İnsanın hayalleri varsa orada bir yaşam belirtisi illaki vardır. Bu belirti ilkbaharda filiz veren bir tohum gibidir. Belki inanamayacaksın ama ben uzun zamandır hayal kuramıyordum. Ne yapsam ne etsem de hayal kursam diye bunun derdini taşıyordum ruhumda. Aslında bu bana dert olmaktan ziyade sadece yaşadığıma dair nefesimin varlığının alametini aramaktı. Bir an İstanbul gibi bir şehirde olduğumu hayal ettim. Sokaklarının adını bilmesem de onu fetheden komutanın ismini biliyor oluşum beni bu şehre çekiyordu. Hayalden de olsa Osmanlı mimarisi olan bir çeşmenin başında durdum bir süre. Taştan nakışlarını inceledim. Yaprak ve çiçek motifleri gerçeğin izlerine o kadar çok benziyordu ki bir anda gerçek mi hayal mi algılamakta zorluk çektim. Refleksi bir hal içinde dokundum lale motiflerinin yapraklarına. Yapraklar o kadar nazenin işlenmiş ki dokunduğum taş mıydı yoksa ipek miydi pek anlayamadım. Bir anda yanımda Fatih Sultan Mehmet’in varlığını hissettim. O anda bu şehrin emanetçisi ben oldum.
Kız kulesinin etrafında gezdim bir süre. Gezdim dediysem hayalden de olsa uzaktan sevdim. Bu ihtişamlı kule Şehr-i İstanbul’un göbeğindeki suyun içinde bir şiir gibi duruyordu. Gelip giden ziyaretçilerine inat sanki hal diliyle şairini bekler gibiydi. Kulenin zirvesindeki kırmızı, ay yıldızlı Türk bayrağı esen rüzgarla birlikte dalgalandıkça dalgalanıyordu, tüm ihtişamıyla!... Bu hayalin içinde vatan sevgisi hayal değil, olsa olsa gerçek olurdu ve şükür gerçekti. Sanatçı Hakan Dedeler’in 3 Hisar-İstanbul şarkısı bu şehrin sesi, nefesi oluyor gibiydi. Bu yüzden denizdeki dalgaların birbirine dokunan sesleri, bir şiir gibi duruyordu bu hayaldeki gecenin içinde…
Bir ateş ki gecelerde yaktığım,
Kül yerine koyup savurduğumsun.
Rüzgarların kanatlarına bırakamadığım.
Gökyüzüne bile sığdıramadığımsın…
Şehr-i İstanbul’u anlatmak yaşanmışlık ister. Bense hayalden de olsa iki kıta arasında kalmış ve her doğan güneşle birlikte yeniden fethedilmeyi bekleyen bir İstanbul’u özetle anlatmak istedim. Hedef tahtası inançlarına sadık kalmış bir gençlik olsa da anahtarının kalb-i fetih olduğunu biliyordum. Bu sebeple İstanbul der ki;
Bu cihan içinde bir can ararım,
Umman dilhayat, ayna dilara,
Bir hasretin sınırsız peşindeyim,
Mecnun’a göre Leyla, Yusuf’a göre Züleyha…
Bir İstanbul çeşmesinin başında kurduğum bu hayal, bana da yaşama arzusu aşıladı. Hayalin içindeki bir hayal, beni gerçeğe o kadar yakınlaştırmıştı ki güvercinler bir semazen edasıyla çeşmenin nazenin taşlarına kondu. Taşın üzerinde taştan işlemeli hat yazısını okumakta zorluk çeksem de bu şehri bir Hadis-i Şerifle bağ yaparak fetheden tüm geçmişlerimizin ruhuna Fatiha-ı Şerife okudum, şefaatlerine ermek düşüncesiyle…
Ruhuna el-Fatiha!...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder