YABAN DOMUZU / Teyfik KARADAŞ



Kişinin başından geçmiş olayları samimi bir dil ile anlatmasına anı veya hatıra denilmektedir. Kişilerin öğrencilik, askerlik, iş hayatı ve emeklilik dönemlerinde yaşamış olduğu anıların konusu farklılık arz eder. Öğrencilik çağındaki anılarımızda anımızın baş kahramanı genellikle öğretmenlerimiz olurken askerlik anılarımızın baş kahramanı bir çavuş veya onbaşı olabilir. Öğretmenlik yapan bir kişinin anılarının baş kahramanı bir öğrenci iken polislik yapan bir kişinin anılarının baş kahramanı bir hırsız bir katil olabilir. Ben de sizlere bu gün Gölbaşı Meslek Yüksekokulu Sekreteri olarak görev yaparken bir yaban domuzuyla yaşamış olduğum enteresan bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.  
Adıyaman Üniversitesi Gölbaşı Meslek Yüksekokulu eğitim öğretim faaliyetlerini geçici olarak, mülkiyeti Adıyaman İl Özel İdaresine ait Gölbaşı Vali Selahattin Onur Sosyal Tesisleri Yerleşkesinde sürdürüyordu.  Yerleşkenin etrafı kuzeyinde Gölbaşı Gölü, güneyinde Malatya-Adana Demiryolu, batısında dere ve dereden sonra İlçe Jandarma ve İlçe Emniyet Müdürlüğüne ait piknik alanı olarak kullanılan park ve doğu tarafında vatandaşlara ait tarım arazisiyle çevriliydi. Yerleşkenin toplam alanı otuz dönüm civarındaydı. Yerleşkenin Malatya Adana Demiryoluna paralel olarak uzanan sınırında kümbete benzer mimariyle inşa edilmiş bir adet güvenlik kulübesi, tesbih tanesi gibi yan yana dizilmiş 18 adet 1+1 apart daire yer alıyordu. Apart dairelerin tam orta kısmında alt katı kazan dairesi, üst katı kafeterya olarak kullanılan yüz metre kare civarında 2 katlı beyaz renkli ayrı bir bina bulunuyordu. Bu binanın mimarisi apart dairelerden farklıydı.
Yerleşkenin Gölbaşı Gölünün sınırına yakın kısmında alt katı toplantı salonu ve restoran, restoran kısmının üst katı ise otel olarak inşa edilmiş iki katlı büyükçe bir bina vardı. Büyükçe olarak inşa edilmiş bu bina ile apart daireler arasında yapıldıktan sonra, çatlak olması nedeniyle hiç kullanılamamış yarı olimpik büyüklükte bir yüzme havuzu ile minik bir futbol sahası ve büfe olarak kullanılan altıgen vaziyette yapılmış küçücük bir kulübe vardı.
Otel ve restoran olarak inşa edilen binada tadilat yapılarak alt kat dersliğe, üst kat idari odalara çevrilmişti. Apart daireler kız öğrenci yurdu olarak kullanılıyordu. Gölbaşı Meslek Yüksekokulunun kullandığı yerleşke doğa harikası çok güzel bir yerdi. Kuzeyindeki Gölbaşı Gölü 2200 dönüm genişliği ve yer yer 100 metreyi bulan derinliği ile adeta ilçenin can damarıydı. Yerleşke coğrafi özellikleri ve doğal güzellikleri bakımından harikası bir yer olmakla birlikte mimari yapıları bakımından okul olarak kullanmaya çok elverişli değildi. Sosyal tesis olarak yıllarca kullanılmadığı için duvarların sıvası çatlamış, boyası eskimiş, her ne kadar tadilat yapıldı ise de derslikler ve idari ofisler standart hale getirilememişti. Kız öğrenci yurdu olarak kullanılan apart dairelerde ise dağınıklık nedeniyle disiplin ve kontrol sağlamak oldukça zordu.
