MÜBALAĞALI BİR GÜREŞ HATIRASI / Teyfik KARADAŞ

 


Belli kurallar içinde güç kullanarak iki kişinin çeşitli oyunlarla birbirlerinin sırtını yere getirmeye çalışmasına güreş denir. Güreş Türkler tarafından icat edilmiş bir spor dalıdır. Güreşin serbest güreş, grekoromen güreş, karakucak güreşi, yağlı güreş, aba güreşi, şalvar güreşi, deve güreşi, bilek güreşi gibi birçok çeşidi bulunmaktadır. Güreş sporu genellikle minikler, yıldızlar, gençler ve büyükler olmak üzere dört kategoride icra edilmektedir. Her çeşit güreşin ve her türlü klasmanın kural ve kaidesi farklıdır. Örneğin serbest güreş yapan kişi müsabaka sırasında mayo giyerken, karakucak güreşi yapan kişi kispet giyer. Serbest güreş kapalı spor salonlarında minder üzerinde icra edilirken, karakucak güreşi açık alandaki çim sahalarda gerçekleştirilir. Güreş yapan kişiler halk arasında pehlivan ünvanlıyla anılırlar. Dünya spor tarihini incelediğimiz zaman Türk milletin bağrından Koca Yusuf, Kurtdereli Mehmet Pehlivan, Kel Ali Ço, Ahmet Ayık gibi adını tarihe altın harflerle yazdırmış nice pehlivanların çıktığını görürüz.

Bende çocuk iken köy düğünlerinde, lisede okurken okul takımında güreş yaptım. Kısa süren sporculuk hayatımda bazen yendim, bazen yenildim. Katıldığım güreş müsabakalarında ulusal ve uluslararası seviyelerde başarı kazanamasam bile il ve bölge şampiyonalarında çeşitli dereceler elde ederek okul takımımızın ulusal müsabakalara girmesi için gereken puana azda olsa katkı sağladım. En azından ağır sıklet bir insan olarak okul takımındaki sporcu sayısını tamamladım. En önemlisi de sporcu ahlakı kazandım. Güreş sporu nedeniyle çocuk denecek yaşta ülkemizin birçok şehrini gezdim dolaştım. Ülkemizin değişik şehirlerinden gelen sporcularla arkadaşlıklar kurdum, dostluklar edindim. Güreş yapmam nedenliye lisede arkadaşlarım bana “Pehlivan” diye hitap etmeye başladı. Üniversiteye gittim, pehlivanlık yaftası beni yine bırakmadı. Erciş’te öğretmen olarak göreve başladım. Erciş’te pehlivanlık unvanımın yanına birde hocalık unvanı eklendi. Hocalık unvanı da eklenince İşin merhalesi iyice arttı. Çalıştığım okulda, Milli Eğitim Müdürlüğünde, çarşıda, pazarda kısacası Erciş’in her yerinde “Pehlivan Hoca” olarak anılmaya başladım. İlçede görev yaptığım okulun çalışanları haricinde adımın Teyfik olduğunu kimse bilmezdi ama Pehlivan Hoca denildiğinde kocaman Erciş ilçesinin bütün halkı beni tanırdı. Pehlivan Hoca diye anılmaktan hiç rahatsız olmazdım. Rahatsız olmadığım gibi bilakis kendi kendimle gurur duydum. Serhat şehrimiz Van ilimizin Emrah ile Selvi’nin diyarı güzel Erciş’in güzel insanları beni Pehlivan Hoca olarak bağrına bastı. Bende onlara hiçbir zaman saygıda kusur etmedim.

 Erciş’ten tayınım sahabeler diyarı kadim şehir Adıyaman’ın şirin ilçesi Gölbaşı’na çıktı. Gölbaşı ilçesinde göreve başlarsam taşımakla iftihar ettiğim ve kimi zaman da taşımakta zorlandığım Pehlivan Hoca etiketinden kurtulurum diye umut ediyordum. İş hiç umduğum gibi olmadı. İlçeye ilk adım attığım gün zamanın Gölbaşı Kaymakamı Turan Çuhadar Bey beni ilçe protokol üyelerinin eksiksiz olarak hazır bulunduğu bir ortamda Pehlivan Hoca olarak tanıtmaz mı? Sırtımdan silinir diye düşündüğüm Pehlivan Hoca yaftası silinmeyecek şekilde sırtıma iyice yapıştı. Milli Eğitim Müdürü Ali Kuşağlı ve Mal Müdürü Mehmet Yavaş başta olmak üzere bütün ilçe müdürleri beni nerde görseler Pehlivan Hoca diye ünlemeye başladılar. Onlardan çalıştığım okulun müdürü Ali Kaya ve okulun öğretmenleri duydu. Öğretmenlerden öğrenciler duydu. Kısa süre içinde namımı ilçede ve görev yaptığım Belören beldesinde duymayan kalmadı.

Belören beldesinde yedi yıl görev yaptım. Belören’ de görev yaparken Gölbaşı ilçe merkezinde oturuyordum. Bu süreçte Pehlivan Hoca unvanım yine adımın önüne geçti. Öyle ki okulda müdür yardımcı olarak yapıyordum. Odamın giriş kapısında Müdür Yardımcısı Teyfik KARADAŞ diye isim levhası vardı ama iş icabı yanıma gelen öğrenciler bile bana Pehlivan Hocam diye hitap ediyorlardı. Aradan otuz yıldan fazla zaman geçtiği halde Belören beldesinde namım Pehlivan Hoca olarak nesilden nesile aktarılıyor.

Yedi yıl Belören İlköğretim Okulunda Müdür Yardımcısı olarak görev yaptıktan sonra kurumlar arası nakil yoluyla Gaziantep Üniversitesi Gölbaşı Meslek Yüksekokuluna Yüksekokul Sekreteri olarak atandım. Yüksekokul Gölbaşında olunca Pehlivan Hoca namım doğal olarak Yüksekokula aktarılmış oldu. Gölbaşı Meslek Yüksekokulunun öğretim elamanları vasıtasıyla Pehlivan Hoca olarak binen namım Gaziantep Üniversitesinin her yerinde duyuldu. Gaziantep Üniversitesi Rektörü Profesör Doktor Hüseyin Filiz’den tutun Döner Sermaye İşletme Müdürü Sabri Yıldız’a kadar herkes bana Pehlivan diye hitap etmeye başladı.

Yüksekokul Müdürü Murat Karahan Bey ve ben haftada bir gün Gölbaşı’ndan Gaziantep’e giderdik. Murat Bey senato toplantısına katılır, bende okulumuzun idari işlerini takip ederdim. İdari işlerimizin yürütülmesinde en fazla Gaziantep Üniversitesinde görev yapan daire başkanlarıyla muhatap olurdum. Üniversitedeki sekiz daire başkanının sekizi ile de görüşüp tanışırdım ama daha çok maaş ve ek ders ücretlerinin ödenmesi için Bütçe Daire Başkanı Hüseyin Akay ile sarf malzemelerinin tedariki için İdari ve Mali İşler Daire Başkanı Halit Kankaya ile yemekhane ve yurdun ihtiyaçları için Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanı Mehmet Sayar ve okul binamızın onarımı için Yapı İşleri Daire Başkanı Cevdet Er Leblebici’nin kapısını çalardım. Onlarda Gölbaşı’na taşra gözüyle baktıkları için işlerimizin hızlı şekilde çözülmesine katkı sağlarlardı. Görevimin doğası gereği ayağımın biri Gölbaşı’nda biri Gaziantep’teydi.

Gaziantep Üniversitesinin çalışanları da Pehlivan namıma hürmette kusur etmezlerdi. Bana üniversite tabldotundan yemek yedirmezler çarşıdaki lokantalarda öğle yemeği ikram edip ağırlarlardı. Aylarımız yıllarımız Gölbaşı’ndan Gaziantep’e uzanan bir gönül köprüsü üzerinde gelip geçerdi.

Bir cuma günü öğleden sonra camiden gelmenin manevi huzuru içerisinde odamda oturmuş çayımı yudumluyordum. Elimde sigara olup olmadığını hatırlamıyorum. Telefon çaldı. Ahizeyi kaldırdım. Karşımdaki insan Bütçe Daire Başkanı Hüseyin Akay Abiydi. Hüseyin Abi beni çok sever sayardı ama telefonla pek aramazdı. Yaptığımız işlemlerde hata olursa bütçe dairesinin memurları bizim muhasebe memurlarını ararlar istişare ederek gerekli düzeltmeleri yaparlardı. İlk anda Hüseyin Abinin beni araması pek hayra alamet değildir diye düşündüm. Hüseyin Abiye “Alo buyur Abi” dedim. Hüseyin Abide bana “Pehlivan kardeşim sen Gaziantep’e ne zaman geleceksin” dedi. Bende “Abi pazartesi günü saat on ikide orada olurum. Hayrola” dedim. Hüseyin Abi ise” Burada Veli diye bir adam var. Ben Pehlivanım diyor. Bende bizim pehlivanımız Gölbaşı’nda onunla güreşirmişsin dedim. Oda bana ben babamla yine güreşirim dedi. Gelirsen bu adamla bir güreş tut” dedi. Ben işin bir şaka olduğunu tahmin ederek “Baş üstüne Abi. Güreşirim” dedim. Görüşmemiz bitip telefon ahizesini kapatacağım anda duyduğum gülüşme seslerinden Hüseyin abinin yanında çok sayıda insan olduğunu fark ettim. Doğrusu bu güreş konusuna bir anlam veremedim. Benimle telefon aracılığıyla şaka yapıp gülmek istemişlerdir diye düşündüm.

Pazartesi günü erkenden arabamı çalıştırıp Gaziantep istikametine hareket ettim. Güreş müsabakası yapacağıma inanmadığım için yanıma mayo eşofman gibi spor malzemelerimi dahi almadım. Pazarcık’tan geçip Narlıdan sola döndükten sonra Gaziantep’e vardım. Maaş aldığımız bankada İşleri tamamlayıp Üniversiteye gittim. Gaziantep Üniversitesinin ana nizamiyesinden girerken beni en az yirmi kişi olimpiyat şampiyonu olmuş pehlivan edasıyla coşkuyla karşıladı. Boynuma çiçekten yapılmış çelenk taktılar. Bana eşlik eden bu coşkulu ve seçkin kalabalıkla Yapı İşleri Daire Başkanlığına gittik. Başkanlığın önünde toplanan kalabalıkla bana eşlik eden kalabalık birleşince sayı bir anda elli kişiye yükseldi. Ben arabamdan inerken üç beş kişi birden kapımı açtılar. Alkış sesleri üniversite yerleşkesini inletmeye başladı. Alkışlar ve tezahüratlar içinde başkanın odasına girdim.

Başkanın odasında benimle güreşecek olan rakibim Veli Abi ile tanıştık. Veli Abi üniversitenin ihale gerektirmeyen küçük onarım işlerini yapıyormuş. Gençlik yıllarında kendi köyünde aba güreşi yapmış mütevazi bir insandı. Veli Abiye “Kaç yaşındasınız?” diye sordum. Veli Abi” Elli iki yaşındayım” dedi. Ben o zaman otuz yedi yaşındaydım. Veli Abiye “Ben bunların elinden kurtulamadım. Siz niye geldiniz. Elli iki yaşındaki bir insan güreş yapamaz” dedim. Veli Abi “Ben Pehlivanım yorum. Güreşirim “dedi.

Artık yapacak bir şey kalmamış ok yaydan çıkmıştı. Benim ağam Bütçe Daire Başkanı Hüseyin Akay, Veli Abinin ağası Yapı İşleri Başkanı Cevdet Erleblebici oldu. Ben yenilirsem Hüseyin Akay, Veli Abi yenilirse Cevdet Erleblebici bir tepsi kare baklava alacaktı. İddialaşma işi tamamlanıp taraftarlar belli olunca Hüseyin Akay Spor Yüksekokulu Müdürü Muhsin Hazal Hoca’yı aradı. Muhsin Hocaya “Hocam Gölbaşı Meslek Yüksekokulu Sekreterimiz Teyfik Pehlivan ile Müteahhidimiz Veli Pehlivan güreş yapacaklar. Güreş müsabakası için spor salonunu hazırlatır mısınız” dedi. Biz bu arada biz çay kahve içiyorduk. Bu arada yapı İşlerindeki bütün odalar mevlit okutulacak ev misali güreşi izlemek isteyen seyircilerle doluydu. Ardan yarım saat geçmeden Muhsin Hocadan salon hazır diye haber geldi. Ağzına kadar seyirci dolu ondan fazla arabayla spor salonuna gittik.

Üniversiteler sosyal imkanları çok zengin kurumlardır. Spor salonuna vardığımızda yarım saat içinde minderlerin serildiğini, mayoların hazırlandığını, hakemin görevlendirildiğini görünce mutlu oldum. Ben kırmızı mayoyu aldım. Veli Abi mayi mayoyu aldı. Soyunma odasına girdik. Soyunurken Veli Abiye “Elli yaşında güreş yapılmaz. Bu güreşten vaz geç “dedim ama dinletemedim. Ben o zaman yüz on kiloydum. Veli Abi ancak doksan kilo gelirdi. Ben bir seksen beş boyundaydım. Veli Abinin boyu ancak bir yetmiş beş gelirdi. Aramızda yaş farkı, kilo farkı ve boy farkı vardı. Bütün farklarda ben avantajlı olduğum halde Veli Abinin ısrarla benimle güreşmek istemesine anlam veremiyordum. Böyle bir düşünce içinde mayoyu giyip mindere çıktım. Benden bir dakika sonra Veli Abide mindere geldi. Veli Abinin mindere gelirken attığı takla, yaptığı parende görülmeye değerdi.

Duman ile mi haberleştiler, tellal mı çağırttılar bilemiyorum. Salondaki izleyici sayısı bir anda yüz kişiyi geçti. Hakem bize kuralları anlattı. Düdüğü çaldı. Veli Abi ile tokalaştık. Güreş başladı. Veli Abi çok güçlü bir insan olurda alttan dalar, başının üstüne alır, beni sırt üstü yere vurur düşüncesiyle önce oyuna girmedim. Gücünü test etmek amacıyla boy avantajımı da kullanarak Veli Abiye uzaktan bir el ense çektim. Veli Abi çektiğim el ensenin etkisiyle raydan çıkmış tren misali minderin dışına savruldu. Minderin dışına çıkınca ikinci bir oyun yapma şansı bulamadım. Bu arada taraftarlarımızın Veli, Teyfik diye çıkarttıkları tezahürat sesleri salonun tavanından çıkıp gökyüzünü inletiyordu adeta. Zihnimden ikinci elde rakibime salto atıp tuş etmeyi planladım. Çünkü o zamanlar sigara içiyordum. İki dakikadan fazla güreş tutamazdım. Bir an önce rakibimi tuş etmeliydim. İkinci elde ben salto atmak için Veli Abinin beline sarılmak istedim. Veli Abide bana oyun yaptırmamak için kendini müdafaa etmeye çalışırken, nasıl oldu anlayamadım. Veli Abi birdenbire sağ elini tutup “Anam parmağım kırıldı” diye bağırmaya başladı. Hakemlik yapan Hoca Veli Abinin eline baktı. Oradakilere “Acele olun. Serçe parmağı kırılmış. Veli Abiyi giyindirin” dedi. İzleyicilerin kimi Veli Abinin pantolonunu, kimi ceketini kimi ayakkabısını getirdi. Mayoyu çıkartmadan Veli Abiyi minderin üzerinde giyindirdiler.

Ben bu durum karşısında şoke oldum. Veli Abinin parmağının niye kırıldığını anlayamadım. Bana kimse bir şey söylemedi ama kendi kendimi suçlamaya başladım. Bu yaşlı adamla niye güreştim diye. Veli Abiyi zaman geçirmeden Tıp Fakültesi Hastanesine götürdük. Yapılan tetkikler ve çekilen filmler sonucu Veli Abinin serçe parmağının kırıldığına karar verildi. Bölümdeki asistanlar dışından iki ince tahta parçası koyup serçe parmağı sardılar. Sarım işlemi bitince reçetesini yazıp Veli Abiyi taburcu ettiler.

Ben Hastaneden çıkınca Veli Abi ile helalleşerek ve refakatçilik eden arkadaşlarla vedalaşarak ayrıldım. Üniversitedeki işlerimi hızlıca hallettikten sonra biraz üzgün, biraz mağrur bir haleti ruhiye içinde Gölbaşına gittim.

Yaptığımız güreş müsabakasının haberi bir gün sonra mübalağalı bir şekilde üniversitenin her biriminde her yerinde duyulmuş. Kimi Teyfik Veli’yi bir üfürmede havaya uçurdu derken, kimi Teyfik Veliyi bir vuruşta salonun duvarına yapıştırdı gibi abartalı şekilde olayı başkalarına nakletmişler. Üniversite camiası beni kurumun itibarını kurtaran bir kahraman olarak görmeye başlamış. Zamanın Rektörü Hüseyin Akay Beyi senato toplantısına çağırtarak müsabakayı anlattırmış…

Bu müsabakadan sonra üniversite çalışanlarının bana karşı bakış açısı pozitif manada değişti. Bu hadiseden kısa süre sonra bizim okul Adıyaman Üniversitesine bağlanınca bizim Gaziantep Üniversitesiyle irtibatımız zayıfladı. Zayıfladı ama benim sağlık, akraba ziyareti gibi çeşitli vesilelerde Gaziantep Üniversitesinden irtibatım hiç kopmadı. Aradan otuz yıl geçmesine rağmen benim yaptığım güreş müsabakası hiç unutulmadı. Dilden dile, gönülden gönüle aktarılarak zihinlerdeki tazeliğini korudu ve Gaziantep Üniversitesin de yaşanmış önemli hatıralar arasındaki yerini aldı.

Geçen yıl Sütçü İmam Üniversitesinde birlikte çalışırken Gaziantep Üniversitesine giden Mete isimli memurumu ziyarete gitmiştim. Mete beni oda arkadaşına “Teyfik müdürüm hem pehlivan hem de şair” diyerek takdim etti. Mete’nin oda arkadaşı da bana “Müdürüm vakti zamanında burada da Tevfik adında bir pehlivan varmış. Spor salonunda bir adamla güreşmişler. Adamı tek eliyle vurunca duvara yapıştırmış “dedi. Ben ise söylesem de inanmaz diye “O pehlivan benim. Olayda abartı var” diye konudan hiç bahsetmedim. Söylesem inanır mıydı bilemiyorum ama adamın kafası karışmasın diye sohbetin konusunu değiştirdim. An itibariyle kendi kendimle hafiften gururlanmadım desem yalan olur. Gözümün önünden o anlar bir film şeridi gibi gelip geçti.

Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder