Ay ve yıldızlar birbirine muhalefet etmeksizin meskûn bir mekânda henüz yerlerini almışken; koyu eflatun rengini giyinmiş semanın altında kaldırımları arşınlıyordum. Karanlıklar, gökyüzüne yeni sayfalarını henüz çekiyordu. Yeryüzü, sessiz sade ve telaştan arınmış bir halin huzurunu taşıyordu.
Gece yolcuları, semadaki taştan
kandilleri görmeksizin hep önlerine bakarmış. Bu asude zaman
dilimleri, zifiri karanlık olmayı isterler miydi acaba? Gecelerin sessizliği
aslında muvakkattir. Gündüzler daha bir aydınlık olmalı; gecenin karanlık
sayfaları, her daim gündüzlere açılıyor hem de bu sayfalar çok
sesli okunuyor. Gecenin bundan haberi olsa, kendini bu kadar
karartmazdı herhalde.
İnsan, yola koyuluncaya kadar
yolculuğunun varacağı noktayı da hesap edebilmeli. Bu gece
çok hesap yapmamıştım. Daha önceleri de olduğu gibi dalgalı denizde küçücük bir
sandal misali savrula savrula yol alıyordum. Düşüncelerimi toparlamaya çalışırken,
yolları karıştırmaya başlamıştım.
Ellerimde, inci taneleri
düşüncelerim vardı. Onların ışıltılarıyla adımlıyordum dehliz gibi yolları.
İnsan düşünceleriyle yol alıyordu galiba. Ayağıma pranga olmayan
düşüncelerim bir de umutlarım. İnsan, yüklendiği umutlarla yaşarken,
umduğunu bulamayınca, bir o kıyıya vuruyor bir bu kıyıya… Kendini deryalara
salamayınca ömür törpüsü oluyor o kıyılar.
Yürümeli hayata, hem de beklentisiz
bir şekilde, geçtiği yollara bir şeyler bırakarak yürümeli.
Ardından kimsecikler gelmese dahi, ayak izlerinin seni takip ettiğini
bilerek ve hayıflanmadan yürümeli… İnsan öncelikle kendisine yetmeli
ve sonrasında gökyüzünde bir yıldız misali, her karanlıkta aydınlatabilmeli.
Şu beli bükülmüş zaman içerisinde, kayan bir yıldız, bilmeli ki;
artık güneşin, kendisi için bir anlam ifade etmediğini, önce kendisi
olmayı bilmeliydi.
Ne kadar yol aldığımı fark
etmeden yürüyordum, mezarlığın derinleşen koyu karanlık yollarında.
Yolların sağı solu; çatısız, daracık, iki sütunlu haneler ve sessiz
sakinlerinden ibaretti. İnsan silueti taşları niçin bu kadar büyük
yaparlar, gece geçenler korksunlar diye mi? Bu düşünceyi dillendiren,
ellerimdeki incilerden sadece bir tanesiydi. Açılan bu
perdeyle birlikte diğerleri de eşlik etmeye başladılar; Eğer aydınlık
olsaydı bu gül bahçeleri, korkmazlardı bahçıvanları. Soğuk mermer
taşlarından yapılan bu kafesler, üşütmüyorlar mıydı içindekileri? Hayır! Diyordu
bir diğeri; zira üşütmezdi mezarlar içindeki misafirleri. Evet evet
misafirdi onlar; hem de büyük bir padişahın misafirleri,
şimdilik kısa bir müddet sadece bekleme salonunda bekliyorlardı,
hiç üşütür müydü padişahımız onları. Bir diğeri, daha öbürü derken
hepsi konuşuyordu; nice sevdalıları ve güneşin dahi kıskandığı nice gökyüzlü
güzelleri, bu kara toprak mı saklıyordu? Kavuşamayanlar, yerin altındaki saklı
kentlerde mi bir araya geliyorlardı?
Sanki bir cenaze törenine
hazırlık yapar gibi provadaydım. Ellerim titremeye başlamıştı, nefes
alıp vermelerim, daralan bir pergel gibi beni sıkıştırıyordu. Takatim ölgün
bir renge bürünmeye başlamıştı ve derken hep birlikte kayıverdi inci
taneleri ellerimden, birbirlerine çarparak, mezar taşlarının aralarında
dağılıverdiler. O anda suda boğulmaktan kurtulan biri gibiydim, rahatlamıştım.
Ben mi elerimden atmak istemiştim, onlar mı düşmek
istemişlerdi yoksa bilmediğim bir neden miydi onları azade eden?
Özgürlüğü doyasıya yaşamak
isteyen inci taneleri…
Etrafıma bakındığımda sadece bir
kaç tanesi ışıldıyordu, diğerlerini göremiyordum. Saklanıyorlar mıydı,
benimle göz göze gelmekten mi korkuyorlardı bilemiyordum yoksa
onlar benim düşüncelerim değil miydi?
Toprağı ve de sakladıklarını,
incitmemek için usul usul basıyordum. Ellerim ise toprağın üzerinde,
sanki nazenin bir ölüyü yıkıyor gibi geziniyordu. İnci tanelerini bulmalıydım.
Kısa mesafelerle aralıyordum ayaklarımı zira şu an ayaklarımın altındaydı
düşüncelerim. Bir tanesini buldum galiba, farkında olmadan ezmiştim bir
diğerini şimdi parçalanmış haliyle ellerimdeydi. Birçoğu gibi o da
artık etrafına ışık saçmıyordu. Diğerlerini de bu nedenle
bulamamıştım.
Bütün bu olanlara mezar
taşlarının düzensizliği sebepti. Onların dağınıklığı saklamıştı incileri ve
beni buralara bağlayanda yine onların dağınıklığıydı. Onları kaybettiğim
yerlere gelir gider arardım, zira inci taneleri ruhumu aydınlatan
düşüncelerimdi. Hep bu yüzden geceleri geçerdim mezarlıkları.
Yüreğine sağlık adem hocam
YanıtlaSilİnci gibi güzel kardeşim; ellerine sağlık çok güzel olmuş.
YanıtlaSil