/Apartmanda yaşıyorlar/
Avluya
açılan evlerimiz vardı. Yüksek duvarlı, kapısında iki tokmağı olan, ahşap
kapının üzerinde insanları güneşten veya yağmurdan koruyan çatısı olan, cephesi
caddeye veya çıkmaz sokağa bakan evlerimiz… Evlerimizin mimari yapısında kıble,
merkezi referans kaynağıydı. İbadet ederken, yatarken, otururken, sokağa
çıkarken, hâsılı her an kıbleye göre belirlerdik hayatımızı. Adına beyt, hane,
menzil veya mesken derdik. Mesken derdik zira orada huzur ve sükûnet içerisinde
yaşardık. Avlu, bizim için dış dünya ile ev hayatında bir geçiş alanıydı.
Dışarının tüm yüklerini avluda bırakır ve öylece girerdik saadet ve huzur
kaynağı olan evlerimize.
Garblıların
gıptayla baktığı yerlerdi avlular. 1835'te İstanbul'a gelen İngiliz seyyah ve
romancı Miss Julia Pardoe, bu avlular için; "Keşke Shakespeare, Romeo ve
Juliet'in bahçe sahnesini yazmadan önce buraları görmüş olsaydı."
itirafında bulunmuştur. Özenilecek hallerden üzülünecek hallere düşmek, kültür
ve medeniyet köklerinden koparılmış milletlerin makûs talihi olsa gerek.
Tabiatın
yaşadığı bahçelerimiz vardı. Toprağı severdik. Topraktan geldiğimizi ve
neticede toprak olacağımızı tefekkür ederdik oralarda. Hoplaya-zıplaya koşardı
çocuklarımız bu bahçede. Zira koşması, oynaması gerekirdi. Toprağa basar,
böcekleri görür ve meyve-sebzelerin nasıl yetiştiğine şahit olurdu
çocuklarımız. Bilirdi ki meyve-sebze bakkallarda(artık bakkallarda kalmadı ya,
hayırlısı!) yetişmiyor. Bir meyvenin olgunlaşma safhalarına an be an şahit
olur, sabır ve tahammülü öğrenirdi çocuklarımız. Ve olgunlaşmak için emek
vermek, beklemek gerektiğini. Böylece hayatı yalnızca teorik malumatlardan
öğrenmez, bizzat hayatın kendisiyle iç içe olarak, yaşayarak öğrenirlerdi.
Dokunmak ve hissetmek… Herhalde bugün eksikliğine en çok muhtaç olduğumuz iki
kutlu mefhum…
Apartman,
birden fazla katı olan ve her katında bir veya birden fazla daireye sahip
konutu ifade eder. Apartmanlar için getirilecek yeni bir tanım ise; “para
hırsının kuşattığı imar faaliyetleri” tanımıdır. Çok daireli apartmanları,
barındırdığı aile sayısıyla orantılı olarak sokaklara da benzetebiliriz. Lakin
apartman kültürü ile geleneksel manada sokak kültürünü eşit tutamayız. Sokak
kültüründe var olan komşuluk ilişkisi güven, hoşgörü, vefa, kardeşlik gibi
kadim medeniyetimizin köklü kavramlarını beraberinde getirirken; apartman
hayatında bu gibi değerler yerini kuşku, güvensizlik, ilkeli olma gibi modern
kavramlara bırakmıştır.
Uzak
beldeleri sıla-i rahim amacıyla ziyarete çıktığımızda kapı komşumuza anahtarı
bırakırdık geçmiş zamanlarda. Arada bir evi kontrol etmesini, bir aksilik olup
olmadığına bakmasını isterdik. Ya da çocuklarımızı emanet ederdik komşularımıza
bir-iki saatliğine bakması için. Zira komşu; kardeş, ağabey, abla, amca, dayı,
teyze, hala, nine-dede demek, komşu her şey demekti. Apartmanda kaç kişiye
evimizin anahtarını veya daha da önemlisi çocuklarımızı emanet edebiliriz ki?
Apartmanı
çocukların hayatında bir dönüm noktası olarak değerlendirebiliriz. Fıtratı
itibariyle hareketli olmayı gerektiren çocuklar, eğer apartmanda çok hareketli
yaşıyorsa bu hal çok uzun sürmeyecektir. Zira on dakika sonra alt daire sakini
sizi güzel bir dille ikaz edecektir. Bu durum çocuğun fiziksel gelişimini
olumsuz etkilediği gibi, iç âleminde de birtakım olumsuzluklara sebebiyet
vermektedir. Aslında apartmanda yaşayan çocukları bu bağlamda birer “mahpus”
olarak da görebiliriz. Paketlenmiş, mahpus çocuklar… Çocuk denecek yaşta hapis
hayatı yaşamak, bu çocukların gelecek yaşantılarında onulmaz yaralara yol
açacaktır. Evet, iyileşemeyecek yara neredeyse yok denecek kadar azdır. Lakin
her yara derin olsun ya da olmasın elbette iz bırakacaktır.
Ne yapalım yani,bütün apartmanları yıkalım mı
YanıtlaSilBöyle saçma şey mi olur.Betona bizde karşıyız ya da gökdelenlere fakat parası olan en iyi doktara gider en iyi giyisiyi giyer,en iyi yerden yer ve apartmanın en kralında kalır...çok karamsar olmamak gerek ümitvar olmak gerek ...