeye başladı. Daha ben arabaya binmeden telefonum çaldı. Baktım arayan can dostum İbrahim Sağlam’dı. İbrahim Bey benim hemşerim, üniversiteden ev ve okul arkadaşımdı. O zaman Gölbaşı İlçe Tarım Müdürü olarak görev yapıyordu.
Alo İbrahim Bey dedim.
Seni Gölbaşından sürgün etmişler. Haberin var mı? Dedi.
Bir dakika önce haberim oldu dedim.
Sen şimdi neredesin dedi
Adıyaman’dayım dedim
Sen Adıyaman’dan ayrılma. Biz Mehmet Bey’le Adıyaman’a geliyoruz. Sen bizi Dibek Kafede bekle dedi.
Mehmet Bey Gölbaşı İlçe Tarım Müdürlüğünde ziraat mühendisi olarak çalışıyordu. İbrahim Bey ve benim yakın arkadaşımızdı. Can, mal ve namus güvenilebilecek değerli bir insandı. Dostunun dostu, düşmanın düşmanıydı. Aynı zamanda Rektör Mustafa Bey’in küçük kardeşiydi. Ben İbrahim Bey ile telefon görüşmem bitince şoför Hüsamettin Bey’e “Sen müdürü fakülteden al. Gölbaşı’na git. Ben burada kalacağım” dedim. Ben Rektörlüğün karşı tarafında faaliyet gösteren Dibek Kafeye giderek köşedeki bir masaya oturdum. Masada oturup arkadaşları beklerken dakikalar saatler geçmek bilmiyordu. Benim sıkıntımı artırmak için sanki saatlerin akrepleri ve yelkovanları yerinde sayıyordu. Ben orada beklediğim iki saatlik sürede kaç bardak çay kaç tane sigara içtim bilemiyorum. Kendimi tutsam da gözlerime yaşlar doluyordu. Gözlerimden akan yaşı yad ellerde kimseler görmesin diye peçeteyle siliyor, ıslattığım peçeteleri kendi ellerimle çöp kutusuna atıyordum. Saatin yediye yaklaştığı bir anda İbrahim Bey ile Mehmet Bey bir Hızır gibi kafenin ana kapısından içeri girerek yanıma geldiler.
Ben kafede beklediğim iki saatlik süre içerisinde Mehmet Bey’in bu sürgünü mutlaka durduracağını hayal etmiştim. İbrahim ile Mehmet masaya oturup hoş beş faslı bittikten sonra Mehmet Bey “Tayınını durdururum umuduyla gelmiştim ama tayinini şimdi durduramadım kardeş” diye yaşlı gözlerle bana sarılınca kafenin çatısı adeta üzerime yıkıldı. O buz gibi havada sırtımdan soğuk terler akmaya başladı. Bu üzüntülü halimi arkadaşlara hissettirmek istemesem de vücudum freni patlamış kamyon gibi irademin dışında hareket etmeye başladı. Bazen gözümden yaş geliyor bazen gayri ihtiyari olarak kendi kendime gülüyordum. Refleksimi kontrol edemez oldum. Psikolojim iyice bozuldu. Mehmet Gündüz Rektörlükteki genel sekreter ve abisiyle yaptığı görüşmeleri bana başından sonuna kadar harfi harfine eksiksiz olarak anlattı ama etik olmayacağı düşüncesiyle ben bu konuya girmek istemiyorum.
Dibek Kafede İbrahim Bey, Mehmet Bey ve ben birlikte akşam yemeğimizi yedik. Yemek yerken elim titriyor, elimdeki çatalı tutmakta zorlanıyordum. Yediğim yemek ağzıma giriyor, burnumdan mı çıkıyor bilemiyordum. Yemeğimizi yedikten sonra derhal Gölbaşı’na hareket ettik. Normalde kırk dakika süren Adıyaman Gölbaşı yolu o gün bitmek bilmedi. Yolculuk esnasında zihnimden geçen senaryoları kayıt etme imkânı olsa kapalı gişe oynayan en az beş tane film çekilirdi. Yolculuktaki gündemimiz yine benim sürgünümdü ama benim zihnimden farklı şeyler geçiyordu. Allah razı olsun İbrahim Sağlam ve Mehmet Gündüz benim sürgünüme benden fazla üzülüyorlardı.
Yolculuk bitip Gölbaşına varınca arabam orada olduğu için doğruca Meslek Yüksekokuluna gittik. Yüksekokul Müdürünün odasının ışığı yanık olduğu için hep birlikte Fikret Beyin yanına çıktık. İbrahim ve Mehmet müdür beyle hoş beş edip hâl hatır sorduktan sonra ayrıldılar. Ben okulda kaldım. Fikret Bey benim atamam konusunda bilgisinin olmadığını ve kendisinin bu nedenle müdürlük görevinden istifa etmesi gerektiğini söyledi. Ben de “Müdürüm sen istifa etme. İnşallah ben bu tayını durdururum” dedim. Yüksekokul müdürünün bilgisi olmadan yüksekokul sekreterinin görev yerinin değiştirilmesini çok manidar buldum. Sizce de öyle değil mi? Müdür Beye bir hasta sevk belgesi imzalatarak okuldan ayrıldım.
Eve vardığımdaki haleti ruhiye mi anlatmaya hiç gerek yok. Çocuklar uyuyuncaya kadar vaziyeti idare ettim. Çocuklar uyuduktan sonra Adıyaman’a sürgün olduğumu eşime söyledim. Eşim gayet metanetli bir şekilde “Allaha şükür hırsızlık yapmadın. Yolsuzluk yapmadın. Alnın açık. Yüzün pak. Bir şey olmaz gider gelirsin” diyerek beni teselli etmeye başladı. Her şeye rağmen gözüme uyku girmedi. O gece bir dakika bile uyuyamadım.
Görev belgesini tebellüğ etmemek için sabahleyin 20 gün istirahat raporu alıp okul idaresine teslim ettim. Benim Adıyaman’a sürgün edilmemem sabahleyin erkenden Gölbaşı’nın her yerinde manşet haber olarak duyuldu. Bu habere ilçe halkının çoğunluğu üzülse bile, sevinenlerde olmuştur elbette. Dışarıdan baktığın zaman benim atamam ilçeden ile, yüksekokuldan fakülteye olduğu için terfi gibi görünse de benim ve sevenlerimin penceresinden sürgün sayılıyordu. Ben istirahatli olunca ailemi ziyaret etmek ve Aksu Televizyonunda yayınlanan Ne Var Ne Yok programına katılmak için memleketim Kahramanmaraş’a gittim. Benim sürgünümden iki gün sonra Öğretim görevlisi Mustafa Kahraman ile Yardımcı Doçent Doktor Osman Atay’da Adıyaman’a gönderildiğini duydum.
Ben memlekette iken tayinimi durdurmak için adeta bütün Gölbaşı halkı topyekûn seferberlik ilan etmiş. Bana dahi haber vermeden Gölbaşı Kaymakamı Bünyamin Yıldız ve Belediye Başkanı Yusuf Özdemir Rektör Beyin ziyaretine gitmişler. Rektör Bey Gölbaşılı olunca hafta sonu ilçeye geldiğinde akrabaları arkadaşları ricacı olmuşlar. Okulun bütün öğrencileri benim göreve dönmem için imza toplayıp bir dilekçe ekinde Rektörlüğe göndermişler. Herkes karınca misali bir mücadele vermiş. Ben bu gelişmelerden belli bir zaman sonra haberdar oldum. Bu faaliyetlere katkı sağlayan ve benim için dua eden herkesten Allah razı olsun. Bu konuda şirin Gölbaşının kadirşinas halkının tamamına mütemadiyen müteşekkirim.
Yirmi günlük istirahat raporu bitti ama gösterilen bütün gayrete rağmen benim tayınım, benim sürgünüm bir türlü durdurulamadı. Ancak Belediye Başkanı Yusuf Özdemir abiye Rektör Beyin “İmzamın mürekkebi kuruduğu zaman göndereceğim” demesi azda olsa içimi rahatlattı. İstirahat iznimin bittiği gün Gölbaşı Meslek Yüksekokulu'na gidip ilişiğimi keserek Adıyaman’a hareket ettim. Gölbaşından çıkıp Adıyaman’a giderken Yarbaşı köyüne vardığımda içim burkuldu. Kuz Dağı üzerime doğru yürümeye başladı. Arabam bile Çöplüden başlayıp Burunçayır köyüne doğru giden iniş yolda Dokuz Dolambacın rampasını çıkmışçasına zorlanıyordu. Her hafta en az iki defa Adıyaman’a gittiğim araba uzun ve geniş araçlar gibi karayolundaki kendi şeridine sığmıyordu. Şambayat Kasabasından geçerken marketin önünde durup aldığım sigaralar vücudumu rahatlatmak için eczanede satılan haplardan daha etkiliydi. Göksu Irmağı üzerindeki sırat gibi ince ve uzun köprüyü çekerken yolun tek şeride düşmesi Şartellerimi attırmaya yetiyordu. Çimento fabrikasının yanından geçerken yükselen toz tabakasını anlatmaya gerek yok. Üniversite Yerleşkesinin Gölbaşından gelen yolun girişinde olması önemli bir avantajdı. Yerleşke Nizamiyesinde nöbet tutan güvenlikçilerden Teknoloji Fakültesi faaliyetlerini Sağlık yüksekokulunun binasında sürdürdüğünü öğrendim. Hafif bir U dönüşüyle fakülte binasına vardım. Dekan Bey yerinde olmadığını öğrenince Sağlık Yüksekokulu Sekreteri Mustafa Çetin Beyin odasına giderek Dekan Beyin gelmesini bekledim. Özel Kalem Sekreteri Dekan Beyin geldiğini haber verince Dekan Beyin odasına girdim.
Dekan Beyi daha önce hiç görmediğim için kapıdan içeri girerken kısa künye yapan asker edasıyla kendimi tanıttım. Dekan Beyde bana kendisini tanıttı. Dekan Profesör Doktor Turan Koyuncu Bey Efendi bir insanmış. Kendisi Malatya-Erguvanlıymış. Bana çok nezaketli davrandı. Ben varmadan dersini iyi çalışmış benimle ilgili her şeyi öğrenmişti zaten. Bana” Gölbaşı’n da ne yaşanmış beni alakadar etmez. Burada senin amirin benim. Benden başka kimse sana karışamaz. Göreve yetişeceğim diye hız yapma. Geç gel. Erken git. Burada da kalıcı değilsin zaten. Rektör Beyle görüştüm. Yakın zamanda Gölbaşı’na gidersin inşallah dedi. Dekan Beyin bana göstermiş olduğu yakın ilgiden ve samimi tavırlarından fevkalade memnun olduğumu söylemezsem haksızlık yapmış olurum.
Dekan Beyin odasından çıkınca binanın üçüncü katında benim oturmam için tahsis edilen odaya gittim. Odada Yapı İşleri Teknik Daire Başkanlığından gönderilmiş, kızağa alınmış mimar Aysel Hanım’ da vardı. Birlikte aynı odada oturacaktık. Aysel Hanım aklı başında oturaklı bir insandı. Adıyaman’ın yerli eşrafından tanınmış bir ailenin kızıydı. İçeri girdim kendimi tanıttım. Aysel Hanım’da kendisini tanıtarak sizinle aynı kaderi paylaşıyoruz hocam dedi.
Adıyaman’a bir ay kadar gittim geldim. Bu bir aylık süreçte Dekan Beyin yapmış olduğu güneş enerjisiyle çalışan taksi ve minibüse yedek parçalar aldık. İşleri Sağlık Yüksekokulu Sekreteri Mustafa Çetin Bey yürütüyor, bana sade imza atma işi kalıyordu. Fazla bir iş yoktu zaten. Fakültede bir dekan, bir mühür ve bir de ben vardım. Fakülte yeni kurulduğu için henüz ne bir tane öğrencisi ne de bir tane çalışanı vardı. Dolasıyla iş yoğunluğu azdı. İş konusunda bir sıkıntı yaşamadım ama manevi yönden hayali hüsrana uğradığım anlar oldu. Hiç beklemediğim insanlar bana destek olmak amacıyla hayırlı olsun ziyaretine gelirken dost sandığım insanlar Rektör görürde bize de zarar verir düşüncesiyle benimle karşılaşmamak için yollarını değiştirdiler. Hiç beklemediğim insanlar da beni en lüks mekanlara öğle yemeğine götürüp ağırladılar. Para ihtiyacımın olup olmadığını sordular. Ben Gölbaşında çalışırken önümde ceket düğmeleyen bazı çalışanların aleyhimde dedi kodular yaptıklarını duyunca nasıl üzüldüğümü ifade edecek kelime bulamıyorum. O gündeki iyiliği de kötülüğü de aradan yıllar geçse de unutamıyor insan. O bir aylık süreçte çalışma arkadaşlarım arasından gerçek dostlarımın kimler olduğunu öğrendim. Yalaka taklacı ve fırsatçı insanların kimler olduğuna tanıklık ettim. Bu bir aylık sürgün hayatım için ilk günlerde tarifi mümkün olmayacak seviyede üzülsem bile sonradan çok önemli kazanımlar elde ettiğimin farkına vardım. Bu kazanımların ne kadar önemli olduğunu yaşamayan insanların yeterince anlaması mümkün değildir.
Ben Adıyaman’da göreve başlayalı bir ay olmuştu. Yol kenarındaki bademler çiçek açmış, yola yakın tarlalardaki ekinler bir karış kadar yükselmişti. Benim sinirlerim yatışmış, öfkem inmişti. O sabah Gölbaşı’ndan hareket edip Adıyaman istikametine doğru giderken Atmalı Köyüne vardığımda telefonum çaldı. Arabayı sağa çekip durdum. Arayan numara Rektörlük Özel Kaleminin numarasıydı. Telefonu açtım. “Alo buyurun. Teyfik Karadaş Teknoloji Fakültesi Sekreteri” dedim. Rektörün özel kalemi olan hanım efendi “Hocam Rektör Bey sizi makama bekliyor” dedi. Ben de “Yirmi dakika içerisinde orada olurum” diyerek telefonu kapattım. Keçeyi suya atıp üste çıkan yere bir taş koyduğum için Rektör Beyin bu daveti negatif veya pozitif olarak ruhumda bir heyecan yaratmadı. Kıyafetim düzgün, sakal tıraşım yeniydi. Yine de Adıyaman’dan Kâhta’ya gönderecek olsa zaten makama çağırmaz dedim. İnşallah hayırlı bir iş için çağırmıştır düşüncesi zihnimde ağırlık kazandı.
Rektörlük binasının önüne varıp arabamı park ettim. Makama çıktım. Özel kalem görevlileri beni bekletmeden içeri aldı. İçeri girip kapıyı kapattıktan sonra “Sayın Rektörüm beni emretmişsiniz buyurun efendim” dedim. Tabi Rektör Bey bu sürgün konusundan benim ne kadar üzgün olduğumdan kısmen de olsa haberdardı. Eliyle yer gösterip “Buyur Teyfik Bey otur” dedi. Ben oturduktan sonra çay söyledi. Benimle ilgili olarak “Sizinle ilgili olarak yanıltıldım. Hakkınızı helal edin. Bugün sizi tekrar Gölbaşına gönderiyorum. Kaldığınız yerden devam edin. Ben Rektör olduğum müddetçe artık size kimse dokunamaz” dedi. Ben de “Sayın Rektörüm teşekkür ederim” dedim ve makamdan ayrıldım.
Personel Daire Başkanlığına geçtim. Rektör Beyin talimatı üzerine memurlar acele olarak görevlendirmemin iptali hususundaki yazıyı hazırlayıp ilgililerin parafına sundular. O gün Personel Daire Başkanı Filiz Hanım izinde olduğu için yerine vekalet eden hanım efendi “Yarın Filiz Hanım paraflasın” diyerek benim yazımı paraflamadı. Ben de kendi gururuma yedirip konuyu Rektör Beye intikal ettirmedim. Onay yazım bir gün geç çıktı. İlişiğimi kesmek için Adıyaman’a bir gün daha gittim. O bir gün fazladan gitmek bir ay gidip gelmekten daha zor geldi bana. (Benim sürgünümü bir gün daha uzatmak için yazımı paraflamayan hanım efendi bir yıl sonra benim yanıma sürgün edildi. Ben kendisine, kendisinin bana davrandığı gibi davranmadım.) Olur çıktığı için Teknoloji Fakültesinden ilişiğimi kestim. Dekan Bey başta olmak üzere bütün çalışma arkadaşlarımla vedalaşarak Adıyaman’dan ayrıldım. Aynı gün Gölbaşı Meslek Yüksekokulundaki görevime başladım.
Kırılan camın kaynak tutmadığı gibi benim gönül kırgınlığımda bir türlü düzelmedi. Okulu bahçesinde bir amele gibi çalışırken, kendi çabalarımla Yüksekokula halkın desteğini sağlarken böyle bir sürgüne reva görülmem kuvveyi maneviye mi bozdu. Bir yıl sonra Rektör değişti. Beni sürgün edenlerden kimse ortalıkta kalmadı gönlümde açılan bu yara bir türlü baş tutmadı. Yeni gelen Rektör Rektörlükte çalışmam için daha üst seviyede görev teklifinde bulundu ama onu da kabul etmedim. 2012 yılının başında ailevi mazeretlerim nedeniyle kurum değiştirerek memleketim Kahramanmaraş’ta faaliyet gösteren Sütçü İmam Üniversitesindeki farklı bir göreve atandım.
Gölbaşı Meslek Yüksekokulunda çalışırken Adıyaman’a sürgün olduğum dönemde benden maddi manevi desteklerini esirmeyen Kaymakam Bünyamin Yıldız, Belediye Başkanı Yusuf Özdemir, Tarım Müdürü İbrahim Sağlam, Ziraat Mühendisi Mehmet Gündüz başta olmak üzere Gölbaşı Meslek Yüksekokulunun bütün çalışan ve öğrencilerine, Şirin Gölbaşının kadirşinas halkına ve ismini zikredemediğim bütün dostlara teşekkür etmeyi vicdani bir sorumluluk olarak bilirim. Sürgünüme imza atan amirlerime hakkımı helal ediyorum ancak; benim hakkımda Rektör Beye yalan yanlış bilgiler vererek, iftiralar atarak sürgünüme vesile olan kişi veya kişilerle adaleti dünyada olmasa bile adaleti Kübra da hesaplaşmak istiyorum
Hikayeme Henry Fielding’in “İftira, kılıçtan daha keskin bir silahtır, çünkü iftiranın açtığı yaralar hiç kapanmaz” sözleriyle son veriyorum.
Kalın sağlıcakla