İNCİ TANELERİ/Adem YAĞMUR



Ay ve yıldızlar birbirine muhalefet etmeksizin meskûn bir mekânda henüz yerlerini almışken; koyu eflatun rengini giyinmiş semanın altında kaldırımları arşınlıyordum. Karanlıklar, gökyüzüne yeni sayfalarını henüz çekiyordu. Yeryüzü, sessiz sade ve telaştan arınmış bir halin huzurunu taşıyordu.

Gece yolcuları, semadaki taştan kandilleri görmeksizin hep önlerine bakarmış. Bu asude zaman dilimleri, zifiri karanlık olmayı isterler miydi acaba? Gecelerin sessizliği aslında muvakkattir. Gündüzler daha bir aydınlık olmalı; gecenin karanlık sayfaları, her daim gündüzlere açılıyor hem de bu sayfalar çok sesli okunuyor. Gecenin bundan haberi olsa, kendini bu kadar karartmazdı herhalde.

İnsan, yola koyuluncaya kadar yolculuğunun varacağı noktayı da hesap edebilmeli. Bu gece çok hesap yapmamıştım. Daha önceleri de olduğu gibi dalgalı denizde küçücük bir sandal misali savrula savrula yol alıyordum. Düşüncelerimi toparlamaya çalışırken, yolları karıştırmaya başlamıştım.

Ellerimde, inci taneleri düşüncelerim vardı. Onların ışıltılarıyla adımlıyordum dehliz gibi yolları. İnsan düşünceleriyle yol alıyordu galiba. Ayağıma pranga olmayan düşüncelerim bir de umutlarım. İnsan, yüklendiği umutlarla yaşarken, umduğunu bulamayınca, bir o kıyıya vuruyor bir bu kıyıya… Kendini deryalara salamayınca ömür törpüsü oluyor o kıyılar.

Yürümeli hayata, hem de beklentisiz bir şekilde, geçtiği yollara bir şeyler bırakarak yürümeli. Ardından kimsecikler gelmese dahi, ayak izlerinin seni takip ettiğini bilerek ve hayıflanmadan yürümeli… İnsan öncelikle kendisine yetmeli ve sonrasında gökyüzünde bir yıldız misali, her karanlıkta aydınlatabilmeli. Şu beli bükülmüş zaman içerisinde, kayan bir yıldız, bilmeli ki; artık güneşin, kendisi için bir anlam ifade etmediğini, önce kendisi olmayı bilmeliydi.

Ne kadar yol aldığımı fark etmeden yürüyordum, mezarlığın derinleşen koyu karanlık yollarında. Yolların sağı solu; çatısız, daracık, iki sütunlu haneler ve sessiz sakinlerinden ibaretti. İnsan silueti taşları niçin bu kadar büyük yaparlar, gece geçenler korksunlar diye mi? Bu düşünceyi dillendiren, ellerimdeki incilerden  sadece bir tanesiydi. Açılan  bu perdeyle birlikte diğerleri de eşlik etmeye başladılar; Eğer aydınlık olsaydı bu gül bahçeleri, korkmazlardı bahçıvanları. Soğuk mermer taşlarından yapılan bu kafesler, üşütmüyorlar mıydı içindekileri? Hayır! Diyordu bir diğeri; zira üşütmezdi mezarlar içindeki misafirleri. Evet evet misafirdi onlar; hem de büyük bir padişahın misafirleri, şimdilik kısa bir müddet sadece bekleme salonunda bekliyorlardı, hiç üşütür müydü padişahımız onları. Bir diğeri, daha öbürü derken hepsi konuşuyordu; nice sevdalıları ve güneşin dahi kıskandığı nice gökyüzlü güzelleri, bu kara toprak mı saklıyordu? Kavuşamayanlar, yerin altındaki saklı kentlerde mi bir araya geliyorlardı?

Sanki bir cenaze törenine hazırlık yapar gibi provadaydım. Ellerim titremeye başlamıştı, nefes alıp vermelerim, daralan bir pergel gibi beni sıkıştırıyordu. Takatim ölgün bir renge bürünmeye başlamıştı ve derken hep birlikte kayıverdi inci taneleri ellerimden, birbirlerine çarparak, mezar  taşlarının aralarında dağılıverdiler. O anda suda boğulmaktan kurtulan biri gibiydim, rahatlamıştım. Ben mi elerimden atmak istemiştim, onlar mı  düşmek istemişlerdi yoksa bilmediğim bir neden miydi onları azade eden?

Özgürlüğü doyasıya yaşamak isteyen inci taneleri…

Etrafıma bakındığımda sadece bir kaç tanesi ışıldıyordu, diğerlerini göremiyordum. Saklanıyorlar mıydı, benimle göz göze gelmekten mi korkuyorlardı bilemiyordum yoksa onlar benim  düşüncelerim değil miydi?

Toprağı ve de sakladıklarını, incitmemek için usul usul basıyordum. Ellerim ise toprağın üzerinde, sanki nazenin bir ölüyü yıkıyor gibi geziniyordu. İnci tanelerini bulmalıydım. Kısa mesafelerle aralıyordum ayaklarımı zira şu an ayaklarımın altındaydı düşüncelerim. Bir tanesini buldum galiba, farkında olmadan ezmiştim bir diğerini şimdi parçalanmış haliyle ellerimdeydi. Birçoğu gibi o da artık etrafına ışık saçmıyordu. Diğerlerini de bu nedenle bulamamıştım.

Bütün bu olanlara mezar taşlarının düzensizliği sebepti. Onların dağınıklığı saklamıştı incileri ve beni buralara bağlayanda yine onların dağınıklığıydı. Onları kaybettiğim yerlere gelir gider arardım, zira inci taneleri ruhumu aydınlatan düşüncelerimdi. Hep bu yüzden geceleri geçerdim mezarlıkları.


2 yorum:

  1. Yüreğine sağlık adem hocam

    YanıtlaSil
  2. İnci gibi güzel kardeşim; ellerine sağlık çok güzel olmuş.

    YanıtlaSil