Yerleşkenin çevresi oldukça ıssız ve sakindi. Gölbaşı Gölünün etrafı boyu yer yer dört beş metreyi bulan kamışlık ve insanları yutan bataklıklarla kaplıydı. Biz okul sınırı içindeki kamışlığı büyük emekler vererek ıslah etsek bile doğu tarafımızdaki tarlanın altındaki kamışlık kurumumuz açısından büyük tehlike arz ediyordu. İlçedeki sahipsiz köpekler bu kamışlığın içine yuva yapıyor, fırsat buldukça da karnını doyurmak için yerleşkenin bahçesine giriyorlardı. Kamışlığın içinde yılan akrep, gibi tehlikeli sürüngenler yaşıyordu. Aldığımız bütün tedbirlere rağmen doğu ve batı sınırımızdan gelen tehlikeyi önlemekte zorlanıyorduk. Karnını doyurmak için okul bahçesini ziyaret eden tilkilerle dost olmuştuk zaten. Her şeye rağmen Gölbaşı Gölünün en güvenli yeri bizim okulun sınırları içinde kalan kıyı kısmıydı. Avcılar tarafından kaçak avlanma nedeniyle bir silah sıkılsa gölde yaşayan kara bataklar, turnalar ve yaban ördekleri bizim okulun kıyısında toplanırlardı. Okulumuzun öğrencileri yemekhanedeki ekmek

2/3
ve yemek atıklarıyla kuşları beslerlerdi. Balıklar bile tehlike anında sürüler halinde bizim okulun kıyısına sığınırdı.
Gölbaşı gölünün çevresinde açan türkülere konu olmuş güller, ilkbahar ve sonbahar mevsiminde göllerin üzerinden uçan göçmen kuşlar yöreye ayrı bir güzellik katardı. Gölde yaşayan bir yılanı öldürdükten sonra gagasıyla yuvasındaki yavrularına yem olarak taşıyan leylekler ile söğüt ağaçlarının tepesindeki leylek yuvalarının zarafetini anlatacak kelime bulamıyorum. Kıyıda güneşlenirken bir insan gördüğünde suya bir dalgıç edasıyla dalıp saniyeler içinde gözden kaybolan su kaplumbağalarını hafızamdan nasıl silebilirim. Göl kıyısında yetişen nilüfer çiçeklerinin güzelliğine hayran olurdum. Gölün üzerinde kanat çırparak uçan ismini dahi bilmediğim martıya benzeyen kuşlar beni başka alemlere alır götürürdü. Gölün karşı yakasındaki engebeli arazi üzerindeki üzüm bağları, üzüm bağlarının bitişiğindeki fıstık ağaçlarının güzelliğini anlatmakta zorlanıyorum. Tek cümleyle ifade edecek olursak yüksekokulumuz doğal güzellik olarak ülkemizdeki saklı cennetlerinden bir köşesiydi.
Kız Öğrenci Yurdu olarak kullandığımız apart dairelerin en sonuncusunu Vakkas Bağlantı isimli temizlik personelimiz lojman olarak kullanıyordu.  Vakkas gündüz temizlik yapıyor, gece yurdun kaloriferini yakıyordu. Yaz mevsiminde ise okul bahçesindeki ağaçları suluyordu. Güvenlik personeli sıkıntısı olduğu zaman güvenliğe destek sağlıyordu. Vakkas çok başarılı ve güvenilir bir insandı. Bende Yüksekokul Sekreteri olarak maddi ve manevi yönden Vakkas’a sahip çıkmaya çalışıyordum.  Çünkü Vakkas okulda tek başına üç kişilik iş yapıyordu. Vakkas okulumuzun bel kemiği sayılırdı.
Bir bahar günü erkenden okula gitmiştim. Arabadan ineceğim anda Vakkas heyecanlı bir vaziyette koşar adımlarla yanıma geldi. Arabamın kapısını açtı. Bana yönelerek “Hocam size bir şey söyleyeceğim ama öğrenciler duymasın” dedi. Bende” Söyle bakalım Vakkas” dedim. Vakkas “Hocam bugün sabah namazına kalktığımda yurdun önünde adı batasıca (domuz) gördüm” dedi. Ben “Vakkas oğlum bu köpek falan olmasın. Burada domuz ne gezer” dedim. Vakkas “Hocam ben çocuk muyum? Vallahide billahi de domuzdu” dedi. Çünkü o güne kadar okul çevresinde domuz gören kimse olmamıştı. Ben “Vakkas domuzu öğrencilerden gören oldu mu? Domuz nereye gitti anlat bakalım” dedim. Vakkas “Hocam öğrencilerden gören olmadı. Ben bağırınca koşar adımlarla kaçıp şu kamışlığın içine girdi” dedi.
Öğrencilerin domuzu görmemesi önemli bir şanstı. Bir öğrenci görse korkudan bayılır, biz ondan sonra yurtta tek bir öğrenci barındıramazdık. Vakkas’a “Sen domuz gördüğünü kimseye söyleme” diye tembih edip odama çıktım. Konuyu kendi beyin süzgecimde mütalaa ettikten sonra Kaymakam Beyi aramaya karar verdim.
Kaymakam Bünyamin Bey’i arayıp konu hakkında kısaca bilgi verdim. Kaymakam Bey “Hocam sıkıntı edecek bir durum yok. Şimdi size avcılar kulübünden üç tane avcı gönderirim onlar gereğini yapar” dedi. Bende Kaymakam Beye teşekkür ederek telefonu kapattım.
Odamda bekleyen yazıları paraflamaya, yeni gelen evrakları ilgilisine havale etmeye başladım. Kaymakam beyle görüşmemizden yarım saat kadar sonra Gölbaşı Avcılar Kulübünden yanıma tam teçhizatlı üç tane avcı geldi. Gölbaşı küçük bir yer olduğu için herkes birbirini tanırdı. Gelen avcılarla muhabbetim olmasa da selam alıp verecek kadar tanışmışlığım vardı. Avcılarla domuzun kaçtığı bölgede küçük bir keşif çalışması yaptık. Okulun arka tarafına kırmızı bir şerit

3/3
çekerek güvenlik bölgesi oluşturduk. Okulda çalışan özel güvenlik görevlileriyle, memurları ellerine birer tane kürek vererek öğrencilerin kapalı alana geçmesini önlemek ve domuzun okul bahçesine girmesini engellemek için görevlendirdim. Temizlik görevlilerinden Doğan, Vakkas ve Yılanoğlu namıyla tanıdığımız Habib’in eline birer boş teneke vererek yaban domuzunu ürkütmek için kamışlık bölgeye gönderdim.
Avcıların biri kamışlık alan ile okulun ihata duvarının alt tarafındaki boşluğa, biri kamışlık alanın doğu tarafındaki çıkış bölgesine, birisi kamışlığın üst tarafındaki tarlaya konuşlandı. Bizim işçiler ellerindeki tenekeye sopalarla vurarak kamışlık alanı doğudan batıya doğru taramaya başladı. Bende o güne kadar Yılanoğlu dedikleri için Habib’i çok cesaretli bir insan sanıyordum. Kamışlık bölgeye girdikten iki dakika kadar sonra Habib “Vakkas Abi domuz” diye bağırdı. Habibin bağırmasından yerler ve gökler inledi. Habib’in domuzu gördüğü bölgeye Avcı Başı Ali Kütük yıldırım hızıyla koştu. Ali Kütük kamışları arasında domuzu görmüş olmalı ki ilk mermiyi sıktı. Ali Kütük’ün mermiyi sıkmasıyla yaban domuzu okul yerleşkesi tarafına doğru can havliyle kaçmaya başladı. Yaban domuzu kaçarken gemi gittiği zaman denizin suyu ortadan yarılır ya kamışta öyle ortadan yarılıyordu. Domuz okulun bahçesine girerken ilk gördüğümde elimde kocaman bir balta olduğu halde irkilmedim desem yalan olur. Avcı Veysel domuz hedefe gelince bir mermi sıktı. Mermi isabet etti ama domuz yine düşmedi. Veysel ikinci mermiyi de sıkınca domuz içi saman dolu bir çuval gibi yere yıkıldı.
Avcılar domuzun telef olduğuna karar verince belediyeden bir traktör ile bir kepçe çağırdım. Traktör gelinceye kadar memurlar, işçiler ve avcılar anı belgelendirmek için siyah renkli devasa büyüklükteki domuzun leşinin yanında hatıra fotoğrafı çektirdiler. Kepçe yaban domuzunu traktörün römorkuna yükledi. Traktörün şoförü domuz leşini meskûn mahal dışındaki bir yere gömmek üzere bilinmeyen bir adrese doğru hareket etti. Kepçe operatörü de ardı sıra gitti. Bende böyle bir tehlikeyi kazasız ve belasız şekilde def ettiğim için rahat bir nefes aldım.
Bu hadisenin meydana geldiğinde yaz tatiline az bir süre kalmıştı. Yaban domuzunun öldürülme anına hiçbir öğrenci tanık olmadı. Öğrencilere öldürülen hayvanın uyuz bir köpek olduğunu söyledik ama inandırıcı olmadı. Öğrenciler bir gün sonra işin aslını çarşıda öğrenmişler. İyi ki o yıl yurt kapatıldı. Öğrencilerde domuz korkusundan kurtulmuş oldu.
O günden sonra bu bölgede böyle bir vahşi yaratık olduğu ne duyuldu nede görüldü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder