Takvimler dört mevsim seni gösterirdi
Her güne sen diye uyanırdım
Sen diye gelir giderdim
Sen diye alır satardım
Gülü gül ile olmasa da
Günü senle tartardım
Bir zamandı
Bahardı
Her güne sen diye uyanırdım
Sen diye gelir giderdim
Sen diye alır satardım
Gülü gül ile olmasa da
Günü senle tartardım
Bir zamandı
Bahardı
Kış gelmeden önce
İnanmazsın belki ama
Hep ilkbahardı
Çiçeğe duran ağaçlarım vardı
Gülüp geçerdim
Bahçelerinde ömrümün
Gün döndü zaman değişti
Çetin bir kış oldu
Takvimler cam kırığı soğuklarını sapladı göğsüme
Böyle değildi benim bildiğim yaşamaklar
Böyle değildi
Çetin bir kış oldu
Takvimler cam kırığı soğuklarını sapladı göğsüme
Böyle değildi benim bildiğim yaşamaklar
Böyle değildi
Hayallerimde sen vardın
Anam vardı babam vardı
Telaşım kendim kadardı
Ufaktım bense
Dünyanın yükü babamın omuzlarındaydı
Nerden bilirdim
Zorlu bir dağa tırmanmakmış yaşamak
Ömrün en güzel yılları
Kuluçkaymış aslında
Dünyaya bir daha geldim sanki
Dünya bir imtihanmış anladım
Hasret bir imtihanmış
Sevmek bir imtihanmış
Gurbet bir imtihanmış
Ölüm bir imtihanmış
Bir gündönümünde aklıma yine sen düştün
Bir teneşir başında bulduğumda kendimi
Kaçmaya fırsat bulamadan
Kıskıvrak yakalandım
Bir hayale yeniden sığınmak istedim
Yeniden sarmak sarılmak istedim
Bileklerimden tutup döndürdüler beni
Yeniden baktım kendime
Her şey her şey tepetaklak
Düzen değişti
Bir teneşir başında bulduğumda kendimi
Kaçmaya fırsat bulamadan
Kıskıvrak yakalandım
Bir hayale yeniden sığınmak istedim
Yeniden sarmak sarılmak istedim
Bileklerimden tutup döndürdüler beni
Yeniden baktım kendime
Her şey her şey tepetaklak
Düzen değişti
Baharlar gül bahçeleri artık uzak bir hayal
Bülbülün feryadı boşuna değilmiş
Dünyaya geldim yeniden, yeniden
Ah yeniden...
'Bir ağaç parçası olsaydım
Anam taş doğursaydı
Doğuracağına beni'
Anladım sözünü halife Ömer’in.
Bülbülün feryadı boşuna değilmiş
Dünyaya geldim yeniden, yeniden
Ah yeniden...
'Bir ağaç parçası olsaydım
Anam taş doğursaydı
Doğuracağına beni'
Anladım sözünü halife Ömer’in.
'İnsan zalim ve cehul...'
İnandım iman ettim.
İnandım iman ettim.
***
YENİLGİSen
Bitmeyen gönül yenilgim
Kaçıp kaçıp efsunlu gözlerine gelirdim
Hayallerimde
Ela gözlerinle göğüme bakardın
Ela gözlerin göğüm olurdu
Uçan kuşları
Kavga eden martıları izlerdim
Vapur yolculuklarında
Sen denizde kaybolur giderdin
Şakaklarımdan damla damla boşanırken Marmara.
Yağmurlar yağar
Güneşler açar
Tabiat tekrar yeşillenirdi
Bense dört mevsim üşürdüm
Seni görünce
Böyle titremeyi seni severken öğrendim
Seni severken kayboldum
Bildiğim bütün yollarda
Çıkmaz sokakların bir ötesi sen
Elimi uzatsam kaçardın biliyorum
Bir sözüm sonum olurdu
Dudaklarımda sakladım
Bir sözün sonum olurdu
Dudaklarında saklı kalsın istedim.
***
NİYAZ
Ey dost
Açık tut kapını
Gelemeyecek olsam da henüz
Bilirim sürgü vurmazsın
Açıktır kapın
Gönlü yanında olana
Sen tamam de yine ey dost
Huzura ersin içim
Bir çift sözüne güvenip de
Bilirim ki sözün senettir
Dediğini yaparsın son nefesine dek
Yaptığını da dersin mertçesine
Su serpiver üstüme
Ahir zamanın bozbulanıklığı değmemiş
Gönül dükkanında üç kağıda sat beni
Dünya pazarından çek iplerimi
Ben geleceğim
Modern zamanın yirmi dört saatinden
Bunalımlarından metropollerin
Kaçarak hürriyetime
Eşiğine yüz sürmeye
Yeniden
Sen gelenini boş çevirmezsin diyerek değil hem de
Kâr zarar eksenli ağıtlar yakmadan yollarda
Zararıma olsa da
"Dosttan gelen dosta gider"
Düsturuna sımsıkı sarılarak
Dost olabilmek dileğiyle
Senin gönlüne
Güveniyorum
Kendinden kaçkın olanları
Hor görmeyecek olmana
Diz boyu değil rezilliğim
Biliyorsun
Ta çeneme kadar su
Yüzündeki geniş gülümsemeyi düşleyerek
Geleceğim umut kesme benden
Bahçende toza toprağa bulandığım
O kutlu günleri
Bilsen ne çok özlüyorum
Gelemeyecek olsam da henüz
Bilirim sürgü vurmazsın
Açıktır kapın
Gönlü yanında olana
Sen tamam de yine ey dost
Huzura ersin içim
Bir çift sözüne güvenip de
Bilirim ki sözün senettir
Dediğini yaparsın son nefesine dek
Yaptığını da dersin mertçesine
Su serpiver üstüme
Ahir zamanın bozbulanıklığı değmemiş
Gönül dükkanında üç kağıda sat beni
Dünya pazarından çek iplerimi
Ben geleceğim
Modern zamanın yirmi dört saatinden
Bunalımlarından metropollerin
Kaçarak hürriyetime
Eşiğine yüz sürmeye
Yeniden
Sen gelenini boş çevirmezsin diyerek değil hem de
Kâr zarar eksenli ağıtlar yakmadan yollarda
Zararıma olsa da
"Dosttan gelen dosta gider"
Düsturuna sımsıkı sarılarak
Dost olabilmek dileğiyle
Senin gönlüne
Güveniyorum
Kendinden kaçkın olanları
Hor görmeyecek olmana
Diz boyu değil rezilliğim
Biliyorsun
Ta çeneme kadar su
Yüzündeki geniş gülümsemeyi düşleyerek
Geleceğim umut kesme benden
Bahçende toza toprağa bulandığım
O kutlu günleri
Bilsen ne çok özlüyorum
***
MUHARREM VE HÜZÜN
Muharrem ayına girdik gireli
içimde bir hüzün var. Bağlamı hüseynî mi bilmesem de, bilemesem de
sevinçli değilim çok şükür. İmam Hüseyin'in şehit edildiği ayda gülmekliği terk
etmek gerek; gülümsemek ise zarurettendir bu ayda, bilirim.
Gecenin bir yarısında şehr-i
Maraş'ın sokaklarına yağmur yağarken balkonda oturup eski günleri yâd ediyorum.
İçimde yine o garip hüzünle, gariplik hüznüyle... Her geçen gün ayrı bir telaş
ile tatlı tatlı gülümsüyor hatıralarımda. Batı adamınındır bunalım diyor Fethi
Gemuhluoğlu hüzün ise bize ait bir doğulu sadası. Madde arzusundan uzak ve
azade ruhi bir kabiliyet, hüzün.
Hangi anıya gittin de geldin
dersen dur sana anlatayım. Anlatmak bu hali ziyadeleştirir diye murat
ettiğimden anlatıyorum sana, bir dostummuşçasına senle konuşmak istiyorum hoş
gör beni.
Böyle bir eylül sonu yahut ekim
başıydı. Belki de kışın yağmurlu soğuk günlerinden biriydi. Mutadımız üzere
okuldan kaçıp Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’ne gitmiş, Hasan Ejderha
hocamızın odasında, Ahmet abinin tabiri ile “Dergâh yayın bürosu”nda muhabbet
etmeye koyulmuştuk. Hocam her zamanki güler yüzünden ikram ediyordu bizlere.
Ardından Mehmet Yaşar abi geldi. Artık vakti geldi diyerek üç dosta dostluk
üzerine bir sohbet okuyacağını söyledi. Bilmiyorduk ancak heyecanlıydık
okunacak yazıdan ötürü. Dinlemeye koyulduk sessizce. Mehmet abinin konuşması
dahi bir şiir gibidir. Hele ki güzel bir yazı olsun, şiir olsun başladı mı
okumaya o sesin büyüsünden kurtulmaya imkân yoktur. Okuyacağım dediyse elbet
güzel bir yazıyla gönlümüzü besleyecektir ve besledi de.
Önce selam ile başladı yazı
evveli, ahiri, zahiri, batını selamlayarak. Sonra, dost ol kişidir ki diyerek
dostluğun ne idiğünü ve nasılını koyuverdi önümüze. Bu sırada üşüyen
ellerimizle dumanı tüten çay bardaklarını kavrıyorduk.
“Öldürülmesi muhakkak ve bu
mukadder olan gecede peygamber-i Ekber'in yatağında yatandır, Şah-ı Velayet'tir
dost.”
“Tıkanılması gereken son deliğe
koyacak parça kalmayınca ayağını yani kendini, gönlünü koyandır dost.”
Yazı uzadı gitti, vakit geçti de
geçti. Çaylar tükendi, bizde ise hoşnut bir sükût. Kulaklar Mehmet abide. Odayı
bir hava dolduruyor; keder değil, yas değil. Sevinçten, neşeden daha tatlı bir
şey...
Eski kitaplarda bahsedilen içi
dolduran o nesne. Hüzün... Dünyaya biraz ağlayabilmek için gelmiştik,
ağlayabildiğimiz kadar insan, ağlayabildiğimiz kadar da temiz değil miydik?
Dünyalık arzu ve isteklerden ötürü gelen timsah gözyaşı değil muradımız.
Günümüz öylece geçti, o günün
ardından daha nice günler geçtikçe geçti. Fazlı abi türkü söyledi ay ışığında
bir damın üstünde. Seher vakti çaldık yarın kapısını melül mahzun. Gönlümüz
dünya leşinin kokusuyla dolu olsa da açıverdi kapıyı, kabul etti, buyur etti
sofrasına.
Geçmiş güne bakıp gecenin zifiri
karanlığına dalıp gitmemek mümkün mü?
Bazı şeyler bir daha ele
geçmiyormuş anladım ve anlamaya da devam ediyorum hâlâ. Gece vakti
terliklerimin sesini boş odaların önünden geçerken duyuverdiğimde fark ettim
ömür denilen şeyi. "Ne var ki o seste?" demeden dinle bak taa
çocukluğumdan beri bana yoldaş olan bir sesti o ses. Bir süredir duymaz olmuş,
kaybetmiştim tak-taklarını...
Evet muharrem ayındayız. Vakt-i
Kerbela. Hüzün vakti. Evlad-ı Rasulün Rasulü Zişan'a kavuşma, Su'ya kanma vakti…
*** BİR GELİŞLE GELDİN Kİ…
Gözlerinin en koyu yerinden
Göğ(s)ümü yakan bir bakışı var sessizliğinin
Ben ki bu kadarlık yaşımla bile
Kapanmayan bir yarayım
Diken tarlasının orta yerinde
Yapraklarını dikenlerin parçaladığı
Boynuna sırnaşık bitkilerin dadandığı
Bir çiçeğim yalnız ve korkusuz
Kendi halinde
Bir gelişle geldin ki
Gurbet sızısı çeken bir gönül bıraktın gerinde
Artık ben bir gurbetim/gurbetliğim
Gözlerinse bir sıla
Bir ev ki en huzurlusundan
Gökyüzü bir başka
Korkak kediler bir başka
Sonbahar esintileri
Sokak lambaları bir başka
Dengi bulunmazlardan değilim
Yahut boşluğu doldurulamaz bir parça
Yokuş yukarı tırmanarak geldim
Bir çift gözden ibaret kapına
O yüzden bilirim kan tere batmanın ne demek olduğunu
Çok konuştum biliyorum
Bunca yıllık sükutuma ver
Bağışla.
HOCAMA ARZUHAL
Bir dost meclisinden
Geçen her saat akrep olup
Sokuyor gönlümden Hocam
Büyüklerim bir nazar etmiyor zahir bana
Çün babam dönmüyor ettiği sözden Hocam
Can gardaşlarım çay içip
Tütün solurken orda
Tıkıldım kaldım ben bu
Dört duvar arasında
Hocama deyiversen
Bu garibin suçu ne
Tez vur desin boynumu
Uzatıverem hocam
Danem yok gerçi ama
Gönlümü versem bende
Himmet için bu canım
Kabil değil mi hocam
Yarenler hocamdan
Bir tütün getireceklermiş
Bu gece de nasibim
Çok şükür varmış hocam
***
BURALAR BİZİZ
Ne yabancıyız, ne de yabancısıyız buraların
Kardeş biz buranın tam da
burasındanız
Bayraksa gökte dalgalanan
biziz
Topraksa kanla sulanan
biziz
Toprağı sulayan dersen
gene biziz
Kardeş biz buranın tam da
burasındanız
Bekçisini sorarsan biz
bekçisiyiz
Askerini sorarsan biz
askeriyiz
Kardeş biz bu toprağın
sahipleriyiz
Hudutları gözleyen Hak
erleriyiz
Sancağımız hilaldir soran
olursa
Yolumuz birdir gelecek
varsa
Şehadet duadır bizim
buralarda
Durup da önümüzde sen
kimsin deme
Yedi düvel bilir ki
buralar biziz.
***
DUA
Ve nasıl soysuz bir
hamal
Bu yük layık mı benim
kirli ellerime
Mukaddesata vermeyeyim
zarar
Ya Rab! Yetiş bahtına
düştük
Zatını anlatmak derdine
düştük
Ya Rab! Yetiş tut
elimizden
Tertemiz şekilde kaldır
yerimizden
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilanılardır çay ve anılardadır
YanıtlaSil