Kültürümüzde Meskenin Kutsiyeti;
Türk töresinde ev, sadece başımızı soktuğumuz bir yer değil; kimliğimizin aynası, huzurumuzun yurdu, ailenin yaşam enerjisinin buluşma noktasıdır. Bir çatının altına girmek, mülkiyetten çok daha fazlasıdır; ev, emeğin, güvenin ve huzurun ete kemiğe bürünmüş hâlidir.
Dışarısı bazen soğuk, karmaşık, yabancı olabilir. Ama eve girdiğimizde, dört duvar arasında bizi saran şey sıcacıktır: güven, emek ve huzur. İşte bu yüzden ev, kalemizdir.
Ocağının Dumanı, Duanın Bereketi ile Ayakta Kalan Türk Yurdu;
Türk evinde kutsiyetin kalbi ocaktır. Alevleri yalnızca yemeği pişirmez, aynı zamanda gönülleri ısıtır. Buharı, birlikteliğin kokusunu zihinlere gönüllere taşır. Sevgi ve inanç ile ocağa konulan yemek günün duasıdır. Kolayca yapılsın, huzurla sağlıkla eksilmeden hep birlikte yensin duası ile “Sübhaneke’si okunur. Lezzeti yerinde olsun duası ile “İhlas’ı, bereketli olsun duası ile de “Tahiyyat” eklenir dua halkasına. Yemek yalnızca mideleri doyurmaz; aynı sofraya oturanları birbirine bağlayan bir tılsımdır.
Ev ve Emek;
Temiz bir çarşafın kokusu, anneannenin tarifiyle pişen bir kekin sıcaklığı, çocuk kahkahalarının duvarlarda yankılanması… Bunlar kapitalizmin süslü vitrinlerinde bulunmaz.
Bugün çoğumuzun mutfağı hazır yiyeceklerin hızına kapıldıysa da ocakta kaynayan bir çorbanın, fırında pişen bir kekin, kahvaltı masasındaki ev yapımı reçelin kokusu, yerini hiçbir şey tutamaz. Bu küçük görünen ayrıntılar, meskeni ev yapan, evi de kutsallaştıran tılsımlardır.
Evimiz ile ilgili uğraşlarımız azaldıkça, evimizin ruhu da eksilir. Meskenin kutsallığını yaşatmak için, ev işlerimizi yalnızca zorunluluk değil; emek, sevgi ve aidiyetin bir ifadesi olarak görmemiz gerekir.
Tüketim Kültürünün Evdeki Etkileri
Ne yazıkk ki; bugün evlerimiz birer tüketim vitrinine dönüşmüş, el emeğiyle hazırlanan yemekler yerin hazır gıdalara, evde geçirilen zaman ise yerini dışarıdaki süslü vitrinlere bırakmıştır. Evin ruhu, satın alınan eşyalarla değil, içinde verilen emekle, paylaşılan anılarla ve duyulan kahkahalarla beslenir. Bu nedenle, evimizi bir tüketim nesnesi olarak görmek yerine, onu sadelik, emek ve sevgiyle yeniden kutsallaştırmamız gerekir.
Evde Dayanışmanın Bereketi;
Bir evin sırrı sadece çatısında değil, içinde paylaşılan emektedir. Yemek pişirmek, sofrayı kurmak, evi toparlamak yalnızca “iş” değildir; aile fertlerinin birlikte yürüttüğü bir dayanışma halidir. Anne çorbanın tuzunu koyarken baba sofrayı hazırlayabilir, çocuklar masaya bardakları dizebilir. İşte o zaman yemek sadece karın doyurmaz, gönülleri de birbirine bağlar. Paylaşılan emek, aile ocağına siner, evin ruhunu besler. Bu dayanışma, evliliklerin devamlılığını güçlendiren görünmez bir harç gibidir. Çünkü sevgi, yalnızca güzel sözlerle değil; birlikte yapılan küçük işler, omuz omuza verilen emekle kalıcı olur.
Konuk ve Misafir;
Türk örfünde konuk, yalnızca eve gelen kişi değil, hane halkının onuru, töresinin sınavıdır. Konuğun geldiği evde ona en iyi yer ayrılır, yemeklerin en güzeli ikram edilir. Konuk ağırlamak, sadece cömertliğin değil, aynı zamanda yiğitliğin ve asaletin göstergesidir. “Konuğunu hor göreni, oba dışlar” anlayışı, göçebe yaşamın sert koşullarında insanın insana emaneti olarak görülmüştür.
Konuk kavramı, İslam’ın Anadolu’ya yerleşmesiyle birlikte, misafirlik kavramına dönüşerek daha da kutsal bir boyut kazanmıştır. “Tanrı misafiri” ifadesi, hiç beklenmedik bir anda kapıyı çalan, kimliği sorgulanmayan, yalnızca Allah rızası için ağırlanan kişiyi anlatır. Misafir, ev sahibine bir imtihan vesilesi, rızkın bereket kaynağı kabul edilmiştir. Bu anlayış, Anadolu irfanında şu cümleyle özetlenmiştir:
“Misafir on kısmetle gelir; birini yer, dokuzunu bırakır.”
Misafirlik, evin kutsiyetini en görünür kılan geleneklerimizdendir. Melih Cevdet Anday’ın “Bir Misafirliğe Gitsem” şiiri eve bereket taşıyan konuğun samimiyetle ağırlandığını fark ettiğinde nasılda sadrına şifa bulduğunu ne güzel anlatır.
Bir misafirliğe gitsem
bana temiz bir yatak yapsalar
herşeyi, adımı bile unutup
uyusam...
kalktığımda yatağım hala lavanta koksa
kekikli zeytinli bir kahvaltı hazırlasalar
nerde olduğumu hatırlamasam
hatta adımı bile unutsam...”
Evin Belleği;
Ev, yalnızca bugünümüz değil, geçmişimizin hafızası, geleceğimizin duası ve umududur. Çocuk kahkahaları, bayram telaşları, hüzünlü günlerin sessizliği … Hepsi evin belleğine siner. İşte bu yüzden mesken, yaşayan bir varlık gibidir.
İslam inancında ev; imanla, emekle ve sevgiyle anlam kazanır. Evin çatısı erkeğin koruyuculuğunu, duvarları kadının emeğini, içindeki huzur ise Allah’ın rahmetini simgeler. Sofra bir okul olur, ocak bir dua mekânı, evin kendisi bir mescit gibi huzur verir.
Yaratılış gayesini bilen kadın, evinin mihenk taşıdır. Yemek pişirirken, temizlik yaparken, çocuk yetiştirirken, evini mamur ederken aslında Allah’ın rızasını arar. Kadının evine hizmeti şerefli bir vazifedir.
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), ev işlerine katkı sunarak müminlere örnek olmuştur. Bu bize, meskenin paylaşma ve dayanışma üzerine kurulduğunu gösterir.
Fahri kâinat efendimizin şehadetle müjdelediği Muaz, Muavviz ve Avf’ın anneleri Afra Validemiz gibi sahabe hanımlar, sofralarını sadece yemek yeme yeri değil, eğitim mekanları hâline getirmiş, çocuklarını iman ve sevgiyle büyütmüşler adanmışlar kervanının bir yolcusu yapmışlardır. Müslümanın evi, sadece barınak değil; aynı zamanda bir medrese, bir mescit, bir sevgi pınarıdır.
Son Kale Olarak Ev;
Modern çağda evler, çoğu zaman tüketim vitrinine dönüşmüş, gösterişin gölgesinde kutsallığını yitirmiştir. Oysa mesken, asıl değerini sadelik, emek ve sevgiden alır.
Evlerimizi yeniden “son kalemiz” mantığıyla korumalıyız. Çünkü hayat evde başlar, evden dağılır ve yine eve döner.
Mü’min Evin Yasası
Her evin kendi içinde yazılmamış ama ahalisinin gönüllerine nakşedilmiş maddeleri aşağıda ki sıralanabilecek bir anayasası olmalıdır:
Madde 1. İnanç, ocağı ayakta tutan harçtır; evin temeli imanla atılır.
Madde 2. Evde kılınan namaz, aile fertlerinin Rabbine yönelişidir; evin çatısındaki en büyük berekettir.
Madde 3. Mümin ev, meleklerin konuk olduğu evdir; kötü söz ve olumsuz duygulara yer yoktur.
Madde 4. Herkes yaratıldığı hâliyle kabul görmelidir; güzellik, kabiliyet ve mizaç Allah’ın takdiridir. Kadere rıza esastır.
Madde 5. Evdeki eşya ve imkânlar emanettir. Korunmalı, israf edilmemelidir. Tüketim zorunlu, gerekli, lüks sınıflarında üç ölçüyle sınıflanmalı. İsraf ve kör taklitten korunulmalıdır.
Madde 6. Kararlar istişareyle alınmalıdır; büyüklerin sözü, küçüklerin düşüncesi kıymetlidir.
Madde 7. Kadın ve erkek birbirinin rakibi değil, Rabbin kulu olarak eşittir. Zulüm evde en büyük haramdır.
Madde 8. Sıla-i rahim esastır; komşuluk hakkı korunmalıdır.
Madde 9. Zaman, eşyadan daha kıymetlidir. Vaktin israfına izin verilmemeli; her an kıymet bilinciyle yaşanmalıdır.
Madde 10. Mümin ev, bilginin beslendiği mekândır; öğrenilen her şey Allah rızası için taşınmalı ve aktarılmalıdır.
Madde 11. Evimizde helâl dairesinde eğlence, neşe ve muhabbet çoğaltılmaya gayret edilmelidir.
Yuva kutsaldır; çünkü onda emek, iman ve hatıra vardır. Ev, insanın kimliğini bulduğu, huzura kavuştuğu ve Rabbine en yakın olduğu yerdir.
Ocakta pişen çorbanın kokusu, temiz çarşafın ferahlığı, misafirle çoğalan bereket; hepsi evin kutsiyetini tamamlar.
Evlerimizi sadece barınak değil; birer huzur, iman ve umut yuvası hâline getirmek hem kültürel hem de dini mirasımıza sahip çıkmak demektir.
Çünkü ev, Rabbimizin bize verdiği en güzel nimettir; içinde sevgi, saygı ve emek varsa, dünya cennet olur
4/09/2025
Kahramanmaraş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder