SON BAHAR / Ahmet Enbiya UZDİL


















Bahardı bir zaman
Takvimler dört mevsim seni gösterirdi
Her güne sen diye uyanırdım
Sen diye gelir giderdim
Sen diye alır satardım
Gülü gül ile olmasa da
Günü senle tartardım
Bir zamandı
Bahardı

Kış gelmeden önce
İnanmazsın belki ama
Hep ilkbahardı
Çiçeğe duran ağaçlarım vardı
Gülüp geçerdim
Bahçelerinde ömrümün

Gün döndü zaman değişti
Çetin bir kış oldu
Takvimler cam kırığı soğuklarını sapladı göğsüme
Böyle değildi benim bildiğim yaşamaklar
Böyle değildi

Hayallerimde sen vardın
Anam vardı babam vardı
Telaşım kendim kadardı
Ufaktım bense
Dünyanın yükü babamın omuzlarındaydı
Nerden bilirdim
Zorlu bir dağa tırmanmakmış yaşamak
Ömrün en güzel yılları
Kuluçkaymış aslında
Dünyaya bir daha geldim sanki
Dünya bir imtihanmış anladım
Hasret bir imtihanmış
Sevmek bir imtihanmış
Gurbet bir imtihanmış
Ölüm bir imtihanmış

Bir gündönümünde aklıma yine sen düştün
Bir teneşir başında bulduğumda kendimi
Kaçmaya fırsat bulamadan
Kıskıvrak yakalandım
Bir hayale yeniden sığınmak istedim
Yeniden sarmak sarılmak istedim
Bileklerimden tutup döndürdüler beni
Yeniden baktım kendime
Her şey her şey tepetaklak
Düzen değişti

Baharlar gül bahçeleri artık uzak bir hayal
Bülbülün feryadı boşuna değilmiş
Dünyaya geldim yeniden, yeniden
Ah yeniden...
'Bir ağaç parçası olsaydım
Anam taş doğursaydı
Doğuracağına beni'
Anladım sözünü halife Ömer’in.
'İnsan zalim ve cehul...'
İnandım iman ettim. 



***
YENİLGİ





















Sen
Bitmeyen gönül yenilgim
Kaçıp kaçıp efsunlu gözlerine gelirdim
Hayallerimde
Ela gözlerinle göğüme bakardın
Ela gözlerin göğüm olurdu
Uçan kuşları
Kavga eden martıları izlerdim
Vapur yolculuklarında
Sen denizde kaybolur giderdin
Şakaklarımdan damla damla boşanırken Marmara.
Yağmurlar yağar
Güneşler açar
Tabiat tekrar yeşillenirdi
Bense dört mevsim üşürdüm
Seni görünce

Böyle titremeyi seni severken öğrendim
Seni severken kayboldum
Bildiğim bütün yollarda
Çıkmaz sokakların bir ötesi sen
Elimi uzatsam kaçardın biliyorum
Bir sözüm sonum olurdu
Dudaklarımda sakladım
Bir sözün sonum olurdu
Dudaklarında saklı kalsın istedim.
***
NİYAZ




Ey dost 
Açık tut kapını
Gelemeyecek olsam da henüz

Bilirim sürgü vurmazsın
Açıktır kapın
Gönlü yanında olana
Sen tamam de yine ey dost
Huzura ersin içim
Bir çift sözüne güvenip de
Bilirim ki sözün senettir
Dediğini yaparsın son nefesine dek
Yaptığını da dersin mertçesine
Su serpiver üstüme
Ahir zamanın bozbulanıklığı değmemiş

Gönül dükkanında üç kağıda sat beni
Dünya pazarından çek iplerimi
Ben geleceğim
Modern zamanın yirmi dört saatinden
Bunalımlarından metropollerin
Kaçarak hürriyetime
Eşiğine yüz sürmeye
Yeniden

Sen gelenini boş çevirmezsin diyerek değil hem de
Kâr zarar eksenli ağıtlar yakmadan yollarda
Zararıma olsa da
"Dosttan gelen dosta gider"
Düsturuna sımsıkı sarılarak
Dost olabilmek dileğiyle
Senin gönlüne

Güveniyorum
Kendinden kaçkın olanları
Hor görmeyecek olmana
Diz boyu değil rezilliğim
Biliyorsun
Ta çeneme kadar su
Yüzündeki geniş gülümsemeyi düşleyerek
Geleceğim umut kesme benden

Bahçende toza toprağa bulandığım
O kutlu günleri
Bilsen ne çok özlüyorum


***
MUHARREM VE HÜZÜN


Muharrem ayına girdik gireli içimde bir hüzün var. Bağlamı hüseynî mi bilmesem de, bilemesem de sevinçli değilim çok şükür. İmam Hüseyin'in şehit edildiği ayda gülmekliği terk etmek gerek; gülümsemek ise zarurettendir bu ayda, bilirim.

Gecenin bir yarısında şehr-i Maraş'ın sokaklarına yağmur yağarken balkonda oturup eski günleri yâd ediyorum. İçimde yine o garip hüzünle, gariplik hüznüyle... Her geçen gün ayrı bir telaş ile tatlı tatlı gülümsüyor hatıralarımda. Batı adamınındır bunalım diyor Fethi Gemuhluoğlu hüzün ise bize ait bir doğulu sadası. Madde arzusundan uzak ve azade ruhi bir kabiliyet, hüzün. 

Hangi anıya gittin de geldin dersen dur sana anlatayım. Anlatmak bu hali ziyadeleştirir diye murat ettiğimden anlatıyorum sana, bir dostummuşçasına senle konuşmak istiyorum hoş gör beni. 

Böyle bir eylül sonu yahut ekim başıydı. Belki de kışın yağmurlu soğuk günlerinden biriydi. Mutadımız üzere okuldan kaçıp Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’ne gitmiş, Hasan Ejderha hocamızın odasında, Ahmet abinin tabiri ile “Dergâh yayın bürosu”nda muhabbet etmeye koyulmuştuk. Hocam her zamanki güler yüzünden ikram ediyordu bizlere. Ardından Mehmet Yaşar abi geldi. Artık vakti geldi diyerek üç dosta dostluk üzerine bir sohbet okuyacağını söyledi. Bilmiyorduk ancak heyecanlıydık okunacak yazıdan ötürü. Dinlemeye koyulduk sessizce. Mehmet abinin konuşması dahi bir şiir gibidir. Hele ki güzel bir yazı olsun, şiir olsun başladı mı okumaya o sesin büyüsünden kurtulmaya imkân yoktur. Okuyacağım dediyse elbet güzel bir yazıyla gönlümüzü besleyecektir ve besledi de. 

Önce selam ile başladı yazı evveli, ahiri, zahiri, batını selamlayarak. Sonra, dost ol kişidir ki diyerek dostluğun ne idiğünü ve nasılını koyuverdi önümüze. Bu sırada üşüyen ellerimizle dumanı tüten çay bardaklarını kavrıyorduk. 

“Öldürülmesi muhakkak ve bu mukadder olan gecede peygamber-i Ekber'in yatağında yatandır, Şah-ı Velayet'tir dost.” 

“Tıkanılması gereken son deliğe koyacak parça kalmayınca ayağını yani kendini, gönlünü koyandır dost.”

Yazı uzadı gitti, vakit geçti de geçti. Çaylar tükendi, bizde ise hoşnut bir sükût. Kulaklar Mehmet abide. Odayı bir hava dolduruyor; keder değil, yas değil. Sevinçten, neşeden daha tatlı bir şey...

Eski kitaplarda bahsedilen içi dolduran o nesne. Hüzün... Dünyaya biraz ağlayabilmek için gelmiştik, ağlayabildiğimiz kadar insan, ağlayabildiğimiz kadar da temiz değil miydik? Dünyalık arzu ve isteklerden ötürü gelen timsah gözyaşı değil muradımız.

Günümüz öylece geçti, o günün ardından daha nice günler geçtikçe geçti. Fazlı abi türkü söyledi ay ışığında bir damın üstünde. Seher vakti çaldık yarın kapısını melül mahzun. Gönlümüz dünya leşinin kokusuyla dolu olsa da açıverdi kapıyı, kabul etti, buyur etti sofrasına. 

Geçmiş güne bakıp gecenin zifiri karanlığına dalıp gitmemek mümkün mü? 

Bazı şeyler bir daha ele geçmiyormuş anladım ve anlamaya da devam ediyorum hâlâ. Gece vakti terliklerimin sesini boş odaların önünden geçerken duyuverdiğimde fark ettim ömür denilen şeyi. "Ne var ki o seste?" demeden dinle bak taa çocukluğumdan beri bana yoldaş olan bir sesti o ses. Bir süredir duymaz olmuş, kaybetmiştim tak-taklarını... 

Evet muharrem ayındayız. Vakt-i Kerbela. Hüzün vakti. Evlad-ı Rasulün Rasulü Zişan'a kavuşma, Su'ya kanma vakti… 



*** BİR GELİŞLE GELDİN Kİ…













Gözlerinin en koyu yerinden
Göğ(s)ümü yakan bir bakışı var sessizliğinin
Ben ki bu kadarlık yaşımla bile
Kapanmayan bir yarayım

Diken tarlasının orta yerinde
Yapraklarını dikenlerin parçaladığı
Boynuna sırnaşık bitkilerin dadandığı
Bir çiçeğim yalnız ve korkusuz
Kendi halinde

Bir gelişle geldin ki
Gurbet sızısı çeken bir gönül bıraktın gerinde
Artık ben bir gurbetim/gurbetliğim
Gözlerinse bir sıla
Bir ev ki en huzurlusundan
Gökyüzü bir başka
Korkak kediler bir başka
Sonbahar esintileri
Sokak lambaları bir başka

Dengi bulunmazlardan değilim
Yahut boşluğu doldurulamaz bir parça
Yokuş yukarı tırmanarak geldim
Bir çift gözden ibaret kapına
O yüzden bilirim kan tere batmanın ne demek olduğunu

Çok konuştum biliyorum
Bunca yıllık sükutuma ver
Bağışla.


***
HOCAMA ARZUHAL














Bir dost meclisinden 
Sürgünüm yine Hocam
Geçen her saat akrep olup
Sokuyor gönlümden Hocam

Büyüklerim bir nazar etmiyor zahir bana
Çün babam dönmüyor ettiği sözden Hocam

Can gardaşlarım çay içip
Tütün solurken orda
Tıkıldım kaldım ben bu
Dört duvar arasında

Hocama deyiversen
Bu garibin suçu ne
Tez vur desin boynumu
Uzatıverem hocam

Danem yok gerçi ama
Gönlümü versem bende
Himmet için bu canım
Kabil değil mi hocam

Yarenler hocamdan
Bir tütün getireceklermiş
Bu gece de nasibim
Çok şükür varmış hocam



***
BURALAR BİZİZ














Ne yabancıyız, ne de yabancısıyız buraların
Kardeş biz buranın tam da burasındanız

Bayraksa gökte dalgalanan biziz
Topraksa kanla sulanan biziz
Toprağı sulayan dersen gene biziz
Kardeş biz buranın tam da burasındanız

Bekçisini sorarsan biz bekçisiyiz
Askerini sorarsan biz askeriyiz
Kardeş biz bu toprağın sahipleriyiz
Hudutları gözleyen Hak erleriyiz

Sancağımız hilaldir soran olursa
Yolumuz birdir gelecek varsa
Şehadet duadır bizim buralarda 
Durup da önümüzde sen kimsin deme
Yedi düvel bilir ki buralar biziz.


***
DUA










Nasıl mukaddes bir yük 
Ve nasıl soysuz bir hamal 
Bu yük layık mı benim kirli ellerime
Mukaddesata vermeyeyim zarar 

Ya Rab! Yetiş bahtına düştük 
Zatını anlatmak derdine düştük
Ya Rab! Yetiş tut elimizden
Tertemiz şekilde kaldır yerimizden 



3 yorum